Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Bamteli

 
Aydil Erol

Cengiz Aytmatov


Hani bir Batılı, Fıransız şair Louis Aragon, Aytmatov’un Cemile adlı hikâyesi için ne demişti: “Dünyanın en güzel aşk hikâyesi”… O, şöhretini yıllarca “Nobel adayı” diye şişirmelerle, “pompalamalarla” değil; aparmalarla-aşırmalarla değil, hısım-akraba kayırmalarıyla değil, tırilyonlar dökülerek yapılan tanıtımlarla, bütün otobüs duraklarına asılan 58 renkli posterleriyle hiç değil; kalemiyle, kafasıyla, birikimiyle, sanatıyla, alnının teriyle yaptı…

Medenî bir durumda bulunan bir halkın menfaatlerini elde edebilmesi için ne suretle zihin yorduğu düşüncelerine tercüman olan gazetelerin dilinden belli olur.
Şinasi

Şöhretin doruğuna-dorasına pek bilinen bir söyleyişle “tırnaklarıyla kazıya kazıya” çıktı… “Anasının ak sütü gibi temiz ve helâl” olan şöhreti, eminiz, dünya durdukça yaşayacaktır. Onun sâyesinde Türk edebiyatı “Dünyada ben de varım!..” diyebildi. Bunun içindir ki, yayın danışmanımız; etiketiyle değil, ehliyetiyle araştırmacı olan sevgili Dr. Yusuf Gedikli Hoca’mız, “Uluslararası Atatürk Barış Ödülü Cengiz Aytmatov’a verilmeli!” (Ufuk Ötesi, haziran 2003) derken yerden göğe dek haklıydı…
“Selvi Boylum Al Yazmalım” ile “Cemile” ile “Yüz Yüze” geldik; “Oğulla Buluşma”nın ardından “Asker Çocuğu”na baktık; “Cengiz Han’a Küsen Bulut”un altında “Beyaz Yağmur”a yakalandık. “İlk Öğretmen” ile “Kızıl Elma” dedik.“Toprak Ana”da “Yıldırım Sesli Manasçı”yı dinledik; (dünyanın en büyük ve yaşayan tek destanı olan Manas’a bir yol daha hayran olduk.); “Sultan Murat” ile “Deniz Kıyısında Koşan Ala Köpek”e bakıp “Beyaz Gemi”yi seyrettik. “Dişi Kurdun Rüyaları”ndan sonra şöyle dedik: “Gün Olur Asra Bedel”.
Yalnız biz Türkler değil, bütün dünya “mankurt”u, “zombi”yi, “közkaman”ı, “iksfert”i ondan öğrendi.
Özel bir uygulamayla beyin fonksiyonlarını yitiren “mankurt”, geçmişini, kim olduğunu, anasını, babasını, her şeyini, ama her şeyini unutur. Kendisine ekmek veren efendisinin kölesi olur. “İksfert” de tıpkı mankurt gibi köledir ve kendisine verilen emri hiç düşünmeden uygulayacak derecede gözü kara yetiştirilir. Meselâ, bir devlete nükleer bomba atılacaksa bunu iksfert yapacaktır. Çünkü onun soyu sopu, ailesi, kişiliği yoktur; vatanı ise ona tüp içinde hayat vermiş bir sistemdir.
İnsanı, en büyük serveti olan aklını kullanamayacak hâle getirip kula dönüştürmenin usullerinden birine de “zombi” denir. Kişi oğlunu zombi’ye çevirmenin tarihi çok eskilere dayanır. Şüpheli kabile reisleri, bedava köle sahibi olmak arzusuyla, insanoğlunun aklının ucundan bile geçiremeyeceği bir yöntem keşfederler. Afrika akarsularında yaşayan çift dişli balığın sırtında bulunan zehirli kılçığı istenilen kişinin yemeğine katmak yeterlidir. Canlı cenazenin vücudu sağlam; ama ne adını bilir, ne anasını babasını, ne de doğduğu yeri!.. Beyninin yarısı da ölüyor. İşte sana bedava köle; istediğin kadar, istediğin gibi çalıştır!.. Tepe tepe kullan!.. (Şafak Sancısı, 165-166)
Kardeşlik, akrabalık, haram-helâl hiçbir şey tanımayan közkamanlar, yalnızca para ve serveti düşünerek has düşmanlarının elinde maşa hâline gelirler. Öz halkına düşman olup halkının bedduasını alan kişiler her devirde görülmüştür. [ABD şakşakçıları, AB yalakaları, kâse yalayıcıları gibi!.. Yabancı merkezlere işkembelerinden bağlı olanlar gibi!.. Türk düşmanı kuruluşlardan burs alanlar gibi… Çıkar için her şeyi satanlar gibi… ] Bunlar kendi milletlerinin tarihini, dilini, ata sözlerini bilmezler. Halklarını küçük görürler. Közkamanlık mankurtluktan daha kötüdür… Zira mankurtların aklı, başkaları tarafından alınmıştır. Yaptıkları işleri bilinçsizce yaparlar. Közkamanların ise, akıl ve sağlıkları yerindedir… Çoğu yüksek öğrenim görmüş, yüksek düzeyli kişilerdir… Bunlar başka milletlerin tarihini, felsefesini su gibi bilirler. Ağızlarından adalet, dostluk, barış, kardeşlik, insanlık vb. gibi sözler eksik olmaz… Lâkin bunların en büyük hastalıkları kendi milletlerinin tarihinden haberdar olmamaları, milliyetperver görünerek milletin menfaatlerini satmalarıdır. Mankurtlar usunu yitirmiş miskinler, közkamanlar ise ülkesine ve halkına bilinçli olarak karşı çıkan iç düşmanlardır… Şüphe yok ki bu gizli düşmanlar, her zaman bilinen düşmanlardan daha zararlı olmuşlardır…
Adı ister mankurt, ister zombi, ister közkaman, isterse iksfert olsun, insanın aklını iğdiş eden her yöntem ve yönetim vahşîdir ve bu yöntemleri uygulayanların da insanlıkla ilgileri yoktur.
Şimdi gelelim Ayşe Yılmaz’ın mankurt, közkaman ve iksfert’in tariflerini aldığımız, okumalara doyamadığımız Bozkırda Yeşeren Sevda Türküleri’ne. Türküler 112 sayfalık bir kitapçık ama doymak ne mümkün!..Tesadüfün güzelliğine bakar mısınız: Kırgız Türkü Cengiz Aytmatov ile Kazak Türkü Muhtar Şahanov’un ortaklaşa eseri olan, adı yukarıda geçen Şafak Sancısı’nı yıllar önce bu satırların yazıcısına hediye eden de Ayşe Yılmaz…O da bir güzel insan, o da bir öğretmen…Öğretmen-yazar Ayşe Yılmaz şunları söylüyor:
“Eğer siz de Cemile’yi okuyup Cemile ve Daniyar’ın masalsı aşkına şahıtlik ettiyseniz, Gün Olur Asra Bedel’in Yedigey’i ile Bir Asra Bedel bir gün yaşadıysanız, Beyaz Gemi’nin isimsiz çocuğu ile Issıkgöl’den her gün geçen Beyaz Gemi’yi seyrettiyseniz, Öğretmen Duyşen’in idealizmine hayranlık duyduysanız, Al Yazmalım Selvi Boylum’un Asel’i ile “Sevgi mi, emek mi?” ikilemine düştüyseniz, Asker Çocuğu hikâyesindeki babasız çocuğun baba hasretine ortak olduysanız ve dahası insan denen muammayı çözmek için bir adım daha atmak istiyorsanız, sizi “Bozkır’da Yeşeren Sevda Türküleri”ni [Ötüken Neşriyat, 0212/251 03 50] okumaya davet ediyorum. Bu kitap büyük usta Aytmatov’un okyanusundan bir katre sadece. Onu tanımaya çalışmak adına atılmış küçük bir adım. Sizleri Aytmatov sevdama dahil etmek için “Bozkırda Yeşeren Sevda Türküleri”ni besteledim. Umarım sizler de bu çağrıma cevap verir ve Aytmatov’a bir de benim penceremden bakarsınız. İyi okumalar.”
Kafana, kalemine, kalbine sağlık Ayşe Yılmaz; ben de öyle yaptım ve Uçmağa varan Aytmatov’a senin o güzel pencerenden bakmak, nazik çağrına cevap vermek, yaktığın türküleri dinlemek, Aytmatov sevdana katılmak için onu yeniden okumaya başladım; Refik Özdek ağabeğime de rahmetler dilemeyi, Ali İhsan Kolcu’nun Millî Romantizm Açısından Cengiz Aytmatov’unu (Ötüken Neşriyat) tekrar okumayı da ihmal etmedim. ‘Aytmatov’u yitirdik, Allah Cengiz Dağcı’ya uzun ömürler versin’, demekten de kendimi alamadım…

“Şarkılar seni söyler…”
Halk musikimizde sazla yapılan açılışa “Yol göstermek” gibi Gökçek Türkçemizin özelliğini, güzelliğini gösteren son derece hoş bir ad verilmiştir. Kılâsik musikimizde ise, sazla yapılan bir makama “Medhal”e, yahut bir makamdan ötekine “Geçiş”e “Taksim”, sesle yapılana da “Gazel” denir. Hepsi de doğaçlama “Beste”dir.
Bencileyin sazı ve sesi olmayanların kalemle yapmaya gayret sarf itdügü gezintiye ne ad virülür, doğrusu bu ya bilmemekdeyiz. Şair, “Herkes hatâ ider, amma velâkin benim gibi îtirâf idenü bulunmaz” demiş, ne de doğru kelâm eylemiş. Fakîrün cehl-i bî-pâyânı da lütfen ma’zur görile ve îtirâfına virüle. Fevkalâde lüks yerlerden maada mekân görmeyen, viskinin-fışkının â’lâsından gayrı müskirat bilmeyen, bilmem hangi kompozitörün bilmem hangi bestesini dinlemeden yazı yazamayan çetin bir biraderimizin 30-40 sene evvelki yazılarını temcid pilâvı gibi hafta sekiz, cuma dokuz tekrarlamasına da asla ve kat’a; lütfen, merhameten ve zinhar benzetilmeye!.. Zirâ yapdığımız tekrarlamak degül, bir dost-u azîzemize bundan heşt sâl mukaddem tahrîr idüb irsâl eyledüğümüz bir nâmenin gün ışığına çıkarılmasıdır. Ol nâme-i mezkûr aynen şöyle başlamakdaydı:

“Şeh-nâz”ım, çâre-sâzım, dil-nüvâzım,
[Besteler] seni söyler, dilimde nağme adın
Aşk gibi, sevdâ gibi [güzel] ve tatlı kadın…

Gâh “Hicaz”dan, gâh “Sabâ”dan ses virür, bazen de “Nihavend”e, o da kifâyet itmez ise “Nişabur”a “Revân” oluruz. “Sûznâk”tan halâs olamadığımızdan nâşî durmaz akar çeşmim yâşi; “Ferahnâk”in hayaliyle müteselli olmaya gayret iderüz.
Dostluğun, sevginin, mahabbetin “Hisar”ında saltanat sürer, dünyâ-yı dûna “Evc”den atf-ı nazâr eylerüz.
“Tarâb-ı şevk-ı bahârımız çok sürmedi”yse ne gam!.. Biz, her dâim “gönüller yakıcı “Bestenigâr”ız.
Pek de “Nev-eser” olmayan âsârımızı arz itmek cür’etimiz afv ola; zîrâ “Pesen-dîde” olup olmaması hususu “Muhayyer”dür. “Râhât-efzâ” olmasından maada kâffesinin “Râhât-ül-ervâh” olduğunu da kemâl-i iftihâr ile beyân iderüz.
“Sûzidil”imiz “Nevâ” nedir bilmez ise de “Tebriz”den cümle “Uşşâk”a göndermek istediğümüz negamat bütün bütün “Tâhir”dir bilesüz.
Revişimiz her ne kadar “Ağır Aksak” ise de cümle “Kâr”ımız elhamdülillâh “Yürük”tür.
Yolumuz, bizce “Irak” olmayan kûy-i yâre düşdükde, “Gerdâniye” üzerinde “Bûselik” göstermekle iktifâ itmeyüb, zülf-i yârde “Sünbüle” dahi icra edebilürüz.
“Mâye”si “Girift”lerle ahzüitâmız olamayacağı ma’lûm-u âlînizdir. Her günümüz “Nev-rûz”, bağçemiz her dâim “Gülzâr”dur; sizin de “Şarkı”larla, “Türkü”lerle handan; güllerle, “Gülizâr”larla her dem hem-dem olmanızı temenni iderüz. Dervişânınki gibi perişân olan hâtırımıza kimi zamân bir “Beste Rehavî” düşer, kimi zamân da “Kâr-ı nev”.
Küffâr üzre savletimiz “Devr-i Tûrân” ile başlar, “Ceng-i harbi” ile devâm ider; yetmez ise “Darb-ı fetih” de açabilürüz.
İmzamızın “Müstear” olmadığını beyân ider iken cümle ahibbâya ve seken-i Engürî’ye “Rast” gele derüz.
‘Pırotokol câridir; [hormonlu gıdalar, zamlar, sululuklar, küresel dayatmalar] gibi sâridir.’

Bendeniz, abd-i âciz, fakîr ü hakîr ü pür-taksîr A.E. kulunuz.
Esbâk pâyitaht-ı Osmânî ve dahi şehr-i Stanbul
23.9.2000”








Mâniler
Giden ‘halkın tireni’
Nerde yapar fireni?
Recep Tayyib almazmış
Yarı yolda ineni…

İsteyen yürür yaya,
İsteyen gider aya.
Her gün başka harika
Yaratır “İyimaya”


Yiyecekler böyledir:
Söyle bayana, baya,
Elbette leziz olur
Koyarsan iyi maya…

Derin midir kuyunuz?
Değişiktir huyunuz.
Bay Başkan Melih Gökçek
Temiz midir suyunuz?!!

İsteyenler aldırma
Varsın gitsin Gine’ye.
Vatandaş endişeli:
“Çare yok mu keneye?..”

Soru üstüne soru:
“Nedendir, niçin, niye?”
Meraklılar soruyor:
“Kurtulur mu Asiye?..”

Görün neler olacak,
Delik torba dolacak;
Bu gidişle eminim
Asiye kurtulacak!!!


Tedbir alın taşkına,
Dönmeyiniz şaşkına.
Ne dolaplar dönüyor
Asiye’nin aşkına!!!


Bir kediye bakamaz *
Deniz Baykal beyimiz…
Bu durumda gider mi
Bilmem ona reyimiz?..


Böyle zamma olmaz eş
Tadından yenmez kardeş,
Elektriğe yirmi beş,
Emekliye yüzde beş…

Dünyayı ıslah etmiş
Havasındasın Mir’im
Bir travma var amma
Kafanızda Dengir’im.

* CHP genel merkezinin
kedisi Şero, hastalandı.
(13.6.2008. tv’ler)


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam 4346 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002