Şehirleşme işini, biz beceremedik. Bundan sonra kurulacak şehirlerimiz için belki bir kurtuluş ümidimiz var. Ama mevcut şehirlerimiz hayat kalitesine uygun değil. Birbirinin üstüne kibrit kutusu gibi yığılmış binalardan oluşan şehirlerimizde, maalesef estetik, zarâfet, huzur, sağlıklı yaşama, yüksek eğitim seviyesi, gelenekleri koruma gibi endişelerden uzak bir kentleşme görülüyor.
Sayın Turgut Altınok’a
Otuz yahut kırk yıl sonra Türkiye’de kuraklığın baş göstereceği söyleniyor. Yüksek bir ihtimalle, maalesef, bu öngörü doğrulanacak. Bunu bile bile boş oturacak mıyız? Neden kuraklık olacak? Ne gibi tedbirler alabiliriz? Her alanda kuraklık çektiğimiz şu günlerde bunları düşünmek bir fantezi gibi gözükse de bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Şehirleşme işini, biz beceremedik. Bundan sonra kurulacak şehirlerimiz için belki bir kurtuluş ümidimiz var. Ama mevcut şehirlerimiz hayat kalitesine uygun değil. Birbirinin üstüne kibrit kutusu gibi yığılmış binalardan oluşan şehirlerimizde, maalesef estetik, zarâfet, huzur, sağlıklı yaşama, yüksek eğitim seviyesi, gelenekleri koruma gibi endişelerden uzak bir kentleşme görülüyor. Kullanılan malzemeler, asfaltlarımız, çatılarımız ısıyı bünyesine hapsediyor. Boğucu sıcaklıklara sebep oluyor. Kirli hava, yanlış yerlerdeki yapılaşma hava akımlarını engelliyor. Bu da şehirlerimizin süratle ısınmasına sebep oluyor. Büyük şehirlerimizdeki bu ısınma yağmur, kar yağışının da dengesini bozuyor. Şehirlerin su ihtiyacının karşılanması için büyük miktarda yeraltı suları harcanıyor. İntihardır bu. Bizim derhal temiz, estetik ve sağlıklı şehirler kurmamız gerekiyor.
Kurulacak bu şehirlerde kullanılacak suyun, mümkün olduğu kadar tasarruflu kullanabilmesi için düzenlemeler yapılması lazım. Hem çevrenin yeşil olması, hem insanların yeterince su bulabilmesi için uygun düzenlemeler yapılmalı. En az su kullanarak en fazla verimin nasıl elde edilebileceğine bakılmalı. Sadece insanların suyu nasıl tasarruflu kullanacağını öğretmek yetmez. Başka teknik düzenlemelerin de yapılması gerekiyor. Hayatın her alanında yeniden durup düşünmemiz ve çözümler üretmemiz lazım.
Büyük şehirler için barajlarda toplanan su, yeraltına inmediği, yer altı sularımız süratle çekildiğinden kuraklık kaçınılmaz. Bunun için acilen tedbirler alınmalı. Mesela kanalizasyon sistemi değiştirilmeli. Şu anda kullanılan sistemde bütün atıklar, yağlar, sular tek bir yoldan atılıyor. Bunun yerine üçlü, dörtlü, beşli kanalizasyonlar yapılmalı. Birinden deterjanlı, değerinden deterjan kullanılmayan suların atılabilmesine imkân tanınmalı. Yanmış mutfak yağlarının sularımızı nasıl zehirlediğini hepiniz biliyorsunuz. Yanmış yağlar ayrıca atılabilir. Bu belki belediyelerimize ek mali külfet getirecek. Ama en azından tabiata geri döndürülebilecek suların kazanılmasına fırsat verecektir. Banyoda, çamaşır ve bulaşıkta kullanılan sabunlu, deterjanlı suların arıtılarak tabiata döndürülmesi gerekmektedir. Şu anda meyve yıkadığımız su da, tuvalet temizliğinde kullanılan asit de aynı kanalizasyona karışıyor. Hem sularımız, hem toprağımız kirleniyor, mahvoluyor. Yağan yağmurların biriktirilmesi için ev, sokak mimarisini vb. değiştirmemiz gerekiyor. Bu suların kesinlikle ayrı bir kanalizasyonda toplanması ve kullanıma sunulması sağlanmalı. Evlerdeki banyo düzeninin de değişmesi lazım. Belki duş sistemini kaldırıp, hamam kurnası sistemine geri dönülmesi gerekiyor.
Şehirler büyüdükçe su ihtiyacı artıyor. Barajlar kurudukça özel su işletmeleri de çoğalıyor. Nadir su kaynaklarımızın yanı başına tesisler kuruluyor. Yakın gelecekte Allah korusun, küresel kuraklık baş gösterdiğinde, emin olun bu tesislere askeri alanlar olarak el konulabilir. Çünkü bütün insanlar, büyük devletler bu su kaynaklarına hücum edeceklerdir. Zaten ABD’nin, AB’nin Ortadoğu ve Türkiye için hazırladıkları bölme, parçalama işlemlerinin altında biraz da bu su kaynaklarına hakim olma mücadelesi yatmıyor mu?
Devletin, üniversitelerin, uzmanların, aydınların, basının, olur olmaz lüzumsuz konularla ilgilenmeleri, bugün ve yarını kotarmak yerine, yarınları inşa etmeleri gerekmez mi? Havamızı, suyumuzu, toprağımızı korumaz, geliştiremezsek gelecek on yıllar felaketimiz olacaktır.
Bütün bunları suya sabuna dokunmayan bir yazı yazmak için kaleme almadım. Mesela gündemdeki konu Ergenekon'dan bahsetmeyi bir basın mensubu olarak hukuka aykırı bulduğumu, başta devlet televizyonundaki Enine Boyuna, Gündeme Dair programları olmak üzere bu konuda peşin hüküm mahiyetindeki yayınlara son verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Tutuklu ya da tutuksuz gözaltına alınanlar hakkında mahkeme yasağı varken konuşulmasını doğru bulmuyorum. Bu konuda TRT başta olmak üzere basın organlarını hukuka saygıya davet ediyorum. Ayrıca geciken adaletin, oluşturulamayan iddianamenin de hukuk üzerinde gölgeler oluşturduğunu düşünüyorum. Devlet vardır, hukuk vardır ve er geç tecelli edecektir. Birtakım şarlatanlar bunu sulandırmak istese de bu böyledir. Türk Milleti sonsuza kadar var olmaya devam edecektir.