Türk halk şiirinin kudretli sesi Âşık Veysel, bağrından çıktığı milletin birlik, beraberlik günü olarak kabul ettiği, asırlardan beri kutsiyet izafe ederek bayram havasında kutlandığı bir günde 21 Mart Nevruz gününde, 1973 yılında “gelmez yola gidiyorum”, “dostlar beni hatırlasın” diyerek aramızdan ayrıldı.
Sen petek misali, Veysel de arı
İnleşir beraber yapardık balı
Ben bir insanoğlu, sen bir dut dalı
Ben babamı sen ustanı unutma
Âşık Veysel türküler cenneti, âşıklar yatağı olan Sivas’ta, Sivas’ın kuş uçmaz kervan geçmez bir köyünde, Sivrialan’da, kendi deyimiyle “üç yüz on”da yani 1894’te, yayla yolunda “cihana gelmiş”, anası göbeğini taşla kesmiştir. Çilesi daha doğarken başlar. Bahtsızdır. Yedi yaşında çiçek hastalığından gözlerini kaybeder, artık dünyası da kararmış, yapayalnız kalmıştır. Tek arkadaşı “eğlensin” diye eline verilen “gizli dertlerimi sana anlattım”, “benim her derdime ortak sen oldun” dediği sazıdır. 25 yaşına geldiğinde akrabalarından Esma ile evlendirilir fakat Esma başkasıyla kaçar. Veysel yine dertlenir. Baht Veysel’e ilk kez 1930’da Ahmet Kutsi Tecer’le tanışınca güler. 1931 yılında düzenlenen Âşıklar Bayramına katılır. 1933 yılında Cumhuriyetin 10. yıldönümünde söylediği destanla artık sesi duyulmaya başlar. Dili açılan Veysel bu tarihten itibaren yurdun her köşesini gezer, çalar, söyler ve gönüllerde taht kurar, çevresine ışık saçar. Ve 1973 yılında bu gönül adamı “Sadık yârine” kavuşur.
Âşık Veysel hayatı, yaşadığı devir, şiirlerindeki muhteva bakımından diğer halk şairlerimize göre farklılık gösterir. Şiirleri sayıca fazla olmamasına rağmen muhtevası bakımından oldukça zengindir. Zira onun şiirleri şöyle bir gözden geçirilse, bunlarda sadece bir iki konunun işlenmediği görülür. Beşerî aşktan, ilâhî aşka, ilimden tekniğe, ayrılıktan gurbete, vuslata, millî birlik ve beraberliğe dair birçok temayı “arı misali” şiirlerinde işleyen Veysel, bu milleti gerçekten sevmiş, dertleriyle dertlenmiş, birlik ve beraberliğinin korunması gerektiğine inanmış bir gönül adamıdır. Veysel okumamış, mektep medrese görmemiştir, gözleri kördür, fakat gönül gözü açıktır, o âlim değil, âriftir. Meselelere de bu yönüyle bakar, çözümünü de ârifâne bir eda ile dile getirir. O birlik beraberlik adamıdır.
“İtimat edersen benim sözüme
Gel birlik kavline girelim kardaş
Birlik çok tatlıdır, benzer üzüme
İçip şerbetini duralım kardaş”
Çalışalım, kurtulalım buhrandan
Nedir senlik benlik, usandım candan
Irkımız, neslimiz aynı bir kandan
Yurdun yaraların saralım kardaş”
O; Dede, Korkut’tan günümüze uzanan yolda birlik, beraberlik, kardeşlik ilkesini işleyen, bu yolda şiirler terennüm eden aksakallardan biri olarak karşımıza çıkar. Hem dün hem de bugün milletin başına büyük dert olan, kardeşi kardeşe kırdıran mezhep kavgasına karşı Veysel;
“Yezit nedir ne Kızılbaş
Değil miyiz hep kardaş
Bizi yakar bizim ataş
Söndürmektir tek çaresi” mısralarında bu kavgaya, bu ayrılığa son vermek gerektiğini, bunun çaresinin de içimizdeki bu kini söndürmekte yattığını dile getirir. Veysel işin farkındadır. Zira bu kavgadan birilerinin menfaat sağladığını bilir:
“Şu âlemi yaratan bir
Odur küllî şeye kadir
Alevî-Sünnîlik nedir?
Menfaattir varvarası..”
Veysel’in şiirleri az fakat muhtevası zengin demiştik. İşte Veysel’in sayıca az olan bu şiirlerinde millî şuuru, özellikle Türklük şuur ve gururunun çok fazla olduğunu görüyoruz. Diyebiliriz ki; Veysel, Türklüğü şiirlerinde en fazla işleyen âşıklarımızdandır. Veysel Türk olmasıyla övünür ve bunu bir miras olarak görür; başka bir adı da kabul etmez.
“Muhabbetim canda haslardan hastır
Avutur Veysel’i bir şen piyestir
Türk adı babamdan bana mirastır
Daha bundan başka adı neyleyim.”
Veysel kanaatkârdır. Dünyanın saltanatında, tacında, tahtında, süslü giyiminde, Arap atında gözü yoktur. Onun küçücük dünyası içinde sıkıntıları, sohbeti, vatanı, milleti, imanı kendisine kâfi gelmektir. Tek isteği Türk milletinin bahtiyar olmasıdır.
“Bir küçük dünyam var içimde benim
Mihnetim, ziynetim bana kâfidir
Görenler dar görür geniştir bana
Sohbetim, ülfetim bana kâfidir.
İstemem dünyanın saltanatını
Süslü giyimini arap atını
Bilirsem Türklüğüm var kıymetini
Vatanım milletim bana kâfidir.
İsterdim hayatta düşmanla savaş
Milletime kurban olaydı bu baş
Nasip değil imiş şehitlik kardaş
İmanım niyetim bana kâfidir”
Veysel, Birinci Dünya Savaşı yıllarında ve sonra İstiklâl Savaşı sırasında yaşıtları askere giderken kendisinin gidemeyişine çok üzülmüş ve vatan hizmetinden mahrum kalışından dolayı çok acı çekmiştir. Daha sonraları söylediği bir şiirinde bunu dile getiren şair burada da Türklüğüyle iftihar eder.
“İftihar ettiğim büyük muradım
Türkoğlu’yum temiz Türk’tür ecdadım
Şehit ismi yazılaydı soyadım
Kanım ile mezarımın taşına”
Yine Veysel Türklükten başka her türlü milliyeti kabul eden bir kısım aydınlara(!), softalara karşı da kesin ve ret cevap verir;
“Aslım Türk’tür. Elhamdülillah Müslüman
Şükür Amentüye etmişiz iman
Kalbimize yaraşmaz şirk ile güman
Kalbimiz nur ile dolu sayılır”
Kardeş kavgasının arkasında menfaat sahiplerinin olduğunu söyleyen Veysel, bu tür kavgaların ilerleme yolunda bize engel olacağını söylüyor. Zira;
“Hedef alıp dövüştüğün kardaşın
Seni yaralıyor attığın taşın
Topluma zararlı yersiz savaşın” derken yapmamız gerekenin ancak bir bayrak altında birleşerek ilimde, teknikte başarıya ulaşabileceğimiz olduğudur.
“Birleşiriz bir bayrağın altında
Biz Türk’lerin ikilik yok aslında
Yanar tutuşuruz vatan aşkında
Hepimiz bu yurdun evlatlarıyız”
Âşık Veysel vatanın ve milletin çeşitli sun’i etnik gruplara ayrılarak bölünmesinin düşmanların dışında başka kimseye fayda sağlamayacağının şuurundadır. Bu vatan “vatan sevgisini içten duyanlar” tarafından beraberce, omuz omuza savunulmuş, uğrunda binlerce şehit verilmiş bir bütündür. Oysa bugün bazı eller bunu bir kenara itip, bu vatanı, milleti Kürt, Türk, Çerkez, Laz vs. diye etnik; Alevî, Sünni diye dinî gruplara ayırmak istemektedir. Veysel bunlara karşı;
“Kürt’ü Türk’ü ve Çerkez’i
Hep Âdem’in oğlu kızı
Beraberce şehit gazi
Yanlış var mı ve neresi”
“Her ferdin hakkı var bizimdir vatan
Babamız dedemiz döktüler al kan
Hudut başlarında can verip yatan
Saygıyla anarız şehit diyerek” mısralarında bu gerçeği dile getirirken bize oynanan oyunlara karşı da dikkatimizi çekmekte, bizi uyanık olmaya çağırmaktadır.
Veysel sadece bunları söylemekle kalmaz, sazının telinde, dilinde Türk’ün acısını da terennüm eder. 81 denizciyle batan Dumlupınar denizaltısının kahraman mürettebatı için de gözyaşı döker. Artık onların mezarının Türk’ün kalbi olduğunu söyler.
“Bütün gazeteler hep yazar oldu
İsimler dillerde, hep gezer oldu
Her Türk’ün kalbinde bir mezar oldu
Sanmayın şehitler orada kaldı
Vatan ağlar millet ağlar yıl ağlar
Deniz ağlar, yolcu ağlar, yol ağlar
Veysel ağlar sohbet ağlar, dil ağlar
Tarihte bir büyük yara da kaldı.”
Ve Veysel “Türkiye’nin ihyası” dediği Atatürk için de gözyaşı döker, onun varlığını Türk’e terk ettiğini hatırlatarak eserinin korunması gerektiğini dile getirir:
“Ağlayalım Atatürk’e
Bütün dünya kan ağladı
Süleyman olmuştu mülke
Geldi ecel can ağladı
Fabrikalar icâdetti
Atalığın ispat etti
Varlığın Türk’e terk etti
Döndü çark devran ağladı.
Uzatma Veysel bu sözü
Dayanmaz herkesin özü
Koruyalım yurdumuzu
Dost değil düşman ağladı”
Ve bir 21 Mart günü Veysel “Sâdık yâri”ne kavuştu. O, vasiyetine uyarak birlik beraberlik içinde yaşayacak bu milletin gönlünde ve dilinde her zaman yaşayacaktır. Sözü yine onun mısralarıyla bağlayalım:
“Veysel der tükenmez bu derdim
Katlandım cefaya yüklettim durdum
Yaşasın milletim, bayrağım, yurdum
Dilerim Allah’tan sonuna kadar”