Amsterdam’ın yolları taştan değil, yine de çıkarıyor insanı baştan
Hadi biraz Amsterdam’ı anlatayım size, pek de merak edermişsiniz yaban elleri. Eminim tarihi ve turistik yerlerle ilgileniyorsunuz. Tabiiiiii canımmmm, ben de zaten öyle anlamıştım. Bakalım bu tarih zengini memlekette neler varmış? Tabiî ki turistik bakımdan, yoksa benim kimseyi baştan çıkarmak gibi bir niyetim yok.
Sevgili okurum önceki yazılarda sizlerle, sırasıyla Paris’i, Belçika’yı gezdik, anlattık. Ancak diyorum ki hazır yola çıkmışken bir de Hollanda’ya uğrayalım, onun ne kusuru var? Diğerleri can da onlar patlıcan mı? Değil elbet.
Aslında uzun uzadıya sizlere Amsterdam’ı anlatmanın anlamı yok. Avrupa ülkelerinden birini gördün mü, hepsini gezmiş görmüş say kendini. Yollar aynı, evler aynı, su kanalları aynı (hepsinin altından üstünden geçiyorsun işte). Doğru söze ne demeli. Yeşil aynı yeşil, mavisi zaten yok, denizi de gri, havası da. İnsanlarına gelince; günü birlik yaşam orada da hüküm sürüyor. Bir kaç saat içinde aşkı da eskitiyorlar, sevgiyi de. Cinsellik yaşının 14 yaşına indiği bu ülke insanı, grileşmiş hayatlarına renk katmaya çalışıyor. E artık nasıl katıyorlarsa işte o da tartışılır.
Hadi biraz Amsterdam’ı anlatayım size, pek de merak edermişsiniz yaban elleri. Eminim tarihi ve turistik yerlerle ilgileniyorsunuz. Tabiiiiii canımmmm, ben de zaten öyle anlamıştım. Bakalım bu tarih zengini memlekette neler varmış? Tabiî ki turistik bakımdan, yoksa benim kimseyi baştan çıkarmak gibi bir niyetim yok.
Hatta hatunlara sesleniyorum, eşiniz ‘ben Hollanda’ya iş gereği gidiyorum’ derse sakın yaban ellere yanlız bırakmayın, benden söylemesi. Neden mi? Ben şimdi size oraları anlatmaya başlayacam ama Kemal Çapraz korkusu var. Kesin ona yazıyı gönderdiğimde cevap şu olacak; Gülay hanımmmmmmm ama bu bizim gazeteye göre değil. Bizim okurlarımız böyle yazılar istemezler. Ben de o bunları söylemeden cevabını vereyim istiyorum. Ne yapayım canım uydurmuyorum ya ne gördüysem onu yazıyorum, hatta her gördüğümü de yazmıyorum demek daha doğru olur. Bak Kemal Bey valla keser biçersin, okurlarım Amsterdam kültüründen yoksun kalır, vebali sende, ben onu bunu bilmem.
Zaten Amsterdam’a gittin mi ilk işin bir kanal turu satın almak olur. Tabiî bu benim fikrim sizin terchiniz farklı olabilir, zevk ve renk meselesi bu. Ne kanalı demeyin, anlatıyorum. Efendim, Hollanda sular üzerine kurulmuş bir ülke. Aslında bildiğin denizi çeviriyorlar, onun kurumasını sağlıyorlar. Nerden buluyorlarsa o kadar toprağı, memleketin her yanı su, oraları da toprakla doldurup ülke kuruyorlar anlayacağınız. Bu nedenle su mühendisliğinde bir numaralar. Ne toprakları var ne güneşleri, ama zengin mi? Evet, söz sahibi mi? Evet. Artık ne diyeyim, yaraları deşmeyeyim, biz de bekleriz, Avrupalı olucaz, sözümüz geçecek, vizesiz Avrupa’ya girecez diye. Moralinizi bozmayayım ama çoooook bekleriz, hatta diyorum biz bu sevdadan vaz geçelim, böyle bir talepte de bulunmayalım. Biz kendi konumumuzda güç kazanalım. Derim amma; yine Gülay’ı dinleyen olmayacak, siz bilirsiniz, o zaman daha çoooook beklersiniz.
Ben şu su kanalına döneyim, kişi başı 5 euroya kiraladığın bildiğin kayıkla yarım saatte Amsterdam’ı gezersin, 1600- 1800 yıllardan kalan evlere, binalara baka baka dolaşırsın tamamını. Şansına biraz hava açıksa yani hafif güneş sana gülümsüyorsa pencerenin önüne geçer, Hollandalıları bikinili, şortlu güneşlenirken bulursun. Ne yapsınlar buldum mu faydalanayım der insanoğlu, çok görmemek lazım. Ha bir de kanalda dolaşırken tekneden evler göreceksiniz, sakın şaşırmayın. Yani bu memlekette ev yapacak toprak parçası yok. Yok derken doğru söylüyorum. Eve dönüştürülmüş sal ve teknelerde yaşıyor bazı Amsterdamlılar çoluk çocuk. Ah zavallılar orada mı yaşıyorlar diye hiiiç üzülmeyin, tamamı lüks içinde dizayn edilmiş bu su üstündeki evlerin. İçinde yok yok anlayacağınız.
Tekneden indiniz, bilin bakalım yol sizi nereye götürüyor? Tabiî ki Kemal Çapraz’ın şu anda eline makası alıp kesmeye hazırlandığı yere. Yani arkanıza tren istasyonunu alın, dümdüz yürüyün, kırmızı ışık sokağında buluverirsiniz kendinizi. Ama öncesinde de gözler bayram yaşıyor canım. Yol boyunca var olan barlardan caddeye sarkan ilah gibi hatunları görürsünüz. Bir de o soğukta 0.2 mm kalınlığındaki giydikleri şorlarla nasıl üşümüyorlar diye sorarsanız. Ben bilmiyorum. Çünkü mümkünse üstümde iki kazak, iki mont, bir bere ve kaşkolle dolaştığım bu caddelerde elin kızı şort ve incecik tişörtlerle boy gösteriyor. Bu arada yürürken bir de eşimi kesiyorum, ne yapsın adam, ben yanında nerdeyse yorgana sarılı gezen Gülay, diğer tarafta sarışın, uzun boylu, renkli gözlü, sütun bacaklı hatunlar. Allahım özene bezene yaratmış desem yalan söylemiş olmam. E varsın baksın dedik canım, ne yapsın göz görünce gözünü kapatacak değil ya, ama o kadar tabi, dil öyle diyor da gönül pek de aynı dili konuşmuyor. Ben atmaca ruhunda dolaştım adeta Amsterdam caddelerini.
Sevgili okurum, canım okurum gelelim kırmızı ışığa, ah bir gelebilsem. Vatandaşın haber alma, bilgi alma özgürlüğünü engellemeyin Kemal Bey, ayıp oluyor. Hollanda’nın hangi turizmde bir numara olduğunu öğrenmesin mi vatandaş? Öğrensin efendim, benim okurum bu kültürden yoksun kalmasın. Öyle ahım şahım bir tarihi yok bu memleketin, kadın ticareti dedikleri şey işte burda yaşanıyor. Seks turizminde inanılmaz öndeler. Tayland’a gidemeyen yaşlı Avrupalı soluğu Amsterdam’da alıyor. Yani caddeye girin, eli yüzü düzgün bir adam göremessiniz. Tamamı yaşlı ya da orta yaşın üstünde erkekler. Yanlız erkekler değil, çiftler de geziyor bu caddeleri, bilmem kaçıncı yüzyıldan kalma sütunlara bakar gibi bakıyorlar kırmızı ışık caddesindeki vitrinlere. Taş bebeklere demek daha doğru olur sanıyorum. Bunlar canlı taş bebek anlayacağınız. Artık vitrinleri siz gözünüzde canlandırın benden bu kadar. Bu Avrupa’nın eli yüzü düzgün, bond çantalı, takım elbise giyen ekekleri nerde? Ben bilmiyorum, görmedim zaten. Yaşlılar geliyorlar bu memlekete, bu güzeller güzeli hatunlarla bildiğiniz gezip tozuyorlar, uyuşturucuyu büyük bir serbestlikle kanlarına karıştırıyorlar, gidiyorlar. Öf be işte söyledim, yazıp yazacağım da buydu zaten, Kemal Beyin korkusundan ne yazdığımı da bilemedim.
Uyuşturucu demişken, Avrupa’da uşturucu kullanımının ve serbestliğinin en üst düzeyde yaşandığı bir ülke burası. Kafe-şoplarda oturup uyuşturucunu etrafı izleyerek geniş, geniş alırsın. Sadece kafe-şoplarda değil, kanal turu yaptığın sırada bir binanın önünde elinde kaşık, önünde küçük tüp, bana göre anlamsız şeyler yapan, anlamsız insan topluluklarını da görmek mümkün orada.
Anlayacağınız bu memlekette gezerken, burada nasıl çocuk yetiştiriyorlar, nasıl bu kötülüklerden uzak tutuyorlar sorusunu kendine sormadan geçemiyorsun.
Benim kanaatim şu oldu; sadece Hollanda için geçerli değil tabiî bu düşüncem, siz katılırsınız katılmassınız orasını bilmem ama Avrupa’nın tamamında çocuğunu kötülüklerden korumanın onu iyi yetiştirmenin imkânsız olduğunu gördüm.
Aklına gelebilecek tüm aktivitelerin serbest olduğu bir ülkede insanın kendini nasıl koruyabileceğini düşünemiyorum inanın. Yani anlayacağınız filimlerdeki gibi, caddelerde gezerken, bakışların bile farklı olduğunu gördüm, her an bir tehlike altındasın Uzak Doğulu, uzun saçlı, uzun mantolu adamlardan öylesine korktumki sözcüklere dökmekte güçlük çekiyorum. Anlayacağınız dostlar Avrupa dediğin memleketin çivisi çıkmış, biz de bu çivisi çıkan ülkelere hâlâ gıptayla bakıyoruz yazık. Yazık ki ne yazık bizlere.
Kültür desen bizde, gelenek görenek desen bizde, aile bağı, evlat sevgisi, anne-baba sevgisi, aklınıza ne gelirse bizde. Bana göre medeniyetin kökünü kazımış ülkeler, bizden bunları öğrenmenin yolunu bulsun. Bakmayın bir saplantı olmuş bizlerde, hani 3’üncü dünya ülkesi görüyorlar ya bizi, ‘gelin tüm kapılar ardına kadar açık’ deseler bize, inanın bir Allahın kulunun gidip o ülkelerde yaşayacağına inanmıyorum. Anlayacağınız bu Amsterdam memleketiyle ilgili duygularım böyle, değişir mi diye sorarsanız sanmıyorum. Ben küçük çekirdek ailemle ülkemde yaşamaktan mutluyum, ya siz?
Sizlerin de çok farklı görüşte olduğunuzu sanmıyorum. Gidip görün, gezin, ama insan yetiştirecekseniz seçeceğiniz yer Türkiye olmalı diye düşünüyorum. Bir genç kız gördüm Belçika’da, güzeller güzeli, kızıl sarı saçlı, beyaz tenli, mavi gözlü, uzun boylu bir kızdı. Neden dikkati mi çekti, neden onun gözlerinden akan yaşlar beni bir anda etkiledi ve aynı gözyaşları, aynı acıyla benden de dökülmeye başladı? Neydi bu iki birbirini tanımayan, birbirine uzak iki ayrı ülke insanını aynı duygularla ağlatan? Yalnız bu genç kız benim onun için ağladığımı görmedi bile, gerçekten gözyaşlarım onun için miydi?
Sevgiler, görüşücez.