Saraybosna’dan sonraki hedefimiz Fatih’in şehri Travnik’e doğru hareket ettik. Yol üzerinde ilk durağımız Ahmiç köyü oldu. Bu köyde iç savaş sırasında Sırp caniler yaşayanları camiye doldurarak yakıp öldürmüşlerdir. Kalan köylüler camiyi tekrar yapmaya başladılar. Sonradan yayınlardan gördüğüm kadarı ile cami tamamlanmış ve önüne yakılarak şehit edilen insanların listesi konulmuş.
Bu köyde yaşananlar Sırp vahşilerinin yaptığı soykırımın en hafif örneklerinden biridir. Bundan kat kat daha acımasız olanlarını Bosna’nın diğer bölgelerinde yapmışlardır. Katliam ve soykırım dünyaya batı ülkelerinin hediyesidir. Çünkü bunu atalarından öğrenmişlerdir. Aynen Mora’da 1821’de Rumların Türkleri acımasız bir şekilde soykırıma uğrattıkları gibi. Orada da Türkleri üst üste odun yığınları gibi yığarak öldürüp daha sonra da yakmışlardır. Tarih bunlara tanıktır. Aynı yakarak öldürme olayları maalesef bu yıl Almanya’da Türklere karşı yine tekrarlanmıştır. Batı bunu her zaman yapacaktır. Ne zaman yapmaz? Siz tarihe değer verip ondan ders alırsanız o zaman tarih tekerrür etmez. Ahmiç köyünde şehit edilen Müslüman kardeşlerimiz için dualar okuduktan sonra yolumuza devam ettik.
Travnik sular ve minareler şehri olarak anılmaktadır. Çünkü şehirde eğer sayarsanız 17 tane minare olduğunu görürsünüz. Ortada Laşva nehri ve Bosna yolu şehri ikiye bölmüş durumdadır. Travnik bu nehrin sağında ve solundaki dağların yamaçlarına kurulmuş bir şehir. Bir rivayete göre bu şehri Fatih kurdurmuş. Şehrin sokaklarında gezerken her taraftan suların şakır şakır aktığını görüyorsunuz ve o su sesleri sizi dinlendiriyor. Travnik’te ilk durağımız şehrin girişindeki Elçi İbrahim Paşa Medresesi oldu. 1706 tarihli olan bu medrese bugün İmam Hatip Okulu gibi hizmet veriyor. Medreseye girişte kapının hemen yanında Fatih Sultan Mehmet Han’ın Bosnalı Hıristiyanlar için verdiği koruyucu nitelikli fermanı gördük. Medreseden sonra doğruca karşı tepedeki Osmanlı Türk kalesine gittik ve içindeki yıkık Osmanlı camisini de ziyaret ettik. Kaleden şehre bakarken gökyüzünü deler şekilde yükselen minareleri seyretmenin tadını anlatmam mümkün değil. Kaleden sonra sokak aralarından yürüyerek öğle namazını kılacağımız Alaca Camisine geldik.
Travnik şehrine Osmanlı Türk mührünü vuran üç büyük eserden biri ve en önemlisi Alaca Camisidir. Şehrin merkezindeki bu caminin diğer adı Süleyman Paşa Camisidir. Balkanlarda dış cephelerinde süslemeler olan camilere Alaca Camileri denir. Bunların en ünlüleri 3 tanedir. Bunlardan biri Tiran’daki Ethem Paşa Camisidir. Diğeri ve en güzeli ise Kalkandelen’deki Alaca Camisidir. Travnik Alaca Camisi 1757 yılında Bosna Veziri Sopasalan Kamil Ahmet Paşa tarafından yaptırılmıştır. Caminin dış yüzey süslemeleri çok güzeldir. Bana göre sadece bu camiyi görmek ve burada bir vakit namaz kılmak için bile Travnik şehrine gelmeye değer. Travnik’te bulunan diğer tarihi eserleri gördükten sonra yemeğe geçtik. Yemeğimizi Bosnalı ünlü bir yazarın Travnik’teki lokantaya çevrilen evinde aldıktan sonra çayımızı da yeşil su başında içtik. Burada Travnik Belediye Başkanı ve şehrin diğer ileri gelenleri ile bir saatlik bir sohbet yaptık. Sohbette başkan “burası sizin evinizdir. Kendinizi evinizdeki gibi hissedin. Biz de sizin kardeşleriniziz. Çünkü buranın yarısı da İstanbul’dadır” diyerek çok duygusal bir konuşma yaptı. Hepimiz gözü yaşlı bir şekilde Saraybosna’ya geri döndük.
Gezimizin son durağı ise köprüsü, Alperenler Halveti Tekkesi ve Poçitel Türk köyü ile ünlü Mostar şehri oldu. Mostar Osmanlı’nın Avrupa’daki en önemli şehirlerinden biridir. Saraybosna’dan namazla birlikte yola çıktık. Yemyeşil ormanlar arasından ve nehir kenarından ilerlemekte olan ilginç tiren yoluna yer yer paralel seyrederek yolumuza devam ettik. Adeta Karadeniz bölgesinde seyahat ediyor gibiydik. Nefis bir yolculuktan sonra ilk durağımız Blagay’da Bujna nehrinin kaynağının yanındaki Alperenler Tekkesi oldu. Tekke ana yoldan biraz içerde çok muhteşem bir kayanın altından çıkan suyun kenarına kurulmuş. Bu tekkeyi Türklerin en büyük tarikat önderi Yesevi Tarikatının kurucusu Türkistanlı Hoca Ahmet Yesevi’nin öğrencisi Sarı Saltuk kurmuştur. Bu tekkeler sayesinde İslamiyet Avrupa’ya Osmanlı’dan önce girmiştir. Tekkeler ortamı hazırlamış ve Türkler Balkanları kolaylıkla almışlardır.
Alperenler Tekkesi tipik Safranbolu evleri özelliğinde yapılmış sade bir konak. Tekkenin misafirlerin ağırlandığı bölümünde oturarak ikram edilen çayı içtik ve bir süre sohbet ettik. Daha sonra öğle yemeği için tekkenin karşısındaki bir lokantaya oturduk ve balıklarımızı sipariş verdik. Bir yandan balığımı yerken diğer yandan tekkeyi izlemeye başladım. Birden Türkistan’ı Hoca Ahmet Yesevi Külliyesini düşündüm. Sarı Saltuk’ların buralara gelişlerini düşündüm. Ta Türkistan’dan çıkacaksın. Bazen at sırtında bazen yürüme insanlarını hiç tanımadığın bölgelere geleceksin. Kaya diplerinde tekkeler kuracaksın ve yaşam sitilinle İslam’ı tebliğ edeceksin. Tek koruyucun yüce ALLAH’TIR. Ahmet Yesevi Hazretlerinin 100 bine yakın öğrencisi İslam dinini tebliğ için dünyaya dağılmıştır. İşte Blagay’daki Sarı Saltuk da onlardan biridir. Onların sayesinde Türklerin çekilmesinin üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen İslamiyet Balkanlarda hâlâ tüm canlılığı ile yaşamaktadır. Bu duygular içinde yemeğimizi bitirdikten sonra Mostar şehrine doğru yola çıktık.