Beyt-ül mal'den nemalananlar "Öyle değil, böyle" derdi, bıyık altından güler 'yemiş' gibi yapardık... Onlar harbi harbi yerdi... Kıptiler, nesebi gayri sahihler, buçuklar, koftiler bizden fazla 'bizci' olur çıkardı, oysa biz ‘saf’ adamlar gerçeği çok sonra çakardı... Devşirmeleri, dönmeleri bile bağrımıza basardık, onlarsa bizim üstümüze basa basa, ikbal merdivenlerini çıkardı... Bayrak gibi yaşardık be, gölgemizde çakalı, kurdu, kuşu...
Sen gittin ya 'Reis', hayat bildiğin minval üzre... Ha 'Pelitören', ha 'Canören' ne fark eder ki? Elbette yorgunuz... Kim bilir, 'Düşmüş Kale(m)ler' de mi, yoksa daha önce mi, onbininci kavgamızda 'gemiyi batırma' lafzıma yine itiraz etmiştin... Ben hep 'müzmin muhalif', sen hep yarına dair umut dolu... "Kim bu ciğeri beş para etmez adamlar?" diye çıkışımı hatırlıyorum... Nafile... Ne ben o gemiyi batırmayı başarabildim, ne sen yüzdürmeyi... Sonuç itibariyle, Dr. Yaşar Kalafat'a bir şükran borcum var benim. Sen de olsa olsa Çağrı, Çağla ve Zühal'e borçlusundur... Gerisi laf-ı güzaf...
Çalı, çırpı, ot, börtü, böcük, yiğitlik, şan, şöhret, merhamet, kin, öfke, umut, nefret... Daha tanışmamıştık; ben 'Temenye Plajı'nda denize girerdim. Sen 'Göl Öğretmen'de yazıya çıkardın. Tepeden tırnağa ıslanırdık Süleymaniye’de... Bu toprakları Türkiye, üstündekileri Türk sanırdık... Ben Ümraniye'nin, sen Tuzla'nın çamurlarına bulanırdın... Şöyle bir aynalarla yüzleşir, "Hayatın bir de bu yönü var" diye hayıflanırdık...
Beyt-ül mal'den nemalananlar "Öyle değil, böyle" derdi, bıyık altından güler 'yemiş' gibi yapardık... Onlar harbi harbi yerdi... Kıptiler, nesebi gayri sahihler, buçuklar, koftiler bizden fazla 'bizci' olur çıkardı, oysa biz ‘saf’ adamlar gerçeği çok sonra çakardı... Devşirmeleri, dönmeleri bile bağrımıza basardık, onlarsa bizim üstümüze basa basa, ikbal merdivenlerini çıkardı... Bayrak gibi yaşardık be, gölgemizde çakalı, kurdu, kuşu... Dedim ya, yer gibi görünürdük, yediğimiz sanılırdı...
Evet Reis! Hayatın en katı gerçeklerinden biri de ölüm mutlaka... 'Ölüm'e ve sonrasına iman etmiş insanlar olarak, nefsimiz dışında kimseye kötülük etmemeye çalıştık. Hikmetinden sual olunmaz, Rabbim seni gencecik yaşında aldı aramızdan... Dedim ya, biz bildiğin minval üzreyiz...
Merakını mucib olur diye hemen söyleyeyim; memleket ahvali bildiğin gibi... Yeniden 'İngilizce' kursuna yazılma yahut atıldığımız 'lisansüstü' eğitimine devam etme konusunda kararsızım. Zira, her tabelanın altına ecnebicesini yazmak bunların devr-i iktidarında sıradan bir hal aldı. E, iyi de oldu. Dil öğreniyoruz birader... Biliyorsun, on yılda bir 'darbe' geleneğinin yerini, on yılda bir 'ekonomik kriz' furyası aldı... İnsanları 'ümüğünden' yakalamak artık daha kolay.
Sıkılıyorum, daralıyorum, çok mu ciddiye aldık bu hayatı diyorum bazen... Alnı beş vakit secde görüp de, 'Jeepe binmeden ölmem' diye diretenleri gördükçe, niye yer ile yeksan olmadı ki bu düzen diye kahırlanmadan edemiyorum...
Neyse 'Reis' kafam karışık... Ardından bir yığın yazı, bir yığın ağıt yakılacak biliyorum... Bense hayıflanıyorum: Keşke biraz daha fazla kavga edebilseydik. Boşver riyakâr zeytin dallarını, timsah gözyaşlarını... 'Biz kırk kişiyiz, birbirimiz biliriz' demişler, şöyle yumruklarımızı sıkıp, alnımızda boncuk boncuk ter, "Kimin için, niye, neyi, neden" yapıyoruz diye yumruk yumruğa girişseydik birbirimize... Ben, yüzüne bakamadığım Çağla ve Çağrı'ya bakınca hep bunları düşünüyorum... Ve, "Bayrak gibi yaşadık" diyorum, gölgemizde kurdu, çakalı; cini, timsahı... Yemediğimiz halde, yer gibi gözüktüğümüzün altını çize çize...
Galata'da balığa çıkıyorum yine bu aralar... Son vapura kalmak, adet oldu... Gözlerim arar seni, omzunda çantan, yorgun argın ineceksin diye... Heyhat, nafile... Mavera'ya selam olsun, gün gelinceye dek... Hayat dediğin nedir ki, göz açıp kapamaktan öte...
Mevla’m mekânını cennet eylesin...
Yüzüstü hevesler
-Kemal'e-
Eylül durdu gözlerinde can dostum
Yürek hun olmuştur, yürek kan dostum
Çağla'ya çağlaya kalır kederin
Sen 'uçmak'ta hâlimize yan dostum
Bir garip, bir yoksul gecedir şimdi
Can bilmez, yetimlik nicedir şimdi
Hele yarın olsun bir gün ağarsın
Acın dile gelmez hecedir şimdi
Uzaktan uzağa siren sesleri
Bir ülkü devinin son nefesleri
Çağrı'sına cevap bekleyen yiğit
Yüzüstü bırakır tüm hevesleri
Al atların toynakları yaralı
Bozkurtların otağları karalı
Sanma ki yüzümüz güler bir daha
Bu acıyı gönlümüze saralı…
Hüznümüz kemale erse ne çıkar
Acının içinde başka acı var
Can deyip elini sıkmak istesek
Boşluğa takılıp kalır bakışlar