İblis
Dîn, ismini mundarın “necis” koymuştur…
Şer, ismini temkînin “aciz” koymuştur…
Uğraşma, erenler de hidâyet veremez
Bir rûha ki İblîs, haciz koymuştur!
Ârif Nihat Asya
(Şairimiz, bilindiği gibi Türk halk edebiyatında eseriyle, etkisiyle yüzyıllar boyu saltanat sürer. Türk milletinin son derecede zengin olan hayal gücü ve gönül dünyası, onun hayatına ait bilgi kırıntılarını şiirleriyle bezeyip efsaneleştirir. Böylece halk arasında yaygın hikâye ve destanların yazılıp yayılmasına kapı aralanmış olur. Yapılan bilimlik araştırmalarda doğduğu, yaşadığı, gezdiği, dolaştığı ve öldüğü yerler hakkında çeşitli görüşler ortaya atılır. 16’ncı yüzyılın başlarında ömür sürdüğü kabul edilir. Ortaya birkaç adaşı çıkar. Bütün bunlar onun sevildiğini, benimsendiğini gösterir. Söyleyişi rahattır, içtendir, açıktır, akıcıdır; zamanın tahribine rahatça karşı koymaktadır. Aşk ve tabiat şiirleri yazdığı; duygularıyla, hayalleriyle yaşadığı; yazın yaylalara çıktığı, kışın kışlaklara indiği; “ılgıt ılgıt esen seher yelleri”nden söz ettiği; taşıyla toprağıyla, börtü böceğiyle, yemişiyle, çamuruyla çiçeğiyle, çirkiniyle, güzeliyle bu toprakların betini bereketini gönül gergefinde oya oya işlediği, nakış nakış süslediği; “gerdanı bir karış püskürme benli”ye, “ak gerdanlı”ya, “güvercin duruşlu”ya, “keklik sekişli”ye, “selvi gibi nazlı salınışlı”ya, “ceylân bakışlı”ya, “inci dişli”ye gönül düşürdüğünden bahsedilse de, sırasında arslanlar gibi kükrediği de görülür: “Hazır ol vaktine Nemse Kıralı/Yer götürmez asker ile geliyor.” Öksüz büyüdüğü, karayağız ve yoksul çocuğu olduğundan ötürü “Karacaoğlan” diye anıldığı söylenir. 17’nci yüzyılda Ali Ufkî’nin “Mecmua-i Sâz ü Söz”ünde yer alır. Şöhreti Osmanlı’nun pâyitahtına kadar erişir. “Yüce dağda bir bölücek kar idim/Garbî değdi erim erim eridim” diyecek derecede de alçak gönüllüdür. Karac’oğlan bu!.. Anadolu Türkleri onunla sevindikleri, neşelendikleri gibi; sayrı olduklarında “Üstüme bir Karacaoğlan okuyuverin!..” diyecek derecede deyişlerini şifa verici saymışlardır. Böyle bir şiir sevgisi dünyanın neresinde, tarihin hangi çağında görülmüştür?!!)
“Âleme sultansın, vezirsin kendin./Gönül sana akıl erdiremedim” diye gönlünden yakınan Karac’oğlan biraz da olsa soluklanmıştı. Dönüp “Yiğit yiğidin kardaşı/At yiğidin öz kardaşı” deyip atına baktı ve şunları söyledi:
Atım, kalk gidelim dağdan yukarı.
Böyle dağlar koç yiğide dağ olmaz.
Yedi yerden yaralarım sızılar,
Bu yarayı çeken yiğit sağ olmaz.
Meyva vermez selvi ile söğüdü.
Ben de sana verse idim öğüdü.
Elleri koynunda gezen yiğidi,
Yiğit mağrur gezmeyinen beğ olmaz.
-Güzel sevmek hakkında neler söylemek istersiniz?
Ne bilir güzelin sevmesin ahmak?
Sevaptır güzelin yüzüne bakmak.
Fırsatın bulup da yanaktan öpmek,
Can cefa götürmez tez, kara gözlüm.
Bunları söyleyen şair, bir soru yöneltti:
Nasıl methedeyim sultânım seni (1)
Biraz durduktan sonra devam etti:
Belh’i, Buhara’yı değer gözlerin
Doğrusu bu ya; merak etmekten kendimi alamadım. Onlar nasıl göz ki şairi böyle konuşturuyor?.. Ben meraktan kıvranırken o devamla:
Bütün Türkistan’ı değer gözlerin, dedikten sonra da coştu:
Hâsılı cihânı değer gözlerin.
1)Karacaoğlan, Mustafa Necati Karaer, Tercüman 1001 Temel Eser, İstanbul ?
Mâniler
Ne inim ne de cinim,
Mütevazı kişiyim.
Altın madalya aldı
Ramazan’ım, Şâhin’im.
Diyalog safsatası
İhanetin nihanı…
Diyalog diye diye
Uyuturlar cihanı.
Hayran kaldı gönülden
Gencimiz hem kocamız.
Kalemine nur yağsın
Yümni Sezen hocamız.