Eski Çin seyyahlarından birinin, Türklerin seyahate çıkarken bile sazlarını beraberinde götürecek kadar musikiye düşkün olduklarını itiraf etmesi çok kuvvetli bir dayanaktır. Çünkü Çinliler ile Türkler o devirde düşman iki toplum durumundadır. Buna rağmen Türklerin musikiye olan düşkünlüğünü, Çin seyyahı bile inkâr edememiştir. Bu konu ayrıca başka açıdan da ilgi çekicidir.
İyi yazmak ve iyi düşünmek pek nâdir bahtiyarlara nasip olan mazhariyettir.
Mustafa Şekip Tunç (İnsan Ruhu Üzerine Gezintiler, 3.s.)
___________
Büyük Türk musiki bilgini, bestecisi ve hukukçusu Hüseyin Sadettin Arel başlık yaptığımız adı taşıyan anıt eserine (“Entel takılanlar” “kapital” mi diyorlar?!!) bu soruyla başlar: “Türk musikisi kimindir?” Sonra da alaylı bir edayla devam eder:
“Aramızda bazı kimseler Türk musikisi denilen sanatın bizim millî musikimiz olmadığı kanaatindedirler. Bu kanaate sahip olanların hepsi Türk musikisinin yabancı bir milletten bize geçtiği noktasında birleşmekle beraber hangi milletten geçtiği hususunda ittifak edememişlerdir: Musikimizi kimisi İranlılara, kimisi Araplara, kimisi Yunanlılara mal ediyorlar.”
Arel’in bu şaheseri, meseleyi en ince ayrıntısına kadar inceler ve ikinci dilimiz hakkında ileri sürülen iddiaların hepsini çürütür.
Bu soylu sanatımızın özbeöz Türk olduğunu, yalnız Yağmur Atsız’ın değil, bu satırların yazıcısının da “dâhi ağabeği” olan tarih ve musiki bilgini Yılmaz Öztuna benzeri olmayan Türk Musikisi Ansiklopedisi’nin değişik maddelerinde, rahmetlik Cinuçen Tanrıkorur çeşitli yazılarında, bu arada Müzik Kimliğimiz Üzerine Düşünceler (Ötüken Neşriyat) adlı eserinde ele alır.
Emsalsiz nezaketiyle tanınan, hayranlıklarla anılan, musikideki otoritesiyle bilinen İsmail Hakkı Özkan 9’uncu baskısı yapılan Türk Musikisi Nazariyatı ve Usûlleri (Ötüken Neşriyat) adını taşıyan dev eserinde şunları söyler:
… Eski Türk dini çerçevesinde, muayyen zamanlarda bazı dinî törenler yapıldığı, toy’larda yahut ölenin ardından tertiplenen yuğ’larda dinî mahiyette musikiye yer verildiği bilinmektedir. Hattâ Hunlarla ilgili Çin kaynaklarında, Türklerin Çin seddini aşan süvarilerini, beraberlerindeki davula benzer çalgı âletleriyle teşci ettikleri kayıtlıdır. Hunlar ve daha sonra Göktürkler çağındaki bu dinî-sihrî törenleri kam, baksı, şaman, ozan, oyun adını alan şâir-sihirbaz-hekim-müzisyen ruhanîler yönetirdi. (…)
Eski Çin seyyahlarından birinin, Türklerin seyahate çıkarken bile sazlarını beraberinde götürecek kadar musikiye düşkün olduklarını itiraf etmesi çok kuvvetli bir dayanaktır. Çünkü Çinliler ile Türkler o devirde düşman iki toplum durumundadır. Buna rağmen Türklerin musikiye olan düşkünlüğünü, Çin seyyahı bile inkâr edememiştir. Bu konu ayrıca başka açıdan da ilgi çekicidir. Sazını gittiği her yere beraber götürme alışkanlığı, yüzyıllar boyu Türklerin terk etmediği bir gelenek hâlinde bu gün bile Anadolu’da bütün tâzeliğiyle yaşamaktadır. Gurbete çıkan Türk imajı, yüzyıllar boyu olduğu gibi bu gün de bizde, bağlamasını omzuna vurmuş giden bir insan figürü olarak benimsenmiştir. Gerçek de bu yoldadır. Askere giden gencin bağlamasını beraberinde götürme alışkanlığı bir gelenek olarak devam etmektedir. Geleneklerini çağların ötesine taşımayı başarabilen Türk’ün aynı gelenekle, musikisini de Orta Asya’dan getirdiğine delil teşkil eder.
Arap Acem etkisi meselesinde aziz Özkan şöyle konuşuyor: “[ Türk musikisi] daha sonraları Türklerin İslâmiyet’i kabul edişlerinden sonra, iddiaların tam tersine, Arap ve Acemlerin de musikisini silip süpürmüş ve yerine kendi geçmiştir. Çünkü Türk musikisi gerek Arap ve gerekse Acem musikisinden çok daha gelişmiş bir musikidir.(…)
Türklerin en eski çalgısının Kopuz olduğunu eski Çin kaynaklarından öğreniyoruz. Kaynaklar Ud ve Lâvta gibi sazların da bu çalgıdan türediğini gösteriyor; Tambur da bu sazdan kaynaklanmıştır. (…) gerek eski Yunan’a, gerekse Batı’ya saplı sazlar Asya’dan gitmiştir. Macaristan’da kopuzcu anlamına gelen “Kopzaş” kelimesi vardır.
Şüphesiz ki Kopuz, batıya yaptığı bu seyahatte, sapı üzerinde bulunan sistemi de beraber götürerek tanıtmış ve belki de daha sonra Batı’da kullanılan sistemlere fikir vermiştir.
Bu açıdan bakınca Kopuz’un önemi daha iyi anlaşılır ve Türkler’in kimseden musiki almaya ihtiyaçları olmadığı gibi, tam tersine bazılarına musiki verdiği bile ortaya çıkar.
Türk musikisi, Anadolu’ya Orta Asya’dan Kopuz’un sapında sistemleşmiş olarak gelmiştir.(…) “Türkü” ile “Şarkı”yı ayrı kaynaklı imiş gibi göstermek çabası, gerçekler karşısında Türk musikisini kendi içinde hiziplere ayırmak ve bölmek gayretinden ileri gidemez. Türkü’de kullanılan makam, dizi, usûl aynıyla Beste’de ve Şarkı’da da kullanılmıştır; çünkü ikisinin de kaynağı aynıdır. [Büyük bestecimiz Dede Efendi’nin türküler de bestelediğini; musikimizin efsanevî şöhreti Tamburî Cemil Beğ’in, halk musikimize de aynı ilgi ve sevgiyle baktığını, kimi halk sazlarını çaldığını da bu arada hatırlatalım. A.E.] (…)
Musikimizin kaynağı bakımından aydınlatıcı önemli bir unsur da, özellikle “Aksak” ölçülerimizdir. Bu ölçüler, yâni usûller, doğrudan doğruya ve tamamıyla Türkler’e has ritimlerdir. Bu Aksak ölçüleri, yalnız ve ancak Türk kavminin, tarih içinde fethedip belirli bir süre kaldığı ülkelerde görmekteyiz. Türkler’in gitmedikleri yerlerde ise, musikimizdeki tarzda Aksak usûl görülmemektedir.
Türk musikisinin başka milletlerden alınma olduğu iddiasını ispat için, her türlü belge ve mantığa sırt çevirerek, bütün ömürlerini bu yolda tüketen Batılı yazarlar ve tarihçiler, yazdıkları kitap ve makalelerde mütemadiyen birbirleriyle çelişmişler ve belli bir kaynak üzerinde bir türlü anlaşamamışlardır. Bunlara en güzel cevabı Hüseyin Sadeddin Arel, Türk Musikisi Kimindir? adlı eserinde vermiştir.
Bütün bunlar göstermektedir ki, Türk musikisinin esas kaynağı Orta Asya’dır. Musiki sistemi ve ölçüler, Türkler’in bulup kullandıkları sistem ve ölçülerdir. Halk müziği ve klâsik müzik arasında sadece üslûp farkı vardır.
Musikimizin büyük otoritesi İsmail Hakkı Özkan’ın dediklerini, densizlikten değil yersizlikten ötürü, kısaltmak mecburiyetinde kaldık. Adını yukarıda verdiğimiz bu şaheserin 10 sayfalık Giriş bölümünü her Türk’ün okuması, bellemesi, ezberlemesi, zihnine nakşetmesi gerektiğini de unutmadan söyleyiverelim.
Acem palavralarından biri olan Türk musikisinin “Yunan’dan alınma” (!) iddiaları hakkında Hocamız şunları söylüyor: “Türk musikisinin eski Yunanlılardan alınma olduğunu iddia edenlerin birinci derecede dayandıkları nokta, eski Yunanlılarda çeyrek seslerin kullanılması konusudur. Türk musikisinde çeyrek ses yoktur. Bu gerçeği bilmeyen bazı Batılılar, tamamen bilgi noksanlığı dolayısıyla Türk musikisini çeyrek sesli zannederler. Eski Yunanlılar, tam ikili aralığın bölünmesi bilgisini Asya’dan almışlardır. Bu bölünmeyi de hiçbir zaman müzikaliteye ve insan kulağına uygun gelecek tarzda oranlarda yapamamışlardır. Eski Yunan müziğindeki Durak ve Güçlü’nün de durumları karanlıktır. Araştırmacılar bu konuda da anlaşamamışlardır. Türk musikisinin menşei eski Yunan müziği olsaydı, Türk musikisi de bu özellikleri mutlaka taşırdı.
Musikimizin Bizans’tan alındığı veya ondan etkiler taşıdığı martavallarına gelince… Üstad’ımızın bu konudaki görüşleri de şöyle: “Bu gün eski Bizans müziğini sağlıklı bir şekilde araştırmak bile mümkün değildir. Çünkü belgeler buna müsaade etmemektedir. Her şeyden evvel, eski Bizans notasını çözmek imkânı yoktur… Eski Bizans notasını okumak mümkün değildir. Dolayısıyla bu müziği araştırmak, bulmak imkânsızdır. Kulaktan kulağa geleneği 14’üncü yy.dan itibaren, Türk musikisinin kuvvetli tesiri dolayısıyla kopmuştur ve eski Bizans müziği kaybolmuştur.
Bu büyük otoritenin, İsmail Hakkı Özkan’ın; Atatürk’ün “Türk musikisi yüksek bir medeniyetin musikisidir. Bu musikiyi bütün dünyanın anlaması gerektir.” (Atatürk’ün Uşağı İdim, İstanbul, 1973, 372.s. ) dediği, Beyin Vakfı’nın kurucusu Tony Buzon’un “Zekâ eseridir” diye nitelendirdiği Türk musikisi hakkındaki sözleri devam ediyor:
Türk musikisinin mükemmelliği, fethedilen her yerde kendini zorlamasız kabul ettirmiş, o milletlerin esasen çok sağlam temellere dayanmayan musikileri kaybolup gitmiştir. Bu gün Türk musikisinin kaynağı olarak gösterilmeye çalışılan musikilerin klâsiklerini bulmak bile mümkün değildir. Bu müzikler klâsiklerini dahi oluşturamamışlardır. Esasen buna gerek de duymamışlardır; çünkü aradıkları her şeyi Türk musikisinde yorulmadan bulmuşlardır. Türk musikisi bu gün dünya yüzünde en yaygın iki cins müzikten biridir.
Türk musikisi yüzyıllar içinde üstadlarını yetiştirmiş, klâsiklerini, şaheserlerini ve bilimsel eserlerini vermiştir. Türk musikisi, yüksek ve soylu bir milletin yarattığı kanun ve kurallara bağlı, bilimsel ve sanatsal mükemmelliğe erişmiş, çağdaş, soylu ve yüksek bir musikidir.
Türk musikisi sahip olduğu gerek zengin ses sistemi, gerek makam ve usûl zenginliği ile her türlü duyguyu ve bu duyguların her türlü nüanslarını ifadeye elverişli bir musikidir. Bu ince özellikleri içeren başka bir musikiyi bulmak da müşküldür.
***
Yukarıda dört otoritenin görüşlerini aktarmaya çalıştık. En güvenilir bilimsel sonuçlar ortada, gerçekler gün gibi belli; tereddüt edilecek bir tek nokta yok!.. Durum böyleyken hâlâ tereddüt veya şüphe eden varsa, ne diyeceğimizi bilemiyoruz.
Sözümüzü Yahya Kemal’in bir beytiyle noktalamak isteriz: “Çok insan anlayamaz bizim [öz] musikimizden/Ve ondan anlamayan hiçbir şey anlamaz bizden”
Mâniler
Askerlikten anlayan
Varsa şöyle buyursun!..
Askerime yan bakan
Kudum kudum kudursun!..
Üç kuruş için canın
Çıkar iken pazarda
Emeklilik gelecek
Bundan sonra mezarda!..
Rahatı beğde yoktur
Unutmuştur köteği.
Zehirlenmişsin diye
Kudurtmuşlar köpeği.
“Sözüme kulak verip
Bir an önce yaklaşın!..”
Akıl verir Sam amca:
“PKK’yla anlaşın!..”
Yapılan yanlışlara
Vatandaşın yergisi:
“Sağnak gibi yağıyor
Deli Dumrul vergisi...”
Her şey ateş pahası
Ay’a gideriz yaya...
Bu gidişle çıkacak
Ramazan on bir aya...
Üç beş kuruş kazanır
Garip bin bir emekle...
Soyu sopu kurusun
Kim oynarsa ekmekle...
Kalmasın kimse yasta
Olmasın kimse hasta..
Ekmek alamaz isek
Pasta yiyelim pasta...
Horyatlar
Hanımız hanımız
Dolu lâle hanımız
Maksuduna tez vakit
‘Eriş’ ‘Lâlehan’ımız.
Er aydına er aydına
Saygı duy er aydına.
Gönül dolusu sevgi
‘Eriş’e, ‘Eraydın’a.
Şirin kızım şirin kızım
Hoş kızım, şirin kızım.
Ödüllü mimarımız*
‘Özbek’tir ‘Şirin’ kızım.
*Adı gibi şirin ve genç bir kızımız olan Şirin Özbek, gerek yurt içinden, gerekse yurt dışından alınmış pek çok ödülün sahibidir.