Yavaş yavaş milli kültürün en son kalıntılarını da ihraç etme sevdasıyla büyük(mega) marketlerde ve alış veriş merkezlerinde satışa sunulduğu bir döneme girilmiştir. Millet sözcüğü de kırmızı koltuğa oturtularak “kanılar, sanılar, alıntılar, abartılar” yapılarak sorguya çekilmektedir. Vatansız, milletsiz, dinsiz, imansız yaşamanın erdemlerinden dem vurulmaktadır.
Geçmişini, kendi tarihinin başlangıçlarını ve şimdisini hatırlamayan belleğe sahip insan örnekleri magazinleştirilerek kitle iletişim araçlarında boy göstermektedir. Kırmızı koltuktaki millet sözcüğüne zor oyunları oynatılmaktadır.
Yorum özgürlüğü bilincinin saplantısının verdiği sancılar, zihinlerin dikkatini kendi gelecekleri üzerine çekmeyi engelleyici bir etki yapmaktadır. Tarihi badireler sonucunda biçimlenen “millet” sözcüğü ihanet odaklarının güçlenmesi sonucu anlamını, biçimini ve içeriğini kaybetmek tehlikesiyle yüz yüzedir. Milli belleğin çağrısına yanıt verecek bilinçler, öte yakalarda öteki kıyılarda aranmaktadır. Kültür sermayemiz olan “millet” sözcüğü, yorum özgürlüğü adına yapılan yorum kurallarını çiğneyici, alt-üst edici bir zihniyete teslim edilmiş gibidir.
Milli olanın stratejik bölgelerindeki değerlere ait sözcüklere şiddet uygulanarak bilimsellik adına, dilbilim dışı yaklaşımlara öncelik verilmektedir. Milli ittifak düğümlerini çözücü, her türlü saldırıya açık bir ortam oluşturulmaya çalışılmaktadır. “Millet” sözcüğü hem kavim anlamında hem de din anlamında kullanılan içeriğinden mahrum bırakılmıştır. Atatürk “millet” sözcüğünü, Nutuk (Belgeli Söz) adlı eserinde, hem kavim hem de dini içerecek biçimde kullanmıştır.
“Milli” sözcüğü, din ve millete ait olana; yani din ve biyolojik olana vurgu yapmaktadır. Atatürk’ten sonra “millet” sözcüğünün “kavim” anlamı ön plana çıkarılmış, biyolojik yöne ağırlık veren bu yaklaşım sonucu değerler alanı dışlanarak kutsal olandan soyutlanarak “ırkçılık, etnikçilik, bölgecilik, kabilecilik, aşiretçilik, boyculuk, budunculuk, oymakçılık, kafatasıcılık vb.” ayrıştırıcı zihniyetlere zemin hazırlanmıştır. Oysa Şair Mehmet Emin Yurdakul “Ben bir Türküm: Dinim, cinsim uludur. Sinem, özüm ateş ile doludur.” derken, Türk milletinin dinini ve biyolojik varlığını yüceltmekte ve tanımlamaktadır.
Sözlüklerde “millet” sözcüğünün “Aynı topraklar üzerinde yaşayan, aynı kökten gelen” nitelikleri ve belirleyicileri biyolojik yöne; “Ortak bir tarihleri, kültürleri, gelenekleri olan, çoğu kez de aynı dili konuşan insanlardan oluşan topluluk” tanımı, dini ve tarihi olan alana gönderme yapmaktadır. Yine “kadın milleti, erkek milleti, köylü milleti, esnaf milleti, Birleşmiş Milletler” deyimleri, “millet” sözcüğünün önüne bir sıfat veya isim getirilerek yapılan deyimler olarak karşımıza çıkar. Daha önce aynı dinden olan milletler bütünlüğünü ifade eden “ümmet” sözcüğünü de kapsayıcı olan “millet” sözcüğünden bu boyutun çıkarıldığı görülmektedir. Tanzimat’a kadar Osmanlı Devleti’nde (Ermeni, Rum, Yahudi) Müslüman olamayan topluluklara da “millet” denildiği görülmektedir. Osmanlı Devleti’ndeki Müslüman topluluklara “Millet-i Muazzama, Millet-i Hâkime” esir olanlara “Millet-i Mahkume” denirken, 1978’den sonra “millet” sözcüğünde “ırk, dil ve tarih” öğeleri katılarak “kavim” anlamı ağır basmaya başlamıştır.
Günümüzde “ümmet” sözcüğü de yozlaştırılarak kapsamı daraltılarak “mezhep, tarikat, cemaat ve belli gruplar” kast edilerek ayrıştırıcılık tohumları millet ve ümmet zemininde filizlendirilmektedir. “Kavim, ırk ve etniklik” tiplemelerinin mantığı ile “millet” sözcüğü “milli irade, milli egemenlik, milli kültür vb.” deyimler içinde yaşamaya hapis edilmiştir. Milli kültürümüz içindeki değişmeler, benzerlikler temelinde oluşur; farklılıklar temelinde değil. Buna rağmen ülkemizde etniklik üzerine inşa edilmeye çalışılan yapılanmalar, millet sözcüğünü dışlayarak siyasal etnikliği ön plana çıkarma çabalarıdır.
“Etnik kimlik” deyimini üretenler, ayrılıkçı hareketleri gizlemeye çalışan aydınlar ve seçkinler olarak görülebilir. Etnik kültürleri birbiri ile zıtlaşan kültürler olarak tanımlamak da yanlıştır. Kendi içine kapalı aşiret örgütlenmeleri de etnik kimliğin gölge oyunudur. Kültürel farklılıkların etnik farklılıkları ortaya çıkaracağı iddiası da doğru değildir. Bu farklılıklar, sadece etniklikten ortaya çıkmaz. Dil, etnikliğin sınırlarını değil, onların grupsal örgütlenme farklılıklarını yansıtır. Etniklik vurgusu, aynı millet içinde kutuplaşmaları, zıtlaşmaları, çatışmaları tetikleyici bir özelliğe sahiptir. Bu yüzden “millet” sözcüğünü gerek biyolojik gerekse dinsel ve tarihsel olarak siyasal katılımı sağlayacak içerikle kullanmak gerekir.
“Millet” sözcüğünü dışlayarak, sadece ırk veya din alanıyla sınırlamak milleti milletsizleştirmektir. Millet gerçeğinin yörüngesinden ötelere bakabilecek cesaret ve açık görüşlü bir siyasi bilince ihtiyacımız vardır. Bu bilinci parçalayıcı, dağıtıcı, ayrıştırıcı yapılanmalar, milli bütünlük ve yapılanmamıza zararlı yapılanmalardır. Etnik kimlik üreticileri, milli bütünlük açısında karanlığı yüklenip götüren hamallar olarak görülmelidir. “Millet” sözcüğü ile ilgili algısal, zihinsel, duygusal ve bilinçli duyarlılığa sahip bir toparlanma ortamı gerekmektedir.
“Millet” sözcüğü ile ilgili gerçek anlamı dışında “kavim ve ümmet” sözcükleri temelinde yapılan ayrıştırıcı topoloji ve tipolojilere itibar edilmemelidir. 1940’tan sonra “millet” sözcüğünün kırılganlaşmaya başladığı da gözden uzak tutulmamalıdır. “Ulus” sözcüğünün de “millet” sözcüğünü oluşturan, sadece biyolojik kökene vurgu yapan bir sözcük olarak güncelleştirilmesi de dikkat çekicidir. “Ulus” veya “ulusal” sözcükleriyle yapılan siyasetin içerik ve amacının da iyice irdelenip sorgulanması gerekir. Gün bugün, bugünkü gün millet olma bilincinin aydınlandığı gün olmalıdır. Atatürk’ün özlemi de bu bilincin şahlanışıdır.