Doğan-Erdoğan kavgasını patlamış mısır yiyerek (acaba mısır dedim diye birine dokunur mu şimdi?) televizyondan ilgiyle izliyorum. Karşılıklı suçlamalar, şantaj iddiaları, müfteri karalamaları… Şaban Dişli olayı patlak verdiğinde “Nihayet CHP gerçek muhalefeti hangi kanaldan yapacağını anladı” diye avunmaya başlamıştım ki, gündem bir anda rayından çıktı.
Kurbağa ahvale bakıp dertlenmiş: “Konuşacak çok şeyim var… Fakat ağzımı açarsam su dolar diye korkuyorum…” Gelip dayandığımız nokta budur. Seyreyleyip göreceğiz, kim su yutmayı göze alarak bildiğini okuyacak, eteğindeki taşı dökecek…
Doğan-Erdoğan kavgasını patlamış mısır yiyerek (acaba mısır dedim diye birine dokunur mu şimdi?) televizyondan ilgiyle izliyorum. Karşılıklı suçlamalar, şantaj iddiaları, müfteri karalamaları… Şaban Dişli olayı patlak verdiğinde “Nihayet CHP gerçek muhalefeti hangi kanaldan yapacağını anladı” diye avunmaya başlamıştım ki, gündem bir anda rayından çıktı. Bir yandan Hilton arazisi, öte yandan Deniz Feneri. Kartlar açılmaya başlandı.
Hükümet-matbuat dengesi bu ülkede yıllardır ‘al takke, ver külah’ kıvamında sürüp gider. Sağır sultan bile haberdardır bundan. Kabul etmek gerekir ki, 80’lerin başında Özal’ın temelini attığı ‘basına kafa kol operasyonu’ sonraki iktidarlar döneminde de aynen sürüp gitti. Bedrettin Dalan’ın da gayretleriyle Babıâli’den İkitelli’ye sürülen basın, masabaşı bile değil, ekran başında kulağına üflenilenle halkı aydınlatmayı -uyutmaya mı deseydik- ilke edindi.
Kabul etmek gerekir ki, bu ‘fildişi kule’ye çekilmenin karşılığını da ziyadesiyle aldı. En azından medya kuruluşlarının faaliyet gösterdiği arsaların durumu buna basit bir kanıttır. Ardından kooperatif arazileri, özelleştirmelerden nemalanma, bir takım ihalelerle kaynak aktarımı… Büyük bir bölümü halkın bilgisi dışında kalan bu karşılıklı alış-verişler, tarafları tatlı-sert bir çizgide tutmaya yetti.
Gelinen noktada Erdoğan’ın çıkışı ile Doğan’ın duruşuna bakılırsa, köprüler atıldı denilebilir. Şimdi taraflar karşılıklı hasar tespitine başlamış olmalı. Doğan diyor ki, “Medya sektöründe benim rakiplerim Erdoğan’ın damadı ile eniştesinin başında bulunduğu kuruluşlardır. Sürekli aleyhimde yayın yapılıyor. Yasal bir şey istiyorsam bunu vermemek suçtur. Yasadışı bir şey istiyorsam ve bununla ilgili hukuki takibat başlatmamak da şantajdır ve o da suçtur…”
Erdoğan ne diyor, “CNN Türk’ün karasal yayınla ilgili bir sıkıntısı var mıdır? RTÜK Başkanı bu yüzden mi hedef haline getirilmiştir. Hilton’un arazisine rezidans yapma talebiyle bana gelmedin mi?” Kendi aralarında durumu bir aydınlığa kavuştururlar herhalde. Olmadı mahkeme yoluna gidilir, yargı kararını verir.
Elbette bu kavgalara konu olan ‘akçeli işler’in ucu vatandaşa dokunuyor ve daha da dokunacak. Lakin buradan iyi bir gelişme olduğunu da kabul etmek lazım. Öteden beri söylediğimiz gibi ‘özelleştirme’ adı altında elden çıkarılan kamu kaynakları üzerinde bazı şaibelerin olduğu artık su götürmez bir gerçek olarak karşımızda durmaktadır. Bazı tesislerin yok pahasına elden çıkarılmasına dövünen millet görmeli ki, iş bununla da bitmiyor… Nitekim satılmadan önce sürekli kâr açıklayan kuruluşların satıldıktan sonra sürekli zarara geçmesi, özelleştirildikten hemen sonra bazı tesislerin kapısına esrarengiz bir şekilde kilit vurulması cevapsız sorular olarak önümüzde durmaktadır. Medya patronlarının aslında nasıl birer ‘iş takipçisi’ oldukları bizzat birinci ağızdan itiraf edilmiştir. Tabi bu bağlamda sormak gerekiyor: Yüzbinlerce insana borç takanlar, şu anda kamunun hangi imkânlarından ve ne ad altında nemalanmaktadır. Yine kamu bankalarından alınan kredilerle ‘medya patronluğu’na soyunanların durumu nedir?
Devletin verdiği arazi üzerine, devletten çekilen kredilerle kondurulan plazalarda oturup, kukumav kuşu gibi bilgisayar ekranına bakan ‘babıtelli’ gastecilerinin bu sorulara yanıt vermelerini beklemek ham hayaldir.
Denir ya, “Herkesin bir hesabı var, bir de Allah’ın hesabı var” diye… Umudunu yitirme aziz milletim… İçinde yer almadığın bu kavga, muhtemelen senin lehine bir kapının açılacağına işaret…
Boş yere söylenmemiş ‘zulüm payidar olmaz’ diye…