Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Seyran

 
Hayri Ataş

Ufuk Ötesi’nde sansür var yahut “Aydil Ağabey 7O yaşında” yazısının macerası


Sevgili okurlarım, biliyorsunuz bu sahifelerde bendeniz daha çok dostlarımı tanıtan hatıra yazıları yazıyorum. Tabii ki Aydil ağabeyi de yazacağım, hatta, yazının taslağı o günlerde bitmiş vaziyetteydi. Bunu Aydil ağabey nereden öğrendi bilmiyorum fakat, sohbet ettiğimiz mekânlardan birisinde bana “Sırada kim var?..” diye sordukları vakit “Mayıs ayında Aydil ağabeyin 70. yaşını kutlayacağım bir yazıyla…” dediğimi hatırlıyorum.

Pek muhterem okuyucularım,
Ufuk Ötesi nâm bu gazetede “Seyran” adlı köşemde yazmaya başlayalı bu ay tam iki sene oluyor. Bu iki sene zarfında sizlere hüzünle karıştırılmış hatıralarımı arz ettim çoğu zaman. Gerçi ilk başlarda sevgili patronum Kemal Bey, “Daha yenidir, heveslidir, hevesi geçene kadar idare edelim, zaten bir süre sonra bıkar, vazgeçer…” düşüncesiyle olsa gerek, beni hep kıyıya köşeye attıysa da sonra baktı ki, yazılarım yarım sayfa hacmini aşıp bir tam sayfayı kaplamaya başlayınca artık 32. sayfayı bana tahsis etmekten başka çare bulamadı sanırım. Tabii bu geçen zaman zarfında bendenizin de okuyucu ve hayran kitlesi oluştu, kendi çapımda. Hatta bazıları tarafından “e-mail” adresime mektuplar bile gönderilir oldu, iltifatlar dolu birkaç telefon konuşması yaptım ve dost meclislerinde bahsimin geçtiğini de duydum. Bunlar beni ziyadesiyle memnun ve mahcup ederken, içten içe, sevgili patronum Kemal Beye “Bak işte, gördün mü, benim gibi iki üç yazarın daha olsa, gazetemizin tirajı nasıl artar!..” diye söylemeyi hep düşündüm, fakat burnu büyüdü demesinler diye söyleyemedim tabii. Bunu sevgili okuyucularım mektup ve telefonla kendilerine ulaştırmış olmalılar diye ümit ediyorum.
Geçen ay “e-mail” “in box”ımda sevgili hayranlarımdan ve okuyucularımdan birinin mesajını gördüm, heyecanla açtım ve okudum. Kendileri benim hakkımda uzunca ve iltifat dolu bir bahis açtıktan sonra “Eğer mümkünse ve bu kadar işinizin arasında bana da bir iki dakikanızı ayırırsanız memnun olurum, zira sizinle tanışmayı çok isterim.” yazıyordu. Hani hem şaşırdım hem de sevindim. Koltuklarım kabardı, hatta mesajı kâğıda basıp birkaç arkadaşa da okuttum. Birkaç gün sonra da “Pek muhterem ...... hanım, iltifatlarınıza teşekkür ederim, gerçekten çok meşgulüm, fakat programıma baktım, önümüzdeki Cumartesi günü saat 13.30’da sizinle görüşebiliriz. Bendeniz Sultanahmet’teki kütüphanemde olacağım. Teşrif ederseniz hem bir kahvemi içersiniz, hem de sohbet ederiz.” diye bir mesaj çektim. O gün söylediğim saatten bir iki saat önce kütüphaneme geldim, ortalığa biraz çeki düzen verdim. Masanın üzerine bir iki felsefe, tarih kitabıyla bir iki ağır roman koydum. Aralarına da çeşitli kâğıtlar iliştirdim ki, karıştırdığım anlaşılsın diye. Bilgisayarıma da klasik müzik CD’lerinden bir tanesini takıp ortalığı da biraz kahve kokuyla doldurdum ki ne kadar “ağır, oturaklı bir yazar olduğum” belli olsun. Sonra da misafirimi beklemeye başladım fakat saat 15.00 olduğu halde ne gelen var ne giden, ne arayan var ne soran. Baktım ki olmayacak o zaman ben de çıkıp biraz dolaşayım dedim. Bâbıâli’nin havasını almış birisi olarak şöyle bir görüneyim bakayım etrafa dedim. Yürüye yürüye Ufuk Ötesi Medya Center’ın önüne geldiğimi köşedeki esnaf lokantasının aşçısının “Hocam hayırlı günler, dalgınsınız.. Kuru fasulyemiz harikaydı, geç kaldınız..” sözlerini duyunca anladım. Bir iki hal hatır ettikten sonra, madem buraya kadar gelmişim, bir de gazeteye uğrayayım da kalem arkadaşlarıma selam vereyim dedim. Merdivenleri tırmana dolana üçüncü kata çıkıp kapı önünde bir soluklandıktan sonra zile bastım ve kapı açıldı. Beni kapıda Kemal Bey karşıladı (gerçi içeride Kemal beyden başka kimse yoktu fakat olsun, patron tarafından karşılanmak her yazara nasip olmaz..): “Ooo, Hayriciğim hoş geldin, nasılsın?” dedi; ben de ona “Sağol abi, sen nasılsın?..” dedim. Kemal beyle aramız iyidir, sağolsun bana her zaman “Hayriciğim” der, ben de ona “abi, ağabey” şeklinde hitap ederim. Anlayacağınız üzere senli benliyizdir (Bu patron-yazar samimiyeti daha önce Rahmetli Kemal Ilıcak beyde varmış, o da sevdiği yazarlarına hep –ciğim’li hitap edermiş, ben söyleyenlerin yalancısıyım. Aydın Doğan da bana “Hayriciğim” diye hitap eder, her ziyaretimde muhakkak kendi eliyle çay ikram eder.). Kemal ağabeyle epey sohbet ettikten sonra baktım ki üzerinde bir sıkıntı var. “Abi seni biraz sıkkın gördüm, hayırdır inşallah dedim.” O da “Vallahi Hayriciğim nasıl söylemek lazım bilemiyorum ki..” dedi. Ben de “Söyle abi belki elimden bir şeyler gelir…” dediysem de o söylememekte ısrar ediyordu. En sonunda “Vallahi darılırım, biz dost değil miyiz..” deyince daha fazla dayanamadı ve başladı anlatmaya:
“Hayriciğim, Aydil ağabeyi çok severiz. Kendisi ayrıca hem yazarımız hem de yayın danışmanımız. Bütün bunların ötesinde bizim gerçekten ağabeyimizdir, büyüğümüzdür. Her zaman her işimize koşar, her zaman elinden gelenin fazlasını yapar bizler için. Bu yıl Aydil ağabeyin doğumunun 70. yılı. Ve yine biliyorsun biz daha önce kendisi için bir armağan hazırlamıştık da bize çok kızmıştı. (Burada bir parantez açayım: 1998 yılında Aydil ağabeyin 60. yaşı ve yazı hayatının 40. yılı münasebetiyle bir küçük toplantı yapalım diye düşünmüştük. Bütün bunları konuşurken en orijinal fikir Şerafettin (Aybars) ağabeyden geldi. Şeref ağabey (biz ona böyle hitap ederiz) bir armağan kitap hazırlayalım, bunun için de dostlarından yazı isteyelim dedi. Hazırlıklara başladık, mektuplar yazdık, telefonlar ettik, yazılar istedik. Bütün bunları Aydil ağabeyden gizli yapıyoruz tabii. Toplantı tarihi olarak da doğum gününü tercih ettik. Aydil ağabey, on beş gün öncesinden kendisiyle ilgili bir şeyler çevirdiğimizi(!) birisinden öğrenmiş ve tutturdu “Ben o tarihte, İstanbul dışında bir işim var oraya gideceğim...” diye. Bir türlü ikna edemeyince biz de söylemek zorunda kaldık sırrımızı, yoksa Aydil ağabey bu, yapar yapacağını ve adına düzenlenen toplantıyı kendisi olmadan yapmak zorunda kalırdık.). Kemal ağabey sonra bana dönerek, “Aydil ağabey dedi ki, eğer Hayri benimle ilgili yazı falan yazarsa sakın yayınlamayın, yoksa ben size yapacağımı bilirim!..” Biraz durduktan sonra “Bir rica mı tehdit mi, anlayamadım…” diye de ekledi. Ben de Kemal ağabeyi daha fazla üzmemek ve onu rahatlatmak için “Tamam abi, yazmam, ya da başka bir yere veririm yazarsam da…” diyerek konuyu kapattım…
Sevgili okurlarım, biliyorsunuz bu sahifelerde bendeniz daha çok dostlarımı tanıtan hatıra yazıları yazıyorum. Tabii ki Aydil ağabeyi de yazacağım, hatta, yazının taslağı o günlerde bitmiş vaziyetteydi. Bunu Aydil ağabey nereden öğrendi bilmiyorum fakat, sohbet ettiğimiz mekânlardan birisinde bana “Sırada kim var?..” diye sordukları vakit “Mayıs ayında Aydil ağabeyin 70. yaşını kutlayacağım bir yazıyla…” dediğimi hatırlıyorum. O sohbette bulunan “boşboğazlardan” biri bunu Aydil ağabeyin kulağına fısıldamış anlaşılan. Aydil ağabey kibar ve nazik birisidir, bir İstanbul beyefendisidir. Gelip de “Benim hakkımda yazı yazacakmışsın, yazma!..” demez, diyemez. Nezaketi, beyefendiliği buna müsaade etmez çünkü, farz edelim ki dostluğumuza binaen, dedi; bilir ki ben inatçıyım, vazgeçmem. Aydil ağabeyle 15-16 yıldır tanışırız, bir defa olsun beni kıracak bir şey yapmamıştır. Beni kırmamak için de bu yazıyı yayınlamaması için Kemal beyden ricada bulunmuş. Şimdi benim sevgili ve sadık okuyucularım, anlaşıldığı üzere bir sansürle karşı karşıyaydım… Matbuat âleminde sansürün eskiden beri olduğunu bilmez değildim, bu tür durumlarla karşılaşan yazarları sizler de biliyorsunuz, fakat insanın başına gelince durumun hem ehemmiyetini hem de ne kadar nazik bir şey olduğunu anlıyorsunuz. Gerçi benimkisi biraz farklıydı, ben henüz yazımı gazeteye vermiş değildim, yani yazımın gazeteye konmaması gibi ya da gazeteyi elime aldığımda “Yazarımız yıllık izinde olduğu için yazılarına ara vermiştir…” veya “Yazarımız rahatsızlığı sebebiyle bugünkü yazısını yazamamıştır…” gibi bir durum da söz konusu değildi. Fakat sevgili patronum Kemal ağabey böyle bir durumla karşılaşabileceğimi bana nazik bir şekilde izah etmişti.
Şimdi aziz okuyucularım ben ne yapmalıydım, yeni bir gazeteye “transfer” olabilirdim. Zaten uzun zamandır “Sanatalemi.net” adlı diğer bir medya kuruluşunun sahibi olan pek değerli dostum ve ağabeyim Mehmet Nuri Yardım uzun zamandır, “Azizim, sizi de sitemizin yazarları arasında görmek istiyoruz, ne olur bizi mahrum etmeyin!..” yollu iltifat ve tekliflerde bulunuyordu, fakat ben, “Kemal Beye söz verdim, sözümde durmalıyım, fakat siz benim oradaki yazılarımı iktibas edebilirsiniz…” diyerek hep geçiştirmiştim. Şimdi acaba kendilerini bir ziyaret edip, şöyle makul bir “transfer ücreti” karşılığı acaba “Sanatalemi.net”e mi yazmaya başlamalıydım. İşte bunları düşünürken, Aydil ağabeyin sıkça söylediği bir atasözü geldi aklıma: “Irmaktan geçerken at değiştirilmez.” Aydil ağabey çok vefalı bir insandır, dostlarıyla sadece işi olduğu zaman değil her zaman beraberdir. Onları asla yarı yolda bırakmaz, her türlü mihnete katlanarak dostlarının sıkıntılarını bertaraf etmeye çalışır. Ben “dostluk” kavramının müşahhas halini onda gördüm diyebilirim. Hatta aklıma hemen üniversitede okuduğum yıllar geldi. Aydil ağabeyi o zamanlar tanımıştım, 1992 yılı başlarıydı galiba… Bir gün Aydil ağabeyle otururken, çantasından birtakım dosyalar, kâğıtlar çıkardı. Sonra bir kısmını bana uzatarak, “Ben okuyacağım, sen de buradan takip ediver, okuduklarımdan yanlış olan, sendekilere uymayan yerlerde beni ikaz et!..” dedi. Ben de denileni yaptım. Meğerse buna “tashih” deniyormuş. Aydil ağabeyin uzun yıllar gazetelerde musahhihlik yaptığını da orada öğrendim. Çok dikkatliydi, takip sırasında benim kaçırdıklarımı da fark ediyor beni ikaz ediyordu. Bir hafta sonra Aydil ağabey bana bir miktar para uzattı ve “Bu senin hakkın!..” dedi. Şaşırdım, “Ne bu!..” dedim. “Geçen hafta kitap okuduk ya, işte onun bedeli, yarı yarıya paylaştık!..” dedi.
Ne kadar itiraz ettiysem de geri almadı ve “Bana daha böyle çok iş yapacağız!..” dedi. Beş parasız dolaştığım o günlerde bu para bana ilaç gibi gelmiş, epeydir almayı istediğim fakat parasızlıktan bir türlü alamadığım sözlükleri o parayla satın almıştım. Yine o günlerde ihtiyacım olan bir takım kitapları da Aydil ağabey kendi kütüphanesinden getirip bana hediye etmişti. Bunlar arasında Nutuk’un eski harfli bir baskısı da vardır. Daha sonraları gerek Aydil ağabey gerek tek başıma yüzlerce kitap tashih ettim ve üniversite harçlığımı bu yolla çıkardım. Bütün bunları hatırlayınca, aynı zamanda gazetemizin danışmanı olan Aydil ağabeye de haksızlık edeceğimi düşünerek şimdi böyle bir durumda birden saf değiştirmenin, köprüleri atmanın doğru olamayacağı kanaatine vardım. Zaten şu günlerde gazetemizin tirajı da istenen seviyede değildi. Bir türlü ekonomik sıkıntıları aşamıyorduk. Sağ olsun eş dost uğrayıp “Yahu çok güzel işler yapıyorsunuz, çok güzel bir gazete, çok güzel kitaplar da basıyorsunuz…” diyerek bizi yüreklendiriyorlardı, fakat giderken aldıkları kitapların, gazetelerin parasını vermeyi birçok kişi aklına getirmediği için basılan gazete ve kitapların çoğu eş dost, ahbaba dağıtıldığından kasaya bir şey girmiyordu. Bu ise gazeteye büyük bir malî külfet yüklemekteydi. Şimdi ben de ayrılırsam, benim okuyucularım da gazete almayı keserse durum daha da kötü olmaz mıydı!?. İşte bu sebeplerle birkaç gün sonra tekrar Ufuk Ötesi’ne uğrayıp “Yazımı önümüzdeki günlerde vereceğim, fakat virgülüne dokunmayacaksınız, ona göre…” diye tehdit savurdum. Kemal bey “Etme Hayriciğim, duyan da biz senin yazılarını değiştiriyoruz sanacak, şimdiye kadar hiç müdahalemiz oldu mu yazılarına…”
Kemal ağabey kibar adamdır, nezaketinden bir şey kaybetmeden beni dinledi. Benim kaprislerime, sözlerime hep alttan alarak cevap verdi. Ben hızımı alamadım, “Dokunmadınız, ama ben yine de şimdiden söyleyeyim…” dedim. Bizi bir gören olsa, patron beni sanırdı, Allahtan ortalıkta kimsecikler yoktu!.. Açıkça itiraf edeyim, biraz da korktum. Sebebi de şu: Aydil ağabeyin yazılarını okuduysanız dilinin ne kadar sivri, kıvrak olduğunu, insanı bazen açık açık, bazen de inceden inceye nasıl iğnelediğini görmüşsünüzdür. O dostlarına, sevdiklerine, kendisi tanısın tanımasın bu milleti sevmiş, bu millete küçücük de olsa hizmet etmiş herkese karşı iltifatkâr, sevecendir, onları ifade ederken kaleminden inciler dökülür. Bir de tersi olan durumlar var, yani milletimize hakaret eden, dilimizi kültürümüzü, tarihimizi tezyif edenlere karşı Aydil ağabeyin duruşu. İşte o zamanlarda Aydil ağabeyin diline düşmeyegörün, bir hiciv ustası olan Aydil ağabeyin kalemi sizi alır yerden yere vurur, ne olduğunuzu anlayamazsınız. Zira Aydil ağabey bir vefa abidesidir ve arkadaşlarının dostlarının da öyle olmasını bekler. Efendim bendeniz de gazeteden ayrılarak dostlarımı yarı yolda bırakmış olmamak ve Aydil ağabeyin diline düşmemek, kalemine dolanmamak, kısacası vefasız olmamak için geri adım attım. Ne demişler, erkekliğin onda dokuzu kaçmak biri ise ortalıkta hiç görünmemektir.
Şimdi aziz okuyucularım, sansürün insanın başına ne gibi işler açtığını görüyorsunuz. İşte eğer ben bu sansür olayıyla karşılaşmasaydım, şimdi size bu satırlarda Aydil ağabeyin 70. yaşını ve yazı hayatının 50. yılını kutlayan bir yazı yazacak, o yazıda Aydil ağabeyin dostluğundan, arkadaşlığından, kısacası “benim Aydil ağabeyimden” bahsedecek, “Sevgili Aydil ağabey daha nice yıllar seni yanımızda görmek, seni dinlemek, okumak isteriz!.. Dostlarınla sevdiklerinle nice yıllar geçirmeni dilerim…” diye bir temennide bulunacaktım. Fakat gördüğünüz gibi olmadı. Sansür bunu engelledi. Efendim basında sansüre hayır diyorum vesselam…


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam 3781 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002