Onun, yolunda yürüyeceklere soruları vardır: “Bahar geldiğinde, hiç aklınızdan tümen tümen atlılar geçti mi? Arasıra durup dururken içinizden bir damarın koptuğunu hissettiniz mi? Hayallerinizin bir solukta üç bin yıl öncesine vardığı oldu mu? Vey’e giden yolları bilir misiniz? Yaban otların boy attığı bizim öz yollarımızı bilir misiniz? Kervansaray yıkıntılarını, Vey’e giden yolları tutmuş muhkem kaleleri bilir misiniz? ...
“Kim söyleyecek türküsünü bundan böyle,
Ötükenli atların, Deli-Günlü Noyanların?”
“Neydi o Cuma sabahı? Üstümüzde beyaz dua bulutları dolaşıyor, Çağrı beğin oğlu, bu dua bulutlarından örülü bir kaftana bürünüyordu. Alınlarımız yağız yere değdiğinde Tanrı’dan gayrısına kulluk etmemenin sevincini sen de duymuyor muydun? Bin yıl önce secde ettiğimiz bu toprakta beraber ölelim…”
* * *
Dilaver Hocamızı en son iki ay önce Beyazıt Meydanı’nda görmüştük. Yanında kadim dostu Özdemir Özsoy hoca vardı. Çok sevdiği Süleymaniye’den geliyorlardı. Onun şiirini bilen için onu görünce, hüzünlenmemek mümkün değildi. Dilaver Cebeci birkaç neslin hislerine tercüman olmuş bir şair olarak karşımızda duruyor, fakat 8 yıldır hafızasını kaybetmiş bir halde yaşıyordu. Onun kültür üreten kalitesini, şiirlerinin arkasında nasıl geniş bir ufuk ve kültür birikimi olduğunu bilenler için bu durum çok acıydı. Onun şiiri medeniyet diliyle yazılan şiirdi. Dilaver Cebeci mensubu olduğu medeniyetin diline ve anlatım imkânlarına o kadar hâkimdi ki sayfalarca yazılarak anlatılabilecek şeyleri iki mısraya bile sığdırabilmiştir. O, Tanpınar’ın “iç kale sanatı” dediği şiirin en güzel örneklerini vermiş, milli ruhun şifrelerini, vazgeçilmezlerimizi mısralarıyla gönüllere akıtmıştır. Dilaver Cebeci ele aldığı konuları özüyle bildiği için, yazdıklarıyla müstesna bir yer edinmiştir. Onun öğrencisi olmuş ve bugün Türkiye’nin kültür sanat dünyasında var olan pek çok kişi hem ilmiyle hem de haliyle tanıdıkları Dilaver Cebeci’nin inandığı gibi yaşayan kişiliğinden etkilenmişlerdir. Dilaver Cebeci ve onun gibi hakiki, kimliğimizin gerçek yansıması olabilen aydınların sayısı maalesef çok azdır. Söylediği başka yaşadığı başka kişilerin saygı görmesi, artık dayanılmaz bir boyuta gelmiştir. Onu sağlığında tanıyanların, öğrencisi olanların, sohbetinde bulunanların ortak düşüncesi onun kadar nefsini aşmış insanın zor bulunacağıdır.
TEFEKKÜRÜ, BİLGİSİ VE ŞAHSİYETİYLE VAR OLDU…
Tek bir kişide kolay kolay bir araya gelmeyen üç özelliğiyle; hem tefekkürü, hem bilgisi, hem de şahsiyetiyle örnek bir aydınımız olan Dilaver Cebeci’nin o kültürle, irfanla dolu hafızasından yoksun olması ne büyük bir kayıptı. Hafız-ül kütüb olan aydınlarımızı biliyoruz; İsmail Saib Sencer, Mükremin Halil Yınanç gibi kitap hafızları ancak kendi dönemlerinde yaşama ve sohbetlerini dinleme şansını bulmuş kişiler tarafından layıkıyla tanınabildiler. Bizler de tanıyan son kişilerin kayda geçirdikleri bilgilerden onları tanımaya çalıştık. Dilaver Cebeci ise 20. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkmış bir “hafız-ül mille” idi adeta. Milletimizin tarihi macerasını, Altaylardan Tuna’ya uzanan bir şair ufkuyla, inceliğiyle ve ustalığıyla bize sunuyordu. O, tarihi ve kültürel devamlılığın üzerine titreyen ruhuyla, kâh Vey ırmağının kıyısında nisbetsiz bir cengin içinde, kâh İstolnibelgrad’da “Adem Ejderhası Yahya Ağa” ile omuz omuza, kâh Malazgirt’te Sultan Alparslan’ın yanında, kâh Medine’de, Meraga’da, Üsküp’te, Sivastopol’da ve Ergenekon çıkmazında ve Türk’ün ayak bastığı, ocak tüttürdüğü her yerde yürüyen adamdır. Milli hafıza için elinden geleni yapmıştı, şiirlerinde Anadolu’nun tarihinde hep dillerde olmuş ama bugün unutulmaya yüz tutmuş pek çok kelimeyi zihinlere nakşetmiştir. O, şiirleriyle, mensureleriyle bize cedlerimizin sesini duyuran adamdır. O, bu çağın Dede Korkut’u olarak bize “nereden geldiğinizi bilin, milletinizin ruhunu anlamaya çalışın çocuklar” demiştir. O, derviş gönlüyle kendisini ulak bilmiştir: “Ben bir ulağım, pusatsız, atsız, yalın ayak fakat yorulmayan bir ulak. Düşlerimde haberler işitirim. Sonra onları yavrukurtlara anlatırım. Yeni düşler öğütlerim…” diyerek okuyucusuna seslenmiştir.
ONUNLA YANYANA YÜRÜMEK KOLAY MI?
Onun, yolunda yürüyeceklere soruları vardır: “Bahar geldiğinde, hiç aklınızdan tümen tümen atlılar geçti mi? Arasıra durup dururken içinizden bir damarın koptuğunu hissettiniz mi? Hayallerinizin bir solukta üç bin yıl öncesine vardığı oldu mu? Vey’e giden yolları bilir misiniz? Yaban otların boy attığı bizim öz yollarımızı bilir misiniz? Kervansaray yıkıntılarını, Vey’e giden yolları tutmuş muhkem kaleleri bilir misiniz? Geçebilir misiniz? Üç bin yıllık gümüş fincanı duydunuz mu?” İşte bu sorulara cevap verebilmek için Dilaver Cebeci’nin derviş gönlünden haberdar olmak gerekir. Onun bilgiye ve üretmeye verdiği önemi bilmek gerekir. Özgüven patlaması yaşayan “öz”süzlerin her yanı kapladığı şu zamanda tabii ki Dilaver Cebeci’nin donanımını, ufkunu anlamak, geçtiği yolları keşfetmek kolay olmayacaktır.
Onun vefat ettiği haberini alınca aklımıza önce bazı mısraları sonra da Dündar Taşer ve Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu geldi. Sanki zihnimizde onun en yakınları olarak bu iki isim kodlanmıştı. Dilaver Hocamız, Dündar Taşer’i “Bahar gelür, mökkem buzlar çözülür/ Gözelerden duru sular süzülür/ Durmak olmaz! Dündar ağam üzülür...” mısralarıyla selamlarken, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nu da “Ağdı ta göklere niyazım/ Yıldırımlar düştü, Niyazim gitti!/ Halim, istikbalim ve mazim gitti!” diyerek anıyordu. İşte gerçek kardeşlik, gerçek dostluk, gerçek akrabalık buydu. Onun yol arkadaşları Dündar Taşer’di, Niyazi Yıldırım’dı, yani kitaba inanan, kültüre inanan ve bu topraklara, bu ülkenin geleceğine inananlardı.
“HER YANA HABER SALDIM, GELECEĞİ BEN KURACAĞIM!”
Dilaver Cebeci’nin “Bütün Şiirleri”, “Mavi Türkü”sü başucu kitaplarımızdı. Onun “Ve Sığınırım İçime” dediği gibi bizim sığınağımız da onun güzel gönlünden ve kaleminden çıkmış şiirleriydi. Bazen tek bir mısrası bütün dünyevi sıkıntıları unutturur, bize istikamet verirdi. O, “Bırakın dört yönden şaha kalksın yalnızlık/Yeter ki siz unutmayın, gümüş kabzalara sinmiş çağları” der, bizi umutsuzluktan milli ruh kökümüze davet ederdi. “Tutuşturdular yeniden küllenmiş ocakları, Bacalardan duman duman tüttüler” der, şehitlerimizi hatırlatırdı. “Ben altun çağda kalmış bir kopuz teliyim, Kerkük türküleri gibi kelepçeliyim” der, esaretin acısını hissettirmeye çalışırdı. “Dayanılmaz ağrılar çekiyorum hey…! / Masallarda da olsam bir gün çıkıp geleceğim” der, bugün sancı çeksek de bir gün geri geleceğimizin umudunu taşırdı. Yaşı sorulduğunda tereddütsüz üç bin diyen, sevgisini üç bin yıl sonra doğacak torununa yollayan böylesi millet ve ülkü adamları kolay kolay gelmez. Hani Arif Nihat Asya’nın dediği gibi “Ağlasın taşlara kapanıp tarih, Selimler gelir de Yavuz’lar gelmez.” İşte Dilaver Cebeciler de kolay kolay gelmez. Ama biz yine şiir yazıyorum diyenlere “Dilaver Cebeci’nin şiirlerini okudun mu?” sorusunu sormaya devam edeceğiz.
NE MUTLU ONU TANIYANA!
Cenaze namazını kıldıran Emin Işık Hoca, kabri başında gözyaşlarıyla: “Ya Rabb-el Âlemin o seni severdi, Habibini severdi, bütün din ve devlet büyüklerini severdi, şehitleri, gazileri, yiğitleri severdi, ya Rabb-el Âlemin onu sevdikleriyle beraber eyle, ruhunu şad eyle, dünyada pek vefa görmedi, cefa çekti, ahiretini dünyasından daha güzel eyle ya Rabbi” duasını etti. Türk-İslam terkibini tırnağından saçına dek sindirmiş, yaşamış, her şeyini Türk muhafazakârlığına içerik üretmek için vermiş olan Dilaver Cebeci gerçekten de vefa görmemiştir. Onun gibi gerçek değerleri tanımak, onu okumak ve anlamak için bütün televizyonlarda adının geçmesi mi gerekiyordu? Ne mutlu bize ki medeniyet ufkumuzun şairi olan Dilaver Cebeci’yi tanıdık. Ne mutlu ki onun şiirlerini okuduk. Hayatı ruhuyla, şuuruyla, gönlüyle hissederek, kendi şiirindeki ifadesiyle “dumanı ciğerlerine değil iliklerine çekerek” yaşayan bir adamdı rahmetli Dilaver Cebeci… Onun yazdıklarında Müslüman-Türk hayat görüşünün şifreleri vardır. Onları hayatımıza geçirebilirsek ne mutlu bize… Allah razı olsun hocam sizden, “bu ruhsuz zamanın” içinde, bu yabancılaşma/yozlaşma ortamında bu ülkeye inanan gerçek bir Alperen olarak gönlümüzü ferahlattınız. Hakkınızı helal ediniz...