Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Hedef

 
Ünal Bolat

Sizce hangi taraf kazanacak?


Sanıyoruz ki ülkedeki gerilimin kaynağı laik – irtica mücadelesi. Ya da diğer tanımıyla, var olduğu iddia edilen Cumhuriyet düşmanlığıyla buna karşı verilen milli mücadele refleksi. Bu kavramlar, tüm kurumları politize olmuş bir ülkede içi boşaltılmış maske kavramlardır.

Esasında bu kavga Osmanlının son dönemlerinden tevarüs eden, Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra da son 30–40 senedir “sağ- sol” diye ad değiştiren bir hizipleşmenin şimdi yeniden devlet yönetim kadrosuna sirayet etmiş halidir.
“Erk”i elinde tutma kavgasıdır.
Bu illetin tarih boyunca tedavisi olmamıştır, bugün de yoktur.
Sanmayın ki artık 1980 öncesindeki gibi “sağ – sol” diye birbirini boğazlayan öğrenciler yok.
Bugün -bir araya gelip- o günün yanlışlarını konuşan üç beş uç örnek sizi yanıltmasın.
O günün gençleri bugünün yöneticileridir.
Ve de bastırılmış öfke ve hınçları olanca yoğunluğuyla fırsat beklemektedir.
Devlette bir şekilde yetki sahibi olan bu zihniyet yetkisini ideolojisine ram etmiş ve şahsında, bulunduğu konumu da kurumu da icraatı da politize etmiştir.
Bu “hınç” fitnesiyle yetişen bu ülkenin evlatlarının –büyük çoğunluğu – ne acı ki yönetici olduğu konumunu, karşısındaki farklı düşünenden hıncını almaya ram etmektedir.
Öğrencilik yıllarından beri beyninde yaşattığı ideolojisi ne ise bugünkü imkânını o ideoloji arzusuna göre kullanma peşindedir.
O bakımdan böyle bir hıncı yaşatan kişi için milletvekilliği, bakanlık, başbakanlık, cumhurbaşkanlığı, anayasa mahkemesi, yargı, medya, rektörlük, sendika… Aklınıza ne kadar kurum ve kuruluş gelirse hepsi birer “mevzii” konumundadır.
Bu makamlara bir şekilde gelen dünün gençleri, kendini birer “mevzii” kapmış gibi hissetmektedir.
Hepsinin birinci önceliği kapmış olduğu mevziiyi ne pahasına olursa olsun korumak, ikinci önceliği de karşı mevziiye hâkim olanı ne pahasına olursa olsun o mevziiden uzaklaştırmaktır.
Sonra o mevzii de ele geçirmek.
O bakımdan hiçbiri, ne bulunduğu veyahut hücum ettiği mevziinin –makamın, kurumun- yara alacağını ne de itibar kaybedeceğini düşünmektedir.
Bu fitne, bu ideolojik kin illeti sebebiyle Türkiye’de her şey formalite haline gelmiştir.
Esas olan birbirine tahammül edemeyen zihniyete sahip kimselerin birbirine düşmanlığıdır.
Gündemden hiç düşmeyen türban konusu örneğine bakalım. Düşünebiliyor musunuz?
Bir Cumhurbaşkanı (Sezer’in) atadığı tüm rektörler sanki tornadan çıkmış gibi türbana karşı tavır alanlardan oluşurken aynı makamda diğer Cumhurbaşkanı (Gül’ün) atadığı tüm rektörler tornadan çıkmış gibi türbana tavır almayanlardan oluşmuştur.
O zaman “Cumhurbaşkanlığı” makamını dolduran “Cumhurbaşkanı”nın ve “Rektörlük” makamını dolduran “rektör”ün “makamlarını” ideolojisi dışında değerlendirdiği söylenebilir mi?
Hukukta bile alınan kararlar hem karar alıcılar hem karara muhatap olanlar açısından aynı şekilde tarafgir değerlendirilmektedir.
Yine gündemdeki gözaltı süreçlerinde aynı “gazeteci”, aynı “politikacı”, aynı “kumandan” için bir zihniyet “kahraman” sıfatıyla övgü yağdırırken bir başka zihniyet “vatan haini” gibi taban tabana zıt bir yergiyi esirgememektedir.
Bazıları “Ne yani muhalifine fırsat mı verecekti?” diyebilir ki bu zihniyet ideolojik radyasyona maruz kalmış zihniyettir.
Demek ki Türkiye’deki bütün kurum ve kuruluşlar “kurum” olmaktan çıkmış, kişilerin ideolojisini yerine getirmek için değerlendirilen bir mevzii olmuştur.
Bu bir ideolojik illettir.
Bu illet sebebiyledir ki, bireysel başarı söz konusu olmaktan çıkmış, liyakat yok olmuştur.
Aksine bir ideolojinin içinde olmak bireysel tüm hataları da gizlemeye yetmiştir.
Çünkü sosyal dokuyu kamplara bölen ideolojiye ait üst kadro ve liderler kendi tarafında olanın yaptığı en fahiş hataya bile göz yumar iken karşı taraftan birinin tartışmasız başarısına bile leke sürebilmektedir.
Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyetinde verilen kavga laiklik, türban, cumhuriyet, şeriat gibi kavram kavgası değil, bu kavramların arkasına sığınarak karşıt düşünceyi bertaraf etme ve yönetim “erk”ini elinde bulundurma kavgasıdır.
Ergenekon denilen ve önü arkası belli olmayan süreç de temelde aynıdır.
Bu düşünce iflah etmez bir illettir. Bu illetten kurtulmak mümkün değildir.
Osmanlı bu illet sebebiyle cihan devleti olma kudretini yitirmiş ve yok olmuştur.
Türkiye Cumhuriyetinde de bu illet sebebiyle devlet yönetimi çözümsüzlüğe kilitlenmiştir.
Bize üçyüz yıl öncesinden bu fitneyi atanlar şimdi etrafımızdaki coğrafyayı şekillendirirken, biz hala birbirimize “haddini bildirme”nin –güya- hazzını yaşıyoruz.


unalbolat@netbulmail.com

Bu yazı toplam 3013 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002