Bamteli

 

Aydil Erol  

Dağarcıktan damlalar


Komiksel, gülünçsel, matraksal, sosyalistsel bir yazar bozar, Malik Yolaç’ın Akşam’ında “Kokladığın binlerce ecsâd arasından/ Kaç nâsiye vardır çıkacak pak ü dırahşan” beytindeki nâsiye (alın)’yi nisâ (kadın) ile karıştırınca okuyanlar gülmekten öleyazdılar. “Keçi çaldığı için ordudan atılan” bu galaksiler çapında şöhret sahibi hızını alamayıp Mark Twain’in “Beyaz Fil Nasıl Yakalandı?...” adlı hikâyesini kısaltıp “Fil Hamdi Nasıl Yakalandı?..” başlığıyla yayınlamış, üzerine de kasıla kasıla imzasını atmaktan çekinmemişti…

Selâm şanlı mâzimize! Selâm yarına!


Selâm zafer ordusunun silâhlarına!


Ey geçmişin yiğitleri! Selâm sizlere!


Ey yarının şehitleri! Selâm sizlere!


                      Atsız


     Süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar, başka  hiçbir kuvvetle müdafaa edilemez.


                                   Atatürk


Özel arabalı, özel sürücülü, birkaç özel sekreterli, (Lütfen bağışlayınız) bilmem kaç metresli, yanlışlarına kargaları bile güldüren, “Büyük bir tesadüf eseri olarak bu yıl Kurban Bayramı yine hac mevsimine rastladı!..” diye yazan, Körfez savaşında pencereden burunlarını bile çıkaramadıkları hâlde, “Cepheden” haberler geçen, herkese kara çalan, adları kara, ruhları kara, “Afganistan Türklerine yardım etmek İslâm’a en büyük ihanettir!..” diye cevherler saçan, arabalarına Türk bayrağını asmaktan kaçınan, Boğaz  tepelerinde içkilerin seller sular gibi aktığı şölenler veren, basın mesleğinden başka her türlü işle meşgul ve meşbu, TRT’yi dolandıran gazetecilerden olmadığımızdan ötürü, yıllar önce bir gün, her zaman olduğu gibi yine İETT otobüsündeydik. Mecidiyeköy’den Anadolu yakasına geçerken aracın arkasında ve ayaktaydık. Aralarında dede torun olabilecek derecede yaş farkı bulunan iki kişi konuşuyor, daha doğrusu yaşlı olanı konuşuyor, genci de ilgi ve dikkatle dinliyordu. Yavaş sesle konuşmalarına rağmen, pek yakın bulunmaktan dolayı mecburen kulak misafiri olduğumuz konuşmalardan aklımızda kalanı sevgili okurlarımızla paylaşmak isteriz:


-Babam beni fırına gönderdi. (O zamanlar ekmekler fırından alınırdı; bakkaldan,


marketten değil!...) Eve döndüğümde ekmekler kucağımda, paranın üstü de



avucumdaydı.  Babam bir bana, bir de paralara baktı. “Fırıncı sana fazla para vermiş. Paranın fazlasını  geri götür!..” dedi. Fırıncı da çekmeceyi gösterip parayı oraya bırakmamı söyledi. Fırıncı kimin oğlu olduğumu sormadı… Babam da “Aferin” demedi… Zira o yıllarda dürüstlük normal ve alışılmış davranışlardandı… Şimdi ise meziyet oldu...


                                               ***


Komiksel, gülünçsel, matraksal, sosyalistsel bir yazar bozar, Malik Yolaç’ın Akşam’ında “Kokladığın binlerce ecsâd arasından/ Kaç nâsiye vardır çıkacak pak ü dırahşan” beytindeki nâsiye (alın)’yi nisâ (kadın) ile karıştırınca okuyanlar gülmekten öleyazdılar.


“Keçi çaldığı için ordudan atılan” bu galaksiler çapında şöhret sahibi hızını alamayıp Mark Twain’in “Beyaz Fil Nasıl Yakalandı?...” adlı hikâyesini kısaltıp “Fil Hamdi Nasıl Yakalandı?..” başlığıyla yayınlamış, üzerine de kasıla kasıla imzasını atmaktan çekinmemişti…


Merkumun mezarının nerede olduğunu hatırlamaya çalışırken, çok bilir bir yazar gibi söyleyecek olursak: “Bilgisayar uzmanı” büyük oğlum Doğuhan, eski yazı bir metni uzatıp okumamı istedi. Diktiği şeddadî yapının ısınma düzenini yapamadığı için, binada çalışanları donduran, dünya çapında şöhret, “Ben ben” diye başladığı konuşmalarını “Ben ben “ diye sürdüren, “Ben ben” diye noktalayan gitarcı bir pırof mimar gibi konuşursak: “80 yıllık İstanbullu bir ailenin çocuğu” olduğumuz ve bazı tarihçilerimize ve araştırmacılarımıza hiç mi hiç benzemediğimiz için o yazıyı az buçuk okuyabildiğimizi söyleyebiliriz: “……cesedi Edirnekapusu haricinde Bayram Paşa rehgüzârında sair hayvân-ı mürde gibi hufre-i hendek olmuştur.” (Ölümlerle gömülmelerle ilgili değişik örnekler için “Âsude Bahar Ülkesi”  adlı çalışmamıza bakılabilir.)


Müteveffa yazar, Meydan Larousse’de “1947 Cenevre Tıp Kongresi’nde Türk tıbbının ve kendi ilminin kudretini gösterdi.” diye anılan, bulduğu hastalığa adı (Behçet) verilen Ord. Prof. Dr. Hulusi Behçet hakkında yâveler geveleyince, günümüzün Behçet uzmanı Prof. Dr. Hasan Yazıcı’dan ağzının payını almıştı… Nerede mi?... Cumhuriyet Bilim-Teknik ekinde…Yazıcı Hoca’nın bir başka güzelliğini de unutmadan aktarıverelim:


İstanbul Üniversitesi Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Halk Musikisi korosu hekimlere bir konser vermek üzere bundan bir buçuk yıl kadar önce Antalya’ya gider. Engin ve eşsiz bilgisini sadırdan satırlara dökmesini yâr yolu bekler gibi gözlediğimiz, Sadi Yaver Ataman’ın hayrülhalefi, “Dünyaya koro şefi olarak gelen” Adnan Ataman, “Kızım, Handan (Handa Tunca) der, ben gidemeyeceğim. Koro sana emanet.”Tıptaki otoritesi kadar, sanata ve sanatçıya saygısı da alkışlanmalara lâyık Hasan Yazıcı Hoca, konser başlamadan önce mikrofonu alır eline ve şunları söyler:


-Konser bitene değin yenilmeyecek, içilmeyecek.Konser, büyük bir saygıyla başlar; çıt çıkmadan devam eder ve öylece biter…


                                ***


Sipor yazarı Tevfik Ünsi’nin ruhu galiba rahmet istedi. Bir gün şöyle bir şey anlatmıştı:


“Galatasaray Lisesi’nde okurken, Menemencioğullarından bir hocamız vardı. Anlatılamayacak, inanılamayacak derecede nazikti, kibardı. Nasıl oldu bilemiyorum. Öğretmenlerden biri, kendisine “eşşoğlu….” diye hitap edince, Menemencioğlu’nun cevabı ne oldu, bilir misin?


-Zâtıâliniz efendim


 


     Mâniler


-Belediye başkanlarına


 Türkçeye saygı için


Olamaz senlik benlik


“Festival” de ne imiş


“Şenlik” deyiniz “şenlik”…


            *


Yüksek yeri neresi


Bilir misin Toros’un?


Sırma, Yudum yağları


Bay George Soros’un…


            *


Sosyete destek vermiş


“Golf halka inecek”miş


Eksik leğen örtüsü


Böylece gelecekmiş…


            *


Hayatında katiyen


Düşmanına acıma.


Kolestırolun düşsün


Derim Özden bacıma.


          *


Sıradan işler benim


Gönlümü avutamaz.


“Türkiye’de büyüyen


Türklüğü unutamaz.”


            *


Gerçekler örtülemez


Yoktur asla dönüşü.


Selman Can’ın tebliği


Bir balonun sönüşü.


*


Dillerde gezer ezgin


Gözlerden kaçmaz sezgin


Kalemine nur yağsın


Sevgili Nazan Sezgin.


            *


Sihir vardır diyorlar


Sazının her telinde


Kanun efsane olur


Baktagir’in  elinde.


            *


Yemişlerle dolu dal


Hem de halis süzme bal.


Ona şöyle demişler:


“Türkü söyle, Fatoş Çal!..”


            *


Benden gönül dolusu


Selâm söyle Ayla’ya.


Yakında gidiyoruz


“Layla değil yaylaya.” 1


            *


Sayıları şaşırdım


Eserlerini sayıp.


Mehmet Nuri ne zaman


“İstasyon” oldu “Kayıp”?.. 2


            *


Yemiş için gidelim


Hep birlikte bağçeye


Tebrik tebrik üstüne


Olsun bizden Tuğçe’ye.


            *


Kulak veriniz bana


Hülya, Süheylâ, Lâle


Günah-ı kebîr  3 olur


“Ricâl” 4 dersek “riçâl”e. 5


 


1) “Lailaya değil yaylaya gideriz”, Fatih Kısaparmak’ın sözü. Geçen sayımıza bakılabilir.


2) “Kayıp İstasyon”; Mehmet Nuri Yardım’ın eserlerinden biri.


3) Günah-ı kebîr: Büyük günah.


4) ricâl: Mevki sahibi kimseler, devlet adamları.


5) riçâl: Şekerle kaynatılan yemiş tatlısı. Murabba.


 


 


Horyatlar


Bahtı şen bahtı şen


Gönlü mutlu, bahtı şen.


İş dünyasında sultan


Sayın Tunca Bahtışen.


            *


Uz ele uz ele


Usta ele, uz ele


Horyat horyat selâmlar


Bizden İlter Uzel’e.


            *


Şen ele şen ele


Mamur yurda, şen ele.


Takdir takdir üstüne


Var Süleyman Şenel’e.


            *


Kara taya kara taya


Ak taya, kara taya.


Zafer zafer üstüne


Olsun hep Karatay’a.


            *


Yaylaya yaylaya


Yaylalarda yaylaya


Tarih öğrenmek için


Gidek Ali Yayla’ya.


            *


Işık sala ışık sala


Nur vere, ışık sala


Güller gibi haberler


Hep Gülşen Işıksal’a


            *


Kara hana kara hana


Gök hana kara hana


Bu yeryüzü dar gelir


Eminim Karahan’a.


               *


Ak yaza ak yaza


Kara değil ak yaza


Gönülden başarılar


Dileriz Hülya Akyaz’a.


            *


Ak yazımız ak yazımız


Ak olsun ak yazımız


Ne güzel bir ilçedir


Sevimli Akyazı’mız


            *


Çiftçi ye çiftçi ye


Doktor sen dur, çiftçi ye


Çalışkanlık ve gayret


Vergi Ayhan Çiftçi’ye


            *


Tatar aşa Tatar aşa


Özenir Tatar aşa


Ağız tadı bilirsen


Kaşık çal Tataraş’a 1


            *


Ay doğdu ay doğdu


Güneş battı ay doğdu


Güzel köy, güzel kitap


İnanınız Aydoğdu 2


            *


Bal tası  bal  tası


Balcıların baltası


Yedi kat arşa çıkar


Baltacı’nın baltası.


 


www.ufukotesi.com - 08 / 2006  

ufuk@ufukotesi.com

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.