Bildiğiniz gibi hadiselerin bir görünen yüzü, bir de görünmeyen yüzü var. Görünen yüz çoğu zaman yanıltıcı olabiliyor. Bazen gereksiz bulunduğundan, bazen korku ve yılgınlığa sevk etmemek, bazen de dışarıya daha olumlu bir imaj çizmek için kamuoyu yanlış yönlendiriliyor. Olsun, devletin alî menfaatleri söz konusu olduğunda böyle olabilir, diyelim. Evet ama gözden kaçanlar veya kaçırılanlar devlet ve millet için hayati meseleler olduğunda ne yapacağız?
Mesela biz Kıbrıs’ta çözüm isteyen taraf olduğumuz halde, çözüm istemeyen-teslimiyet içinde bir toplum yaratıp onu asimile etmek isteyen-Rum politikaları doğrultusunda olumlu bir kamuoyu oluşturulmaya çalışılmaktadır. Erdoğan, Talat ve ekibinin göz yumduğu hadise, Kuzey Kıbrıs’ın, Türklerin Rumların kucağına bırakılmasıdır. Türkiye’nin dışarıya olumlu, yapıcı, çözüm üreten bir devlet görüntüsü çizmesine, Denktaş gibi bunun önünde engel olarak gözükenlerin tasfiyesine çalışılmış ve maalesef bunda başarılı olunmuştur. Türkiye olumlu bir imaj çizsin, evet ama, Rum’ların, Enosis’i, KKTC içinden beynini yıkadığı, satın aldığı kişiler vasıtasıyla gerçekleştirme çalışmalarına kim dur diyecek? “Yaşasın Tek ülke için ortak savaşım”,”34 yıllık tutsaklık son bulmalı” (Birleşik Kıbrıs Gazetesi, sayı 240) diyen Rum şakşakçılarına kim dur diyecek? Gençliği Rumperest hale getirenler, Türk menfaatlerine aykırı davranıyor ve aynı zamanda KKTC’nin ortadan kalkmasına göz yumuyorlarsa bunun hesabını kim verecektir?
Yine Türkiye’de İslamcı görünen bir iktidar varken, Türkiye’de misyonerlik faaliyetlerinin hiç görülmedik bir şekilde hız kazandığını görüyoruz. Rum Patrikhanesinin, Yunanistan’ın sınırsız imkânlarla İstanbul’da, Fener’de toprak satın aldığını, mevcut Bizans eserlerinin onarımı için AB fonlarının harekete geçirildiğini, Vatikan benzeri bir yapılanma için zemin hazırlandığını biliyoruz. Kendisi de bir Hıristiyan Türk olduğu halde Hıristiyan Misyonerlerine karşı ciddi mücadele veren, Fener’in oyunlarını deşifre eden Sevgi Erenerol bildiğiniz gibi Ergenekon soruşturması kapsamında Yunan Başbakanının Türkiye’ye gelişinden bir gün önce gözaltına alındı. Alınsın, suç işlenmişse, dahli varsa cezasını da çeksin. Evet ama, onun, fitne ve fesat yuvalarına karşı yürüttüğü mücadeleyi kim yürütecek? Misyonerlik faaliyetlerinin takip edilmediğini, gençliğimizin gittikçe yoldan çıktığını görmüyorlar mı?
Geçen gün TRT 1 kanalında bir reklam seyrediyorum; reklamda düğünde damadı bırakıp kaçan gelin anlatılıyor. Bu ne kepazeliktir. Hiç mi denetimden geçmez bunlar. Bu millet bu kadar sahipsiz bırakılır mı? RTÜK ve benzeri kuruluşlar sağ gösterip sol vururken bunlara kim dur diyecek?
Maksadımız görünenin arkasında görünmeyenlerin olduğunu, bunlara bakılması gerektiğini anlatmaktır. Yoksa kimse bizim babamızın oğlu değildir. Milletimizin menfaatlerinin korunmadığını, buna rağmen milletin menfaatleriyle ilgili alanların boş bırakıldığını söylemeye çalışıyoruz.
Milletin mukaddesatını koruması gereken devlettir. Yöneticilerdir. Aydınlardır. Gençlerdir. Sivil toplum kuruluşlarıdır. Mukaddes bilinen değerler gittikten sonra geriye bir şey kalmaz. Bir yandan bazı değerler korunup bir yandan gelişme sağlanabiliyorsa gelişmeler hoş karşılanabilir. Ama durum böyle değil. Hiçbir değer korunmuyor. Hiçbir gelişme yok. Büyük devletlerin taşeronluğu yapılıyor. Milletin gözü boyanıyor. Fındıkkabuğunu doldurmayacak konular gündemi istila ediyor, ama gündeme gelmesi gereken konular göz ardı ediliyor, unutturuluyor. Üstelik bunu yapanlar suret-i haktan görünüyorlar.
Kıbrıs avucumuzdan usulca çıkıp gidiyor. Gençliğimiz, çocuklarımız misyonerlerin propagandası altında eriyor. Fitne fesat yuvaları, bölücüler adım adım hedeflerine yaklaşıyor.
Milletin gerçek gündemini gözler önüne sermeyenler: Bu gemi battığında siz de batacaksınız.