Cahilliğime veriniz, dünyada kaç millet ve kaç dil olduğunu bilmiyorum. Üç bin kadar olmalı. Kaç millet vardı, ne kadarı eriyip gitti, yok oldu bilemiyorum. Bilmesem de hissedebildiğim bir husus var; bugün dünyanın gidişatına yön veren belli başlı milletler, millet olmanın gereği olan kendi hafızalarına sahip bulunuyorlar. Dillerini, tarihlerini, kültürlerini, sanatlarını, halklarını yakından tanıyor ve biliyorlar.
Gerekli tespitleri yapmışlar ve kendi dillerinde kaç kelime varsa sözlüklerine koymuşlar. Tarihlerini kaleme almışlar. Eğrisiyle doğrusuyla bunları okullarında öğretiyorlar. Kültürlerini araştırıp her bir mahsullerini araştırıp çalışmışlar. Sözgelimi halk edebiyatlarında kaç tane masal, hikaye, destan, atasözü varsa bunlara net olarak kütüphanelerden, arşivlerden ulaşabiliyor. Yine bu milletler, halklarını bütün yönleriyle tanıyorlar. Sosyolojik yapıları nedir, psikolojik durumları nedir, zaafları, üstünlükleri nedir biliyorlar. Ölçülebilir, kayda alınabilir ne varsa kaydetmişler, gerektiği zaman pat diye ortaya koyabiliyorlar. Böyle olduğu için de gelecek için nasıl davranmaları gerekiyorsa öyle hareket edebiliyorlar.
Yeryüzünde kendisinden bizim kadar habersiz bir millet daha var mıdır, bilmiyorum. Tarihi ve kültürel derinliği ve genişliği olan bir başka millet olduğunu da sanmıyorum. Evet, çok geniş bir coğrafyada, neredeyse yerkürenin tamamında at koşturduğumuz doğrudur. Başka millet ve medeniyetlerle çok fazla alışverişte bulunduğumuz da doğrudur. Belki başka milletlerin kendi tarihi ve kültürel varlıklarını tespit için bizim kadar ter dökmeleri de gerekmemiş olabilir. Ama siz söyleyin ey okuyucular, her bakımdan dünyadaki diğer milletlere fark atması gereken, bu kadar varlığa rağmen darlık çeken, zenginliklerinden habersiz, kaynaklarını kullanamayan bir başka millet daha gösterebilir misiniz?
Henüz tarihimizin girişi dahi yazılamamış, sözlüğümüz yazılamamış, halk ürünlerimiz derlenememiş ise bunun sorumlusu sizce kimdir? İnsanlarımızın kafası karışıksa, meramını anlatacak kadar konuşamıyorsa, önüne konan her şeye inanıyorsa bunun bir sebebi olmalı. Kanaatimce bunun sebebi hafızamıza yeterince önem vermeyişimizdir. Herhangi bir bilgiye, bir bilgi veya yorum daha katarak onu zenginleştirip, kaydederek gelecek nesillere bırakmamak en büyük noksanlığımızdır. Hep cepten yiyoruz. Gittikçe fakirleşiyor, maalesef bunun da farkına varmıyoruz.
Kütüphanecilikte bir kavram vardır: “Bibliyografik kontrol.” Elinizdekini bilmek anlamındadır. Kütüphanenizde kaç eser varsa bunların künyesini çıkarıp, okuyucunun hizmetine veremezseniz, isterse milyonlarca kitabınız olsun, bir işe yaramaz. İşte Türk Milletinin ihtiyacı olan da budur; neyi var, neyi yoksa tespit, kayda geçirme ve bunu önce kendi mensuplarına duyurma! Bu konuda şöyle düşünebilirsiniz: “Şunca yıllık devletiz, kurumlarımız, üniversitelerimiz, bilim adamlarımız, aydınlarımız, yazar- çizerlerimiz var. Onlar zaten bu konuda epey çalıştılar, çalışıyorlar, bir şeyler yaptılar, yapıyorlar! Zaten kültürel varlıkların tamamı bir çırpıda tespit edilmez. Bir kısmı sürekli kendini yeniler. Bunları zaman içinde kaydetmek mümkündür.” İyi hoş da, ya tespit edilmiş olması gerekenler neden tespitli değildir? Devletimiz kurulalı şunca zaman geçmiş, bağımsızlığına kavuşan yeni devletlerimiz olmuştur. Ne yazık ki doğru dürüst bir ansiklopedimiz yoktur. Sözlüğümüz çok eksiktir. Atasözlerimiz, masallarımız, hikayelerimiz tam olarak derlenmemiştir.
Kültür çalışmalarında işin başındayız. En büyük kütüphanemiz, gelişmiş ülkelerin milli kütüphanelerinin yanında halk kütüphanesi gibi kalır. Yerin altında, üstünde, maddi manevi neyimiz varsa bunlara sahip çıkmamız, tescil etmemiz, hafızamızı tazelememiz lazımdır. Her alanda gayrete ihtiyacımız var ama özellikle bu konuda tembellik yapamayız. Yaparsak, on binlerce yıllık birikimlerimize başkaları sahip çıkar. Halı’mızı Ermeniler, Karagöz’ümüzü Yunanlılar, Mangala’mızı Araplar… hanelerine yazıverirler. Türk Kültür ve Medeniyetimiz sürekli kan kaybeder.