ABD’nin 2’nci Dünya Savaşı’ndan kalan hurda gemi ve uçakları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinden ne zaman çıkarıldı bilen var mı?
Bakın en basitinden ABD’den alınacak 30 F-16 savaş uçağına düşman tanıma konusunda millî yazılım bile yüklememize izin vermiyorlar. ABD’nin düşmanı bizim de düşmanımız, dostu bizim de dostumuz… Ya değilse?...
Lise tahsili olan herkesin aklının bir köşesinde kalmıştır… ‘Harp çeşitleri’ diye…
Ekonomik savaş, kültürel savaş, cephe savaşı (silahlı mücadele), psikolojik savaş vs.
Lise 2’nci sınıfta haftada bir saat olarak görülen ‘Millî Güvenlik Dersi’nden söz ediyorum. Hatırlamışsınızdır…
Muhtemelen emekli bir subayın ders verdiği, genelde gır gır, şamata şeklinde geçen ve aklınızda sadece ‘hangi rütbenin hangisinden büyük olduğunu anlatan ders’ şeklinde kalan şeyden bahsediyorum…
Benim öğrenci olduğum yıllarda dersimize emekli bir albay gelirdi. Yaşıyorsa Allah sağlık versin… Adamcağız öyle yaşlıydı ki, hafızası da oldukça kötüleşmişti, nerdeyse bunama noktasındaydı. Asker olarak görev yaptığı dönemde muhtemelen bizim sınıf kadar kalabalık belki 20 takım askeri tek bir sözü ile hizaya getiren adam, 3-5 haylazın karşısında ter döküyordu…
Tabi bu arada mutlaka muvazzaf olarak görevde olan subaylarımızın da katıldığı millî güvenlik dersleri yurdun çeşitli yerlerinde mutlaka verilmektedir. Ama bunların sayısı bildiğim kadarıyla oldukça az…
Asteğmen olarak görev yaptığım ilçede garnizon komutanı olarak bir yıl boyunca Millî Güvenlik Dersi verme imkânım olmuştu.
Çocuklara millî güç, millî hedef, sivil savunma ve harp çeşitlerini anlatırken o genç dimağların nasıl da heyecanla ders dinlediğine şahit olmuştum. Bir nedenden dolayı sınıf tekrarı yapan iki öğrencim vardı. Çocuklar geçen sene gördükleri dersleri anlattığında kendi öğrencilik yıllarım aklıma gelmişti de, üzülmüştüm. Neredeyse hiç farkı yoktu. Albay, yarbaydan büyüktür o da binbaşıdan. İşte size ‘Millî Güvenlik!’…
Okullarında böyle ‘Millî Güvenlik Dersi’ verilen bir ülkenin ‘Millî Eğitiminden’ diploma almış olan toplum da işte bu kadar oluyor zaten! Sakın yanlış anlaşılmasın bu ifadelerin anlatıldığı dönem zannettiğiniz gibi son 5 yılı ‘kesinlikle’ söylemiyor!
Kendini milliyetçi, muhafazakâr, Atatürkçü vb. olarak ifade eden dönemlerden de bahsediyorum…
Aslında Atatürk’ün vefatından sonra millî güvenlik sistemi her geçen gün eritilen bir yapıdan bahsediyorum…
Geçen bir arkadaşım ziyaretime geldi. Toplumun bilincinin nasıl yok olduğuna güzel bir örnek verdi. Onu sizinle paylaşmak isterim…
Bir şehir düşünün…
Kaldırımları düzenli ve desenli parke taşlarla kaplı. Arnavut kaldırımı döşenmiş yolları var. Yol kenarlarında çeşmelerden şırıl şırıl sular akıyor. İnsanlar kana kana içiyor… Kaldırımlarla yolun arasındaki eğimli arklar sayesinde su birikmesi ve insanların üstüne çamurlu suların sıçraması önleniyor. Yağmur suları bu sistem sayesinde toplanıp kısa bir hijyenden sonra içme suyu olarak kullanılabiliyor… Cumbalı evlerden yola estetik görünüm katılıyor… vs…
Bir gün birileri gelip, diyor ki: “Bu Arnavut kaldırımı yollar takır tukur sesler çıkarıyor. Bunun üzerine asfalt dökelim. Katranla ziftle karışık kapkara asfalt, sizin o el emeği ile döşeli yollarınızı kaplayıveriyor bir anda…
İki sene sonra asfalt yer yer kopup dağılıyor. Diyorlar ki; ‘Bunun üzerine bir kat daha asfalt atalım.’ Yine katran, yine zift yollarınızı kaplıyor…
İki sene sonra yine aynı şey. Bu arada yollarınız kaldırımlarla eşit yüksekliğe geliyor. O zaman da, kaldırımları yenileyelim diyorlar. O sizin düzenli ve desenli parke taşlarla kaplı kaldırımlarınızı bir gecede söküp yerine geçme beton bloklar konulmaya başlanıyor. O da yetmiyor. Bu kez kaldırımları da asfalt kaplıyorlar…
Bu mantıkla aradan 5-10 sene geçince bir bakıyorsunuz ki, sizin o şırıl şırıl akan çeşmeniz yol seviyesinin altında kalmış…
Başka bir gün, kamyonun biri gelip tosluyor ve o nazenin ab-ı hayat kaynağınız da tarih oluvermiş… Yerini şişe suyu aldı ya… Çeşmeye ne hacet?
‘Ya kardeşim, eski asfaltı kaldıralım yollar çok yükseldi’ diyecek oluyorsunuz. ‘Sen bu asfaltı kazımak kaç para tutar, biliyor musun’ diyerek; sizin ödediğiniz verginin hesabını yine size soruveriyorlar…
Sonunda, o sizin yoldan 3 – 4 metre yüksekteki cumbalarınız yol seviyesine inmiş, hatta bakıyorsunuz ki araçların geçişini engeller hale gelmiş… E mecburen onları da ‘tıraşlıyorlar’ artık…
Sizin o, 60-70 sene önceki şehrinizden eser yok! Sadece adı aynı!
Millî hafıza da böyle işte…
Ortada ne desen kalıyor, ne çeşme kalıyor, ne cumba kalıyor, ne de ab-ı hayatınız!...
Hayat damarlarınız tek tek kopuyor…
Millî güvenlik dersinde gır gır geçen bir toplumun da; ne millî politikası oluyor, ne millî stratejisi oluyor, ne de psikolojik harbe hazırlık unsurları…
Hatta bırakın psikolojik harbi, silahlı mücadeleye bile hazırlığınız yetersiz kalıyor…
ABD’nin 2’nci Dünya Savaşı’ndan kalan hurda gemi ve uçakları Türk Silahlı Kuvvetleri’nin envanterinden ne zaman çıkarıldı bilen var mı?
Bakın en basitinden ABD’den alınacak 30 F-16 savaş uçağına düşman tanıma konusunda millî yazılım bile yüklememize izin vermiyorlar.
ABD’nin düşmanı bizim de düşmanımız, dostu bizim de dostumuz… Ya değilse?...
O zaman yandı gülüm keten helva!...
Oysa biz 1980’lerde 156 adet F-16 savaş uçağı üretmiştik…
1930’larda kendi icadımız savaş ve nakliye uçakları üretiyorduk. Hatta Avrupa ülkelerine satıyorduk!
Osmanlı yıkılırken bile millî savaş uçağı imâl ediyordu…
Sonra?
Hani olmaz ya, oldu diyelim! (Allah korusun) Türkiye, ‘ciddi bir ülke’ ile savaşa girdi…
Nerede sığınağınız?
Bina ruhsatlarına işli bütün sığınaklar ya bakkal dükkânı olmuş, ya tuhafiye… Kimi de yeraltı kahvehanesi… Malûm kumarhane yasak ya…
Zaten bakkal dükkânı olacağı ‘ön görülerek’ sizin ruhsatta görülen sığınağınız, zeminden 2 metre yukarıda inşa edilmiş (?)…
Ruhsatı veren de dememiş ki ‘Kardeşim böyle tek sıra tuğladan sığınak mı olur? Dalga mı geçiyorsun’ diye!?...
Zaten memur bunu sorsa, hemen akşama, eşyalarını toplayıp gideceği sürgün yeri için hazırlığa başlaması lazım… Yalan mı? Çoğu müteahhit birilerini araya koyup bu ruhsatları almıyor mu?
Hani psikolojik savaş unsurlarınız? Nerede milletin millî direncini yüksek tutacak yapılarınız? Sokağa çıktığınızda duymuyor musunuz? Kulaklara fısıldanan, ‘Bu millet adam olmaz’, ‘Bu kafayla mı Avrupa Birliği’ne gireceğiz?’ diye atılan ‘psikolojik bombaları!’ TV’lerde fütursuzca ‘Böyle bir şey ancak Türkiye’de olur!’ denilen kalleşçe sözleri…
Bu kadar mı gardımız düştü?
Sayın savcılarımız, Sayın RTÜK yetkilileri vatan sizden hizmet bekler…