Özel arabalı, özel sürücülü, birkaç özel sekreterli, (Lütfen bağışlayınız) bilmem kaç metresli, yanlışlarına kargaları bile güldüren, “Büyük bir tesadüf eseri olarak bu yıl Kurban Bayramı yine hac mevsimine rastladı!..” diye yazan, Körfez savaşında pencereden burunlarını bile çıkaramadıkları hâlde, “Cepheden” haberler geçen, herkese kara çalan, adları kara, ruhları kara, “Afganistan Türklerine yardım etmek İslâm’a en büyük ihanettir!..” diye cevherler saçan, arabalarına Türk bayrağını asmaktan kaçınan, Boğaz tepelerinde içkilerin seller sular gibi aktığı şölenler veren, basın mesleğinden başka her türlü işle meşgul ve meşbu, TRT’yi dolandıran gazetecilerden olmadığımızdan ötürü, yıllar önce bir gün, her zaman olduğu gibi yine İETT otobüsündeydik. Mecidiyeköy’den Anadolu yakasına geçerken aracın arkasında ve ayaktaydık. Aralarında dede torun olabilecek derecede yaş farkı bulunan iki kişi konuşuyor, daha doğrusu yaşlı olanı konuşuyor, genci de ilgi ve dikkatle dinliyordu. Yavaş sesle konuşmalarına rağmen, pek yakın bulunmaktan dolayı mecburen kulak misafiri olduğumuz konuşmalardan aklımızda kalanı sevgili okurlarımızla paylaşmak isteriz:
-Babam beni fırına gönderdi. (O zamanlar ekmekler fırından alınırdı; bakkaldan,
avucumdaydı. Babam bir bana, bir de paralara baktı. “Fırıncı sana fazla para vermiş. Paranın fazlasını geri götür!..” dedi. Fırıncı da çekmeceyi gösterip parayı oraya bırakmamı söyledi. Fırıncı kimin oğlu olduğumu sormadı… Babam da “Aferin” demedi… Zira o yıllarda dürüstlük normal ve alışılmış davranışlardandı… Şimdi ise meziyet oldu...
***
Komiksel, gülünçsel, matraksal, sosyalistsel bir yazar bozar, Malik Yolaç’ın Akşam’ında “Kokladığın binlerce ecsâd arasından/ Kaç nâsiye vardır çıkacak pak ü dırahşan” beytindeki nâsiye (alın)’yi nisâ (kadın) ile karıştırınca okuyanlar gülmekten öleyazdılar.
“Keçi çaldığı için ordudan atılan” bu galaksiler çapında şöhret sahibi hızını alamayıp Mark Twain’in “Beyaz Fil Nasıl Yakalandı?...” adlı hikâyesini kısaltıp “Fil Hamdi Nasıl Yakalandı?..” başlığıyla yayınlamış, üzerine de kasıla kasıla imzasını atmaktan çekinmemişti…
Merkumun mezarının nerede olduğunu hatırlamaya çalışırken, çok bilir bir yazar gibi söyleyecek olursak: “Bilgisayar uzmanı” büyük oğlum Doğuhan, eski yazı bir metni uzatıp okumamı istedi. Diktiği şeddadî yapının ısınma düzenini yapamadığı için, binada çalışanları donduran, dünya çapında şöhret, “Ben ben” diye başladığı konuşmalarını “Ben ben “ diye sürdüren, “Ben ben” diye noktalayan gitarcı bir pırof mimar gibi konuşursak: “80 yıllık İstanbullu bir ailenin çocuğu” olduğumuz ve bazı tarihçilerimize ve araştırmacılarımıza hiç mi hiç benzemediğimiz için o yazıyı az buçuk okuyabildiğimizi söyleyebiliriz: “……cesedi Edirnekapusu haricinde Bayram Paşa rehgüzârında sair hayvân-ı mürde gibi hufre-i hendek olmuştur.” (Ölümlerle gömülmelerle ilgili değişik örnekler için “Âsude Bahar Ülkesi” adlı çalışmamıza bakılabilir.)
Müteveffa yazar, Meydan Larousse’de “1947 Cenevre Tıp Kongresi’nde Türk tıbbının ve kendi ilminin kudretini gösterdi.” diye anılan, bulduğu hastalığa adı (Behçet) verilen Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet hakkında yâveler geveleyince, günümüzün Behçet uzmanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı’dan ağzının payını almıştı… Nerede mi?... Cumhuriyet Bilim-Teknik ekinde…Yazıcı Hoca’nın bir başka güzelliğini de unutmadan aktarıverelim:
İstanbul Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Halk Musikisi korosu hekimlere bir konser vermek üzere bundan bir buçuk yıl kadar önce Antalya’ya gider. Engin ve eşsiz bilgisini sadırdan satırlara dökmesini yâr yolu bekler gibi gözlediğimiz, Sadi Yaver Ataman’ın hayrülhalefi, “Dünyaya koro şefi olarak gelen” Adnan Ataman, “Kızım, Handan (Handa Tunca) der, ben gidemeyeceğim. Koro sana emanet.”Tıptaki otoritesi kadar, sanata ve sanatçıya saygısı da alkışlanmalara lâyık Hasan Yazıcı Hoca, konser başlamadan önce mikrofonu alır eline ve şunları söyler:
-Konser bitene değin yenilmeyecek, içilmeyecek.Konser, büyük bir saygıyla başlar; çıt çıkmadan devam eder ve öylece biter…
***
Sipor yazarı Tevfik Ünsi’nin ruhu galiba rahmet istedi. Bir gün şöyle bir şey anlatmıştı:
“Galatasaray Lisesi’nde okurken, Menemencioğullarından bir hocamız vardı. Anlatılamayacak, inanılamayacak derecede nazikti, kibardı. Nasıl oldu bilemiyorum. Öğretmenlerden biri, kendisine “eşşoğlu….” diye hitap edince, Menemencioğlu’nun cevabı ne oldu, bilir misin?
-Zâtıâliniz efendim
Mâniler
-Belediye başkanlarına
Türkçeye saygı için
Olamaz senlik benlik
“Festival” de ne imiş
“Şenlik” deyiniz “şenlik”…
*
Yüksek yeri neresi
Bilir misin Toros’un?
Sırma, Yudum yağları
Bay George Soros’un…
*
Sosyete destek vermiş
“Golf halka inecek”miş
Eksik leğen örtüsü
Böylece gelecekmiş…
*
Hayatında katiyen
Düşmanına acıma.
Kolestırolun düşsün
Derim Özden bacıma.
*
Sıradan işler benim
Gönlümü avutamaz.
“Türkiye’de büyüyen
Türklüğü unutamaz.”
*
Gerçekler örtülemez
Yoktur asla dönüşü.
Selman Can’ın tebliği
Bir balonun sönüşü.
*
Dillerde gezer ezgin
Gözlerden kaçmaz sezgin
Kalemine nur yağsın
Sevgili Nazan Sezgin.
*
Sihir vardır diyorlar
Sazının her telinde
Kanun efsane olur
Baktagir’in elinde.
*
Yemişlerle dolu dal
Hem de halis süzme bal.
Ona şöyle demişler:
“Türkü söyle, Fatoş Çal!..”
*
Benden gönül dolusu
Selâm söyle Ayla’ya.
Yakında gidiyoruz
“Layla değil yaylaya.” 1
*
Sayıları şaşırdım
Eserlerini sayıp.
Mehmet Nuri ne zaman
“İstasyon” oldu “Kayıp”?.. 2
*
Yemiş için gidelim
Hep birlikte bağçeye
Tebrik tebrik üstüne
Olsun bizden Tuğçe’ye.
*
Kulak veriniz bana
Hülya, Süheylâ, Lâle
Günah-ı kebîr 3 olur
“Ricâl” 4 dersek “riçâl”e. 5
1) “Lailaya değil yaylaya gideriz”, Fatih Kısaparmak’ın sözü. Geçen sayımıza bakılabilir.
2) “Kayıp İstasyon”; Mehmet Nuri Yardım’ın eserlerinden biri.
3) Günah-ı kebîr: Büyük günah.
4) ricâl: Mevki sahibi kimseler, devlet adamları.
5) riçâl: Şekerle kaynatılan yemiş tatlısı. Murabba.
Horyatlar
Bahtı şen bahtı şen
Gönlü mutlu, bahtı şen.
İş dünyasında sultan
Sayın Tunca Bahtışen.
*
Uz ele uz ele
Usta ele, uz ele
Horyat horyat selâmlar
Bizden İlter Uzel’e.
*
Şen ele şen ele
Mamur yurda, şen ele.
Takdir takdir üstüne
Var Süleyman Şenel’e.
*
Kara taya kara taya
Ak taya, kara taya.
Zafer zafer üstüne
Olsun hep Karatay’a.
*
Yaylaya yaylaya
Yaylalarda yaylaya
Tarih öğrenmek için
Gidek Ali Yayla’ya.
*
Işık sala ışık sala
Nur vere, ışık sala
Güller gibi haberler
Hep Gülşen Işıksal’a
*
Kara hana kara hana
Gök hana kara hana
Bu yeryüzü dar gelir
Eminim Karahan’a.
*
Ak yaza ak yaza
Kara değil ak yaza
Gönülden başarılar
Dileriz Hülya Akyaz’a.
*
Ak yazımız ak yazımız
Ak olsun ak yazımız
Ne güzel bir ilçedir
Sevimli Akyazı’mız
*
Çiftçi ye çiftçi ye
Doktor sen dur, çiftçi ye
Çalışkanlık ve gayret
Vergi Ayhan Çiftçi’ye
*
Tatar aşa Tatar aşa
Özenir Tatar aşa
Ağız tadı bilirsen
Kaşık çal Tataraş’a 1
*
Ay doğdu ay doğdu
Güneş battı ay doğdu
Güzel köy, güzel kitap
İnanınız Aydoğdu 2
*
Bal tası bal tası
Balcıların baltası
Yedi kat arşa çıkar
Baltacı’nın baltası.