“Sezar’ın hakkını Sezar’a, İsa’nın hakkını İsa’ya vermek gerek”irse saat gibi işleyen, izleyiciyi kendine bağlayan, sert ve çok dengeli bir film Chiko. Fatih Akın’ın öğrencisi ya da takipçisi 1979 Hamburg doğumlu Özgür Yıldırım iyi iş çıkarmış. Seyrettiğiniz zaman siz de hak vereceksiniz sözlerime. Ama bu çocukların bir sorunu var: Kafaları karışık: Türklük, Almanlık, İslamlık, Hıristiyanlık…
CHİKO, Türk asıllı bir Alman’dır. Acayip sert suratlı, ne istediğini bilen, tuttuğunu koparan biridir. Kısa yoldan köşeyi dönmek için önce Hakan adında bir Türkü “hacamat” eder! Karakter olarak yavşak bir ot (esrar) satıcısının suratını dağıtır. Maksadı onun patronuna ulaşmaktır. Sert Chiko’nun (Çiko) Tibet adında bir başka Türk arkadaşı vardır ki, bunun anası diyaliz makinesine bağlı olarak yaşamaktadır. Türk olmalarına rağmen her iki delikanlı Almanca konuşurlar! Ama bir “cemaat camisine” devam edip namaz kılmayı ihmal etmezler.
SAHİ, BU HANGİ MERYEM?
Çiko’nun asıl adı İsa’dır. Uyuşturucu işine girdiğinde bir fahişe ile tanışır. Kızın gerçek adı Meryem’dir! Hangi Meryem mi? Tabii ki Magdalena! Yani şu Mediceli Meryem olarak bilinen, Katolik kilisesinin fahişe diye suçladığı kadın! Türk asıllı Alman Meryem’in esin kaynağı Mediceli Meryem olunca, Türk asıllı Alman İsa’ya filmde yüklenen anlam ne ola ki diye düşünmeden edemiyorsunuz. Göndermeleri çözer gibi olduktan sonra, Çiko’nun arkadaşı Tibet’in annesi için yapmaya çalıştığı şeyin, Yılmaz Güney’in eczane camını kırıp bilmediği ilaçları hastasına götürmesine denk düştüğünü ilave etmeliyim...
FİLMİN KİLİTLENDİĞİ YERE DOĞRU
Tibet her bir paketten bir gram esrar çalarak sokakta satmaya başlayınca büyük patron (Rus mu, Alman mı anlayamadım) bunun ayağına “köstek mıhı” çakar! (Yahu aslında Romalı valinin çarmıha gerdiğini sandığı ve ayağından çivilediği Hz. İsa değil miydi? Neden Tibet de Türk İsa değil?) İntikam planları işe yaramaz. Tibet kafayı bulup büyük patrona kurşunlar yağdırır ama öldüremez böylece hikâye iyice kilitlenir: Her kilit eğer anahtarınız varsa bir çözüm değil midir?
ÇİKO’NUN ANAHTARI VE SONU
Çiko’nun anahtarı ise “sadakat”tir. Arkadaşı Tibet’i öldürme görevini yerine getirmek şöyle dursun onu daha evvel gittikleri cemaat camiine saklar. Ancak büyük patronun adamları annesi gibi hürmet ettiği Tibet’in validesini katledince iş tersyüz olur. Büyük patronun evini basar ve onu öldürür ki, filmin en güzel sahnelerinden birisi bu sahnedir. Sonra Tibet’i alıp Almanya’dan beraberce kaçmak için camiye gider. Zayıf karakterli, kafayı sıyırmış Tibet onu üç kere karnından bıçaklayarak oracıkta öldürür. Çiko’nun (Yani İsa’nın) yüzünde acı bir tebessüm ve gözünde bir damla yaş vardır!
NEREDE DURUYORLAR BİLEMİYORUM!
“Sezar’ın hakkını Sezar’a, İsa’nın hakkını İsa’ya vermek gerek”irse saat gibi işleyen, izleyiciyi kendine bağlayan, sert ve çok dengeli bir film Chiko. Fatih Akın’ın öğrencisi ya da takipçisi 1979 Hamburg doğumlu Özgür Yıldırım iyi iş çıkarmış. Seyrettiğiniz zaman siz de hak vereceksiniz sözlerime. Ama bu çocukların bir sorunu var: Kafaları karışık: Türklük, Almanlık, İslamlık, Hıristiyanlık… Sözün özü var oluşumuzu yapan bütün o metafizik, epistemolojik, etik, politik ve estetik değerler konusunda nerede duracaklarını bilemiyorlar… Başka bir biçimde söylersem, ben onların nerede durduklarını bir türlü anlayamıyorum!
NURİ BİLGE CEYLAN İÇİN
Ülkemiz aydınlarını sınıflandırdığımızda kabaca ikiye ayrıldıklarını görürüz: “Organik aydın - kritik aydın!” Organik aydının en büyük handikapı, temsil ettiği değerleri temsil ettiğini iddia eden siyasilerin ihanetine uğramasıdır. Kritik aydınların en büyük handikapı ise “aydın ihaneti” tuzağına kapılmaya meyyal oluşlarıdır. Türkiye 150 yıldan beri bu iki aydın tipinden çok çekmiştir. Fakat Cannes’da bir şeyler oldu ve bir ümit ışığı belirdi. (İronik olan da işin 150 yıl kadar önce yine Fransa’da başlamış olmasıdır!)
Nuri Bilge Ceylan, Cannes’da 3 Maymun filmiyle En İyi Yönetmen ödülünü aldığı törendeki kısa konuşmada kendisi, ülkesi ve Türk aydınları adına kıvanç verici bir performans sergiledi. Filmlerine yansıyan sıra dışı sinema anlayışı, Türk milletinin estetik zevkiyle tam olarak örtüşmeyen Nuri Bilge Ceylan, Cannes’da yapmış olduğu sevgi yüklü teşekkür konuşmasıyla, bir anda sempati odağı haline geldi. Uluslararası seviyede ülkesini nasıl temsil edebileceği noktasında -kritik aydın kategorisindeki yerini kaybetmeden- öncü bir adım attı! Bu bakımdan kendisini tebrik ediyorum. (Not: Batılı sinemacıların, sinema adına işlediği “entelektüel suçlar” ve buna iştirak eden Türk sinemacılar hakkındaki eleştirilerimi saklı tutuyorum!)