Yirmibeş yıllık arkadaşımdı sözünü ettiğim kimse. Onunla en az oniki sene omuz omuza, kol kola çalışmıştık. Sonra tayinim çıkmış başka bir yere atanmıştım. Ardından da görevimden ayrılmış özel bir şirkette çalışmaya başlamıştım. Arkadaşım ise, zaten önemli bir görevdeydi. Bir koltuğa iki karpuz sığmaz deseler de onun koltuğunda dört beş karpuz birden duruyordu. Bu bakımdan olacak, insanlar ondan hep bir şeyler istemeye geliyorlardı.
Selam verip hal hatır soracaktım ki benden önce o sordu:
-Söyle istersen ne istediğini de, bir an önce konuya girelim.
-Nasıl yani?
-Canım sorunun ne? Onu söylüyorum.
Şaşırdım. Ne demek istiyordu? Şöyle sağıma soluma bakındım gayri ihtiyari. Acaba benden başka birine mi sesleniyordu. Ama hayır. Odada ikimizden başka kimse yoktu.
Bu esnada çaylar da gelmişti. Elimi parmağımla göğsüme bastırarak dedim ki:
-Ben mi?
-Evet. Sen. Senden başka kimse var mı odada?
-Ee ne sorunum varmış benim?
-Ne bileyim ben? Sen söyleyeceksin ben de bileceğim. Yani diyorum ki, benden ne istemek için geldiğini öğrenirsem yardımcı olmaya çalışacağım, ya da yapamayacağımı belirteceğim.
-Çok teşekkür ederim. Benim herhangi bir sorunum yok. Bir isteğim de yok. Şöyle bir yanına uğrayayım, bir hal hatır sorayım, bir çayını kahveni içeyim diye gelmiştim.
Adamın mimikleri değişti. “Hadi canım sen de, bir işin olmasa gelir misin sen?” der gibi baktı yüzüme. Sonra da dudak bükerek cevap verdi:
-Sen bilirsin. Ama ben açık açık sordum. Söylersen de sana söylemezsen de...
Yirmibeş yıllık arkadaşımdı sözünü ettiğim kimse. Onunla en az oniki sene omuz omuza, kol kola çalışmıştık. Sonra tayinim çıkmış başka bir yere atanmıştım. Ardından da görevimden ayrılmış özel bir şirkette çalışmaya başlamıştım.
Arkadaşım ise, zaten önemli bir görevdeydi. Bir koltuğa iki karpuz sığmaz deseler de onun koltuğunda dört beş karpuz birden duruyordu. Bu bakımdan olacak, insanlar ondan hep bir şeyler istemeye geliyorlardı.
Adamcağız öyle şartlanmış ki, her gelene, hal hatır sormaya bile gerek duymadan “Söyle işin ne? Benden ne istiyorsun?” sorusunu sorar hale gelmiş.
Çayımdan bir yudum aldıktan sonra dedim ki:
-Bak, gerçekten ben buraya seni ziyarete geldim.
Sanki onu kandırıyor muşum gibi bir daha sordu:
-Gerçekten mi?
-Yemin ediyorum gerçekten.
-Yani şu an bana ihtiyacın yok iken, beni ziyarete geldin öyle mi?
-İnan ki şu an sana ihtiyacım yok iken, seni ziyarete geldim.
-O halde niye geldin?
-Ziyaret diyorum kardeşim ziyaret. Sen ziyaret bilmez misin? İstersen hemen kalkıp gidebilirim.
Gözleri doldu. Şöyle masaya yaslandı. Bir sigara tellendirdikten sonra “Sana bir şey diyeyim mi?” dedi:
-Bak şu masada sekiz yıldır oturmaktayım. Bu odadan içeri giren çıkanın haddi hesabı yoktur. Kimi çok yakın bir tanıdığımdır. Kimi çok yakın tanıdığımın tanıdığıdır. Ama kim olursa olsun, her gelen bir selamdan sonra, notere iş söyler gibi durumunu bana anlatır. Ben de yardımcı olabileceksem olurum. Olamayacaksam kusura bakma derim.
-Hayret?
-Şu ana kadar, en yakın akrabalarım dahil, bir Allahın kulu beni ziyarete gelmedi.
Bu defa da ben şaşırdım. Ne cevap vereceğimi bilemedim.
İnsanımız arasındaki samimiyet, yardımseverlik, kardeşlik nezaket, ziyaret gibi gelenekler meğer bir gölge gibi aramızdan sıyrılıp gitmiş de haberimiz yok. Meğer her görüşme, her konuşma her tebessüm bir iş için, bir gerekçeyle yapılır hale gelmiş. Karşılıksız, menfaatsiz ne arkadaşlık kalmış, ne dostluk ne nezaket ne ziyaret?
Bu vesileyle soruyorum herkese. Bugüne kadar kaç arkadaşınızı sadece arkadaşınız olduğu için ziyaret ettiniz ya da telefonda hal hatırını sordunuz? Yahut da kaç arkadaşınız sizi gelip ziyaret etti ya da telefonla aradı?
Ne demek istediğimi sanırım o zaman anlayacaksınız. Sonra da ülke olarak yanlışımızın nerede olduğunu?