Son zamanlarda bir “ezber bozmak” lafıdır gidiyor. Hayatında birikim denen şeyin ne demek olduğunu hiç aklına getirmemiş internet mezunları da dahil olmak üzere büyük bir kalabalık “ezber bozmak”tan bahsediyor. Ezber bozmaktan bahsedenlerin çoğunun dilinde rasyonellik, çağı yakalama, akılcılık gibi ifadeler dönüp duruyor.
Evet, Türkiye’nin “Boğazdaki Aşiret”in çıkarlarına göre üretilmiş ve kurallaştırılmış kadrolu gerçekleri vardır ve bunlar sorgulanmalıdır. Fakat neyin ezber olup neyin olmadığını bizim beyinlerimiz değil de küresel hegemonyanın çıkarları belirliyor ve Türkiye kamuoyuna üflüyorsa orada durmak ve düşünmek gerekir. Bizim bir ezberimiz var mı? “Ezber” kelimesi üzerinden olumsuzlanmaya çalışılan kavramlar nelerdir? Bir ezber bozulunca onun yerine ne konuyor? Ezberler bozulurken neler ezberletiliyor? Ezberin bizim kültürümüzdeki yeri ve önemi nedir? “Ezber”, kesinlikle olumsuz anlam yüklü bir kelime midir? Ezberle kastedilen bakış açısı/dünya görüşü müdür? Bizce “ezber” derken kastedilen şey küresel hegemonyayı ve dayattığı zihin yapısını sorgulama potansiyelini taşıyan her şeydir.
“YÜKSELEN DEĞERLER” KİMİN EZBERİ?
Hayatımızı yönlendiren, kitle iletişim araçlarıyla beynimize boca edilen ve “genel geçer” olduğuna kayıtsız şartsız biat etmemiz istenen “yükselen değerler” herhangi bir sorgulamanın kapsamına girmiyor. Mühim olan insanın zihninde ezberlenmiş bilgilerin olması değil, varolan ezberin içeriğidir. Biz kendi ezberimizi yani kaynağı kültürümüz olan değerler bütününü kaybedersek, kaybettiğimizi arama zahmetine katlanmazsak bunun anlamı bizi su yüzeyine çıkartmayan bir denize dökülmek olacaktır. Özellikle geleneği ve birikimi kolayca “ihmal etme” ve “önemsememe” tavrını sorgulamamız gerekiyor. Dücane Cündioğlu “Modern pedagoji tekrarı da, ezberi de kötülediği için, bizler yıllarca tekrar ve ezber sözcüklerinin hep olumsuz olarak kullanıldığına tanık olup durduk. Bugün ‘ezberci kafa’ demekle ‘aptal’ demek arasında neredeyse hiçbir fark yok. Modernlik, insanın, eşyanın özüne ve hakikatine yönelmesinden hep rahatsızlık duydu. Eşyanın bilgisini kullanmayı yeğledi, eşyaya nüfuz etmeyi, anlamayı önemsemedi; hâlâ da önemsemiyor. Eğitim sistemini de bu anlayışla inşa eden modernlik bıkıp usanmadan bilgi kullanıcıları yetiştirip duruyor; ‘Nedir?’ ve ‘Niçin?’ sorularını sormuyor, sorulmasını da istemiyor” diyor. Bizim ezberimiz bazen bir türküde, bazen bir sohbette, bazen bir kitapta karşımıza çıkar, yeter ki onu arama ve anlama zahmetine katlanalım.
Yoksa elde edeceğimiz netice birikime, ideale, saygı duymayan bir insan tipinin üretilmesi olacaktır. Zaten kültürün kaynaklarını, kültür insanlarının ürettiklerini ve kültür mahfillerini layıkıyla tanımadan ortalıkta gezenlerde hep benzer özellikleri görüyoruz. Kendine çok güvenen, bunu her fırsatta ifade eden ama içerik üretmeyen, kitabi olana nüfuz etmeyi göze alamadığı için sadece görsellikle yetinen, vakti ve imkânı olduğu halde kendisini geliştirme iradesi göstermeyen bir insan tipi.
İNTERNET MEZUNU VE İÇERİK MESELESİ
Bu yolun sonu “internet mezunluğudur ve hâkim realitelerin dışında bir şeyi merak etmeyen “rasyonel diplomalı”nın durumundan çok uzak değildir. İşte bu yüzden “ayakları yere basan” insanlar arıyoruz. Potansiyelini, imkânlarını bilen, kendisine dışarıdan bakmayı becerebilen, içerik üretme derdi taşıyan... Çünkü şunu iyi biliyoruz ki bizi bu coğrafyada yaşatacak olan ürettiğimiz ortak hafızadır. Bize ait içeriğin kaybolmamasıdır. Refik Özdek’in “Ocağımız Sönmesin” isimli romanı, Osmanlı-Rus savaşı neticesinde Kırım’dan göç etmek zorunda kalan ve gidebileceği tek adres “Ak Topraklar” olan insanların çileli yolculuğunu anlatır. Ruslar hâkim olunca terk edilen ocakların korları muhafaza edilmiş, yeni ocaklar bu korların ateşiyle kurulmuştur. Buradaki yaşama ve yeniden düzen kurma iradesini sağlayan şey bir milletin orijinalitesi ve en zor durumda dahi sahip çıktığı, biricik başvuru kaynağı olan özüdür. Bize düşen, bu korun ateşini ruhumuzda, gönlümüzde taşımak ve muhafaza etmektir.