Türkiye’nin olağanüstü günler geçirdiği bir dönemdeyiz. Ortalık toz duman. Bir yanda kara kış ortasında teröristlere karşı yürütülen bir sınır ötesi harekât var diğer yanda bu hareket sırasında harekâtı protesto eden, canlı kalkan olmak için yollara düşen, aldatan, aldatılan insanlar. Birlik ve berberliğe en fazla ihtiyaç duyulan bir zamanda, başörtüsünü siyasi bir rant kapısı olarak gören, birbirinin zıddı gibi görünen siyasilerin birbirini tamamlayan açıklamaları.
Bir kaşık suda fırtına yaratmaya, kabuk bağlamış meseleleri kanatmaya yönelik zorlamalar ister istemez gündeme yerleşiveriyor. Bir hukuk devletinde hukuku ortaya koyamayan siyasi irade, yerel seçimler için meseleyi sündürdükçe sündürüyor. Anayasaya uygun kanunu hemen hazırlayıp bütün tartışmalara nokta koymak yerine meseleyi kaşıdıkça kaşıyanlara çanak tutuyor. Bu arada teröristlere darbe üstüne darbe vurulsa da, şehit haberleri yüreğimizi yakmaya devam ediyor. Bu süreçte gözden kaçmaması gereken bazı önemli hususlar var. Bunları kimse dile getirmiyor. Getiremiyor. Bilinmesi ve gelecek nesillere aktarılması gerektiği için yazıyorum.
Öncelikle ABD’nin ve AB’nin, Türkiye’yi Irak’a girip PKK’ya karşı bir harekât yapması için neredeyse teşvik edenken ne oldu da birdenbire tavrı değişti. ABD’nin Türkiye’yi muhtemel olumsuzluklara hazırladığını söyleyen Alman basınına kulak vermek gerekir diye düşünüyorum. Bu tabloyu bir yerlerden hatırlıyor gibiyiz. Saddam da Kuveyt’e girerken böyle teşvik edilmişti. Sonrası malum.
İkinci mesele gelecek Nevruz’a çok dikkat edilmesi konusudur. Şimdiden şehirleri yangın yerine çevirmek için sempatizanlarına talimat veren PKK’nın tutumu değil beni korkutan. Burada, güney doğuyu Sevr’den beri bölmeye çalışan yabancı ülke örgüt ve uzantılarının, provalarını daha önce yaptırdıkları isyanı başlatmaya çalışacaklarını düşünüyorum. Onun için Diyarbakır başta olmak üzere büyük şehirlerimize dikkat edilmelidir.
Üçüncü mesele üzerinde yayın yasağı bulunan bir meseledir. Ancak ne hikmetse başta devlet televizyonu olmak üzere Zaman vb. bazı basın organları bu yasağa uymamakta, henüz yargılanmamış bazı insanları terörist olarak ilan etmektedir. Bu meselenin asıl üzücü olan tarafı, çete, terör örgütü veya herhangi bir olumsuz sınıflamaya muhatap olacak bir kanunsuzluğu ortaya çıkaran operasyonun adıdır; Türklerin en önemli destanlarından birinin adının böyle bir operasyona verilmesi en hafifinden söylemek gerekirse edepsizliktir. Türk Milletinin iftihar kaynaklarını bu şekilde olumsuzlayarak kurutmaya çalışanlar, bir gün Türk Milletinin şefkatine ihtiyaç duyabilir. Yine hukukun sağlanması için yapılan işlemlerin, Türk Milletinin âli menfaatlerine, yakın uzak hedeflerine zarar vermemesi gerektiğini söylemek borcumuzdur. Yunan Başbakanının ziyareti öncesinde, Fener Patrikliğinin ipliğini pazara çıkarmaya çalışan bir Türk evladının gözaltına alınması hukuk adına şık olmamıştır. İstanbul’da Vatikan benzeri bir oluşum için altyapı hazırlıkları yapıldığı herkesin malumu iken, bu oluşumuna karşı mücadele eden birinin bu şekilde gözaltına alınıp tutuklanması akıllarda soru işareti bırakmıştır. Bu ve benzeri soru işaretlerinin ortadan kaldırılması için, konulan yayın yasağının kaldırılması faydalı olacaktır. Üzerinde durulması gereken en önemli meselelerden biri de MTA’nın, hem de sudan ucuz bir fiyata özelleştirilmeye çalışılmasıdır. Biliyorsunuz 'Bor’la çalışan araba yapıldı. Patentleri alındı. Şimdi Türkiye’nin bor madenlerinin üzerine oturmayı bekliyorlar. MTA’nın satışı bu bakımdan çok önemli.
Gündemin son maddeleri, bence en önemli maddelerden biri: O da şehit cenaze törenleridir. Şehit cenazelerinin kaldırılması sırasında yapılan törenlerin düzensizliği, intizamsızlığı akıllara durgunluk veriyor. Biz bu kadar mı töresiz olduk? Yapılan konuşmaların ruhsuzluğu, sloganların atılması, alkışlar… Korkarım kaş yapalım derken göz çıkarılıyor. Şehitlerimiz için düzenlenen törenler töreye uygun olmalıdır. Şehitlik kavramını zedelerseniz, sırtınızda kendi kendiniz öyle bir delik açarsanız ki kimse kapatamaz. Unutmayın "El gider töre kalır."