Bir de yaşam tarzı karanlık insanlar vardır. Toplumdan gizli hesapları olan, özü sözü bir olmayan tiplerdir bunlar. Gizli bir takım örgütlenmelere giden, yasal gözüküp de yasa dışı işler çeviren, toplumun huzur ve asayişine dinamit koyan tiplerdir bunlar. Yaşadıkları ulusun millî değerleri ile alay etmeyi marifet sayan, iç huzuru bozacak açıklamalar yapmaktan çekinmeyen bu tipler, son günlerde iyice açıktan faaliyete geçtiler ne yazık ki…
Malûm sınır ötesi harekât ve bitiş şekli ile Kosova’nın bağımsızlığı gibi konularda söylenecek sözleri diğer yazar ve çizer dostlarımıza bırakarak; biraz kavram kargaşası üzerinde durmak, bu konuda sizlerle sohbet etmek istiyorum.
Özellikle son dönemde malûm nedenlerden dolayı bazı vatandaşlarımız tarafından çok kullanılan bir tabirle sık sık karşılaşmaya başladık. ‘Ortaçağ karanlığına dönmek istemiyoruz!’
Aslında slogan güzel, çünkü hiç kimse karanlığa dönmek istemez. Kelebekler bile gece karanlığında bir ışık gördüğünde yanıp öleceğini bile bile gider o ışığın etrafında pervane olur.
İnsanoğlu da böyledir. Karanlığı pek sevmez… Hatta küçükken karanlıktan korkmayan, kaçımız vardır değil mi?
Ayrıca bir de yaşam tarzı karanlık insanlar vardır. Toplumdan gizli hesapları olan, özü sözü bir olmayan tiplerdir bunlar. Gizli bir takım örgütlenmelere giden, yasal gözüküp de yasa dışı işler çeviren, toplumun huzur ve asayişine dinamit koyan tiplerdir bunlar. Yaşadıkları ulusun millî değerleri ile alay etmeyi marifet sayan, iç huzuru bozacak açıklamalar yapmaktan çekinmeyen bu tipler, son günlerde iyice açıktan faaliyete geçtiler ne yazık ki…
Slogan belli: “Ortaçağ karanlığına dönmek istemiyoruz!”
İyi de kardeşim ‘Ortaçağ karanlığı’ dediğin mekân neresi?
Eğer Ortaçağ Avrupa’sından bahsediyorsan, çok doğru hatta eksik söylüyorsun diyebilirim. Eğer birileri bizleri Ortaçağ Avrupa’sındaki sefillik, rezalet ve vahşiliğe götürmek istiyorsa, derhal önüne geçmek ve ‘DUR!’ demek zorundayız!... Engizisyon vahşetini, milyonlarca insanın katledildiği soykırımları, kütüphane yağmalamalarını, zorla din değiştirme baskılarını, Avrupalı kralların ilk gece adiliklerini, veba, kolera ve bilumum bulaşıcı hastalıkları kim ister? Ömründe bir kez; o da vaftiz suyu ile ıslanarak sözüm ona yıkanmayı, cadı diye ruh hastalarının diri diri yakılmasını, Müslümanların kazıklara geçirilerek vahşi hayvanlara yem edilmesini kim isteyebilir? Bu çağda hâlâ bu kafada insan olabilir mi? Kilisenin endülüjans adıyla cennetten tapu satmasını, papanın aforoz ederek kendisine haraç vermeyen devlet başkanlarının ölüm fermanını imzalamasını kim arzu eder?
Evet, Ortaçağ Avrupa’sının karanlık ve rezilliklerine karşıyız!
Ama Ortaçağ’da dünyaya hükmetmiş, 7 kıtaya huzur ve barış götürmüş, insanlara insan olduğunu, hayvandan farklı ve üstün bir mahlûk olduğunu bildiren Ortaçağ Türk Dünyası’na EVET!
Mevlâna’nın, Şeyh Edebâli’nin, Hacı Bektaş Veli’nin, Hacı Bayram Veli’nin, Yunus Emre’nin yaşadığı, her köşesi medeniyet fışkıran Ortaçağ Selçuklu Anadolu’suna EVET!
Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhiselam’ın yaşadığı, saadet asrına, dünyanın en kutlu ve medenî dönemine kim hayır diyebilir ki?
Adriyatik’ten Çin Seddi’ne kadar huzurun hüküm sürdüğü, ilmin, uygarlığın beşiği Türk Dünyası Ortaçağı’na EVET!
Endülüs’te imâl edilen prototip uçaklarla gökyüzüne hakimiyet kuran, İstanbul’da Katolik serpuşu görmektense Türk sarığı görmek isteriz sözünü bir papaza söyletecek kadar adil, dürüst ve örnek bir idareye sahip Türk Ortaçağ’ına EVET!
Devleti millet iradesinin bir noktada toplanması olarak gören, iktidar sahibi olmayı halka hizmet olarak bilen, mensubu olduğu Yüce Türk Milleti’ni dünyaya öncü ve örnek hale getirme azmiyle yanıp tutuşan liderlerin yönettiği Türk Ortaçağ’ına EVET!
Ulaşım yolları güven içinde olan, bir tecavüz vuku bulduğunda devlet tarafından tazmin edilen; kervansarayları, çeşmeleri, köprüleri, sebilleri ücretsiz Ortaçağ Türk Dünyası’na EVET!
Hanları, hamamları, çeşmeleri ile temizliğe sembol olmuş, ruh hastalarının şimdiki gibi hasta-hanelerde değil, şifa-hanelerde tedavi gördüğü, şifa bulduğu Türk Ortaçağı’na EVET!
Zekât verecek fakirin dahi bulunamadığı, binaların kubbelerinin dahi altınla kaplandığı, Avrupalı vahşilerin Haçlı Seferleri’ne maruz kalacak kadar zengin, para değerinin karşılığının altın olduğu Türk Ortaçağ’ına EVET!
* * *
Kıymetli okurlarım bu listeyi uzatarak gözlerinizi daha fazla yormak istemem.
Ülkemizde ve dünyada kavramlar o kadar çok karıştırılmış ki, kıymetlerimizin adına öyle manâlar yüklemişler ki, beyaz dediğiniz kara, güzel dediğiniz çirkin anlaşılır olmuş…
Adam cehaletini haykırarak ‘Ortaçağ karanlığı istemiyoruz!’ diye slogan atıyor.
Yazık! Bilmiyor ki, o ortaçağ karanlığı dediği dönemde dedeleri 7 kıtaya hükmetmiş. Uygarlık zirve noktasına ulaşmış. İnsan hakları ve zenginlik bin yıllara örnek olacak şekilde korunmuş.
Ey kardeşim! Oyuna gelmeyelim, kulağımızdan sloganlarla yönetilmeyelim!
Kullandığımız kavramların anlamını bilelim. Kendi ağzımızdan kendimize hakaret ettiğimiz yeter!
Kendi ağzımız, kendi kendimize kullanalım.
* * *
Sadece Ortaçağ karanlığı mı?
‘Kuzey Irak’ diye bir tabir tutturmuşlar gidiyor. Kuzey Irak ne demek? Biraz Türkçe düşünün…
O bölgenin adı ‘Irak’ın kuzeyi’dir. Türkçesi budur. Eğer ‘Kuzey Irak’ derseniz aynen, Kuzey Kıbrıs, Güney Kıbrıs, Kuzey Kore veya Doğu Almanya gibi bir devletin tanımını yapıyorsunuz demektir. TRT bile nasıl böyle bir gaflete düşer??? Dışişlerimiz nasıl bunu atlar? Anlamak mümkün değil!
* * *
‘Terörü kesmek için siyasi çözüm’ deniyor. Bunu 10 yıl evvel PKK’lı teröristler diyordu. Şimdi aklı eren ermeyen, haini cahili, “askeri operasyon bitti, şimdi siyasi çözüm zamanı” diyor.
Hangi siyasi çözüm kardeşim?
Siyasayı kim hazırlıyor, görüyor musunuz? Kimin dediğini yapıyoruz gördünüz mü? Bu memleketin ekmeğini yemiş, askerine, polisine kurşun sıkmış hainlerin on yıl önce dediğini yapar noktaya geliyoruz. Bizi kulağımızdan kimler yönetiyor, görüyor musunuz?
Yeter oyuna geldiğimiz kardeşim!