Herkes herkesten daha çok, daha ayrıntılı bilince çözümlemeler çeşitliliğini yitirmekte; uzlaştırıcı, bağdaştırıcı düşüncenin yerine “Dahanın da dahası var” anlayışı egemen olmaktadır. Bu demagog hileleri doğrudan doğruya dinleyenlerin akıllarını da çelici olmaktadır. Kamuoyunun içinde debelendiği kirli bilgi atmosferinin kavramsal bataklığı tekrar “daha fazla ışık” bağırıp durmaktadır.
Dün gece rüyada kapısında “daha” tabelası asılmış bir eve girdiğimi gördüm. Evin içindeki tozlardan evde henüz kimsenin olmadığı belliydi. Her taraf toz toprak içindeydi ve örümcek ağları her yeri sarmıştı. Daha birkaç dakika geçmeden ayağımın altındaki tahtaların çatırdadığını hissettim. Kapıdaki “daha” yazılı tabelayı hatırlayınca “daha neler olacak” diye düşündüm. Daha kötüsü olabileceğini de düşünürken evin içindeki direkleri aradım. Daha kendimi toparlar toparlamaz tahtalardan biri kırılıverdi. Aklıma korkup korkmadığım geldi. Bunlardan daha da önemlisi cesaretimi kaybetmeden evin dışına çıkmaktı. Fakat bunu bir türlü beceremiyordum. Aniden tavanın çürük olduğu ve başıma düşeceğini düşünür düşünmez kendimi evin bahçesinde buldum.
Tekrar kapının üzerindeki tabelayı görünce “daha iyisi can sağlığı” diyerek şükrettim. Daha neler olabilirdi ki! Daha daha diye mırıldanırken aklımda kendi memleketimin manzaraları biçimlenmeye başladı. Bu manzaralar, daha çok, sisli bulutlar arasından görülen ağaçlar gibi çarpık çurpuktu. Biçimleri bozulduğu gibi anlamları da zihnimin içinden belli belirsiz daha uzaklara gitmekteydi. Bunları seyrederken içimden bir ses “bunların dahası da var” der gibiydi.
Aklım başımdan gitmişti. Tabelayı gördükçe bahçeden de kaçıp gitmem gerektiğini düşünürken çaresizliğin sıkıntıları da canımı daha beter hale getiriyordu. Darmadağın olan düşüncelerimin hiç de yeterli olmadığı aklıma gelince rüya görüp görmediğimi düşünürken sıkıntıyla uyandım. Böyle bir rüya hikâyesini okuyan herkes “daha neler neler, ne zırvalar” diye düşünebilir. Ancak bu evrende daha zarfı ve dahi edatını insanoğlu kullanır. Bu yüzden iyi-kötü, güzel-çirkin, doğru-yanlış, gerçek-gerçek dışı boyutları dikkate alınmaz; daha iyi-daha kötü, daha güzel-daha çirkin, daha doğru-daha yanlış, daha gerçek-daha gerçek dışı olay ve olgular insan davranışlarında boy gösterir. Saf iyi yok, daha iyi vardır. Tartışmalı ve gergin kamuoyunda “daha” sözcüğü kendini cennette saymakta ve mutluluktan uçmaktadır. Her tartışan tartıştığı konuyu “ben biliyorum” tutumuyla ele alırken karşı taraf “hayır, ben senden daha çok biliyorum” diyerek tepki vermektedir. Bunun sonucunda “daha daha, dahanın da dahası” olan horoz dövüşleri seyredilmektedir. Herkes herkesten daha fazla bilmekte, daha da iyisini bilmekte, fakat ortalıkta gerçeklik kaybolmaktadır.
Herkes herkesten daha çok, daha ayrıntılı bilince çözümlemeler çeşitliliğini yitirmekte; uzlaştırıcı, bağdaştırıcı düşüncenin yerine “Dahanın da dahası var” anlayışı egemen olmaktadır. Bu demagog hileleri doğrudan doğruya dinleyenlerin akıllarını da çelici olmaktadır. Kamuoyunun içinde debelendiği kirli bilgi atmosferinin kavramsal bataklığı tekrar “daha fazla ışık” bağırıp durmaktadır. “Milletler aynı temelde, aynı zihinsel süreçleri ve yapıları geçirir ve yapılandırır” anlayışında olanlar, başka milletleri örnek göstere göstere, daha da daha diye diye, kamuoyunda kafa karıştırıcılık yapmaktadırlar. Daima vurgulanan görüş, hep daha geri olduğumuz, daha kötü olduğumuz, dahası hiç iyi bir iş yapamayacağımız biçimindeki olumsuz daha sözcükleriyle kurulan cümlelerdir. Oysa milletimiz daha ileriye bir adım atma özlemiyle yanıp tutuşmaktadır.
Dilimiz ve dinimizle evreni tanıyıp bilme sınırlarımızı daraltanlar, hep daha kötü fotoğrafları milletimize sunmaktan bıkmamışlardır. Milli düşüncemize bir düzen ve kavrayış getirme ülküsüyle yanıp tutuşanlar, daha işin başında daha karamsar gözlük takmak zorunda bırakılmaktadırlar. Gelişkin bir zihinsel eylem ve etkinliğe sahip kişiler, çelişkili görüş açıları arasında daha sözcüğü dayatılarak niyetlerinden vazgeçirilmektedir.
Ninelerimiz eve misafir gelince “Evladım, karnını doyurmadan önce gözünü doyur” diyerek misafirlere hizmet edenlere bir kuralı hatırlatırlar. Bu kural ihtiyaç ile isteklerin farklı olduğu kuralıdır. İhtiyaçlar doyurulunca biter. Misafirin karnı doyunca açlığı sona erer. Ama gözün açlığı bir tutku ve bir istektir. İhtiyaçlarla istekler aynı şeylermiş gibi düşünüldüğünde insanlar hayvan derekesine indirilmektedir. İhtiyaçlar çok doyurulduğunda bıkkınlık ortaya çıkar. Fakat arzu ve istekler sonsuz kadar bitmez. Onun için atalarımız “Gözünü toprak doyursun” deyimini üretmişlerdir. İstekler “daha” sözcüğünün egemenlik alanındadır. Dilencinin isteği zengin olmak, padişah olmaktır. Hizmetçinin isteği evin sahibi olmaktır. Dahanın da dahası, dahadan dahaya daha kadar da uzanır.
Bütün davranış bilimleri ve her türlü psikoloji, sosyoloji ve felsefe kitaplarında sunulan soyut insan anlayışında “daha” sözcüğü yokmuş gibi görülmektedir. Dolayısıyla insanla ilgili sorunların çözümünde insanı doğru tanımak temel hareket noktası olmalıdır. Örneğin anne, çocuğunu sever. Hem de çok sever. Fakat çocuk “daha çok sev beni” tutumundan hiçbir zaman vazgeçmez. O, daha sözcüğünün içeriğini çok iyi kavramış, iyi bir sömürücü olmak yolundadır. İhtiyaçlarının değil, arzu ve isteklerinin “daha” iyi doyurulmasının peşindedir. Anne babalara “çocuklarınızı seviniz” mesajı verilirken çocukların “daha daha, daha fazla ver” tutumuyla davranacakları da unutulmamalıdır. Eğitimciler bir kere ağızlarını açtılar mı sevgiden söz ederler de ederler. Çocukların “sen dur da biraz da ben sevgi alayım” tutumlarını görmezden gelirler. Atalarımızın “El verince kol da gider” sözü de ne kadar doğrudur. Azıcıktan bir şey çıkmaz anlayışıyla davranıldığında, biraz ödün verilince “biraz daha, biraz daha” tutumu devreye girer. Azıcık borç bir müddet sonra “biraz daha borç ver”e dönüşür.
Rüyadaki “daha” tabelasının çağrıştırdığı bu düşünceler, mutluluk düşüncesinde de “daha çok mutluluk, daha çok huzur” tutumuna dönüşür. Artık gerçeklik, yüzlerin ve sözlerin de belirsizleştirdiği bir bataklığa benzer. “Daha” sözcüğünün egemen olduğu “saçma sözlerin saçma düşünceleri” zihinlerde “daha daha” nakaratıyla yerleşir. “Daha”nın evreninde yaşadığımızı unutmadan “daha” silahının yüzyıllarca milletimize doğru çevrildiğini, batı kültürünün kültürümüzden hep “daha daha” diyerek nice ödünler kopardığını herkes gayet iyi bilmektedir. Kişiler arası, milletler arası ve milletler üstü ilişkilerde daima “daha” sözcüğünün içeriğiyle ilişkiler kurulduğu ve kurulacağı unutulmamalıdır. Dahadan çıktık yola selam verildi sağa sola, dahadan dahaya varıldı. Daha var mı diye sorula?
Ver bir daha, vermem bir daha, ver daha fazla, veremem fazla, aldın da aldın, vermedin de vermedin, bir daha sana hiçbir şey yok. “Daha” sözcüğü görüldüğü gibi rekabet toplumunun, özetle açgözlü insanın sihirli, her kapıyı açan ve bu insanın iç dünyasını yansıtan bir sözcüktür. Daha yükseğe, daha hızlı, daha ileri ve daha yukarılara tırmanma tutumuyla daha statülü ve daha saygın hale gelme çabasının da temel göstergesidir. Günümüz insanı daha sözcüğünün esiri olmuştur. Bu yüzden günümüz insanı tetikte durarak “daha doğru yer, daha doğru zaman, daha doğru durum, daha doğru malzeme ve sermaye” ile daha doğru sorular sorma evreninde yaşamak zorunda olduğum bilincine varmalıdır. Kanaat, şükür ve hamd etmek ortadan kalktı. Daha daha hariç…