Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuktan sonra Elbasan’ı çevreleyen dağların üzerinden şehri seyretmeye başladık. Bir vadiye kurulmuş ve kuşbakışı olarak oldukça güzel görünümlü bir şehir. Akşam ezanı okunurken şehre girdik. Şehrin girişi de kuşbakışı görünümü kadar güzel. Şehrin merkezinde Enver Hoca zamanında yıktırılan caminin şadırvanını, saat kulesini ve tarihi kalesini gördükten sonra kale içindeki eski Osmanlı Camisinde akşam namazını kıldık.
Cuma günü olması nedeniyle namazı bir köy camisinde eda ettik ve köylülerle uzun bir sohbet yaptık. Bir saat sonra başkent Tiran’a vardık. İlk ziyaret yerimiz Turgut Özal Türk Koleji oldu. Kolej yetkilileri ile sohbet ettik ve genel eğitim durumu hakkında bilgiler aldık. Kolejde Türk ve Arnavut bayraklarının yan yana dalgalanması, hangi gurubun ya da kişinin olursa olsun değişik ülkelerde Türk okullarının olması bizi çok duygulandırdı.
Daha sonra Tiran meydanına geçtik. Tiran’ın en önemli meydanı olan bu yerde, bir tarafta Belediye Sarayı, diğer tarafında İskender Bey’in heykeli ve aralarında da Ethem Paşa Camisi ve Saat Kulesi yer alıyor. Bu cami 1793’te dönemin Tiran valisi olan Ethem Paşa tarafından yaptırılmıştır. Cami Rumeli’deki kalem işlemeciliği açısından en güzel olan 3 camiden birisidir. Diğeri Makedonya-Kalkandelen’de, bir diğeri ise Bosna-Travnik’tedir. Bu üç camiye de Alaca Camileri denir. İç ve dış süslemeleri bir sanat harikasıdır. Enver Hoca döneminde müze olarak kullanılmıştır. Bu gün ibadete açıktır. Caminin hemen bitişiğinde yine aynı dönemlerde yapılmış saat kulesi eski güzel günleri özler gibi durmaktadır.
Tiran gezimizi bir otelin çatı katındaki lokantada kahve içerek devam ettirdik. Tam karşımızdaki güzel bir bahçe içindeki evin kime ait olduğunu sordum. Rehberimiz evin Enver Hoca’nın başkanlık konutu olduğunu söyledi. Kapitalist ya da kırallık sistemlerinde lüks konutların olması tabii karşılanır. Ancak komünist bir liderin halkı mütevazı evlerde yaşarken kendisinin lüks içinde yaşamasını yadırgadığımızı söylemek isterim. Tiran gezimizi burada tamamladıktan sonra Elbasan’a doğru yola çıktık.
Yaklaşık 3 saatlik bir yolculuktan sonra Elbasan’ı çevreleyen dağların üzerinden şehri seyretmeye başladık. Bir vadiye kurulmuş ve kuşbakışı olarak oldukça güzel görünümlü bir şehir. Akşam ezanı okunurken şehre girdik. Şehrin girişi de kuşbakışı görünümü kadar güzel. Şehrin merkezinde Enver Hoca zamanında yıktırılan caminin şadırvanını, saat kulesini ve tarihi kalesini gördükten sonra kale içindeki eski Osmanlı Camisinde akşam namazını kıldık.
Akabinde meşhur Elbasan tava yemek için lokanta aramaya başladık. Ancak bulamadık. Sonra oradan Türkiye’yi de tanıyan bir kardeşimiz Elbasan tavayı burada bilmezler, onu en güzel İstanbul’da yiyebilirsiniz dedi ve biz de bu sevdadan vazgeçtik. Yemekten sonra Elbasan’daki Türklerle kale içinde bir kahve içtik ve Arnavutluk’taki sorunları konuştuk. Sohbetten sonra doğruca Avlonya’ya (Vlora) geçtik. Enver Hoca’nın yazlık konutunun karşısında Yön denizine sıfır bir otelde geceledik. Yine dikkatinizi çekmek isterim. Büyük komünist Enver Hoca’nın yazlık konutu. Halk ekmek bulamazken komünist liderler kışlık ve yazlık konutlarda günlerini gün ettiler. Kısaca kapitalistlerden hiçbir farkları yoktu.
Sabah erken kalkarak Avlonya şehir turu ili gezimizi sürdürdük. Avlonya denince aklımıza II. Abdülhamit döneminde en uzun süreli sadrazamlık yapan Ferit Paşa, Pireveze Valisi Abidin Paşa ve Beşiktaşlı Sabri Dino’nun dedeleri gibi Arnavut kökenli Osmanlı tebaası geldi. Osmanlının o milliyetler ve dinler cenneti coğrafyasını birden hatırladık. Doğruca Avlonya tepesindeki Türk kökenli Kuzum Baba Bektaşi türbesine giderek ziyaret ettik ve şehri tepeden seyrettik. Kuzum Baba bu bölgede çok hürmet edilen cemaat önderi bir kişi imiş. Türkiye’de tekke ve zaviyeler kapatılınca oraya gitmiş ve 1950’de vefat etmiş.
Avlonya’da Enver Hoca döneminden önce 8 cami varken şimdi 2 cami var. Şehre mührünü bu 2 camiden biri olan ve Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Kurşunlu Camisi vuruyor. Cami şehrin tam merkezinde yapılmış. Caminin içini gezerken orada bir hanım kızımız ve şehir müftüsü ile tanıştık. Kızımızın Kuran öğretmeni olduğunu, eğitimini Bursa’da bir sivil vakıfta aldığını ve maaşının bu vakıf tarafından ödendiğini söyledi. Avlonya müftüsü de giderlerinin Türkiye’deki sivil vakıf müesseseleri tarafından karşılandığını ifade etti.
Şimdi düşünmenizi istiyorum. Fakir ülkemizdeki devlet ya da sivil tüm yardım kuruluşları Müslüman ülkelerdeki her türlü organizasyonlarda karınca kararınca varlar. Bununla gurur duymalıyız ve bu yardım kuruluşlarını sonuna kadar desteklemeliyiz. Eski şehir merkezini gezdikten sonra Fier şehrine doğru yola çıktık. Fier’de fazla Türk eseri yok. Bu nedenle gezimizi kısa tutarak hemen hedefimizdeki kent Berat’a geçtik.
Berat Türkiye’de dahil Osmanlı coğrafyasının mimarisi en iyi korunmuş şehridir. Şehir tekkeleri, köprüsü, camileri, kiliseleri, konakları ve kısaca her şeyi ile tam bir açık müze gibidir. Önce Berat kalesine gittik. Kale içi evleri Türk mimarisinin en doruk noktasını oluşturuyor. Evlerin çoğunda yaşam sürüyor. Aynı Bulgaristan’ın Filibe şehrinde olduğu gibi. Kale içinin tek eksiği Bayezit Camisinin harap hali. O da restore edilip ibadete açılabilirse çok güzel olacak.
Kaleden Berat şehrine baktık. Şehri Osum nehri ikiye bölüyor. Eski şehir kısmı yani Türklerin Berat’ı, ruhu olan şehirdir bana göre. Yeni Berat ise 20. yüzyılın şehridir. 20. yüzyıl şehirleri tamamen beton yığınlarıdır ve ruhsuz şehirlerdir. Bu sadece Berat’ta değil her tarafta böyledir. Bunun en güzel örneğini Berat ve Edirne’de görebilirsiniz. Eski Berat’ta Osum nehrinin sağına Müslümanlar soluna Hıristiyanlar yerleştirilmiştir.
Bu genelde Osmanlı’da uygulanan bir durumdur. Her iki taraf da mimari tarzı, camileri, kiliseleri, tekkeleri ve çeşmeleri ile tam bir uyum içindedir. Bu durum insana yaşadığı kentte huzur verir ve pisikolojisini etkilemez. Yeni kentler ise tam bir beton yığınlarıdır ve insan sağlığına olumsuz etkileri vardır. Ben merkezli insan tipi oluşturmaktadırlar.
Osum nehri üzerindeki Kurt Ahmet Paşa Köprüsü (18. yüzyıl) iki tarafı birbirine bağlar ve bu gün de faal durumdadır. Eski Berat şehrine tabloid şehir diyorum. Bu kısımda bir tane yeni mimari tarzı ev yoktur. 1737 yapımı Ustalar Camisi, Sultan Bayezit Camisi ve Halveti Tekkesi buradaki en önemli İslami eserlerdir. Bu eserlerin ahşap işlemeciliği çok güzeldir. Berat, Ohri ve Filibe şehirlerini görmeyenin Balkanları gezdim dememesi gerekir.
Arnavutluk’ta son durağımız Adriyatik kıyısındaki Dıraç (Durres) oldu. Dıraç Arnavutluk’un en önemli liman kentidir. Şehirde çok fazla tarihi eser yoktur. Üzüm, zeytin, narenciye ve Trabzon hurması gibi ürünlerin bol yetiştiği şehirde çok güzel sahil balık lokantaları var. Adriyatik sahillerinde bir balık lokantasının önündeki kumsaldan bozkurt selamı ile Arnavutluk gezimizi sonlandırdık. Yüce Allah’ın Çin Seddini görmemizi de nasip etmesi dileğiyle bir başka ülkedeki Türk izlerinde buluşmak üzere okuyucularıma iyi günler diliyorum.