Değişimin amacı insanın potansiyelini gerçekleştirme yoluyla kaybettiklerini kazanma çabasıdır. Hegel ise “Oluşum Halindeki Evren” görüşü ile oluşum içinde olan evrendeki gelişme eğiliminin bir düşme, bir bozulma ya da idealardan uzaklaşma olduğunu iddia etmektedir. Hegel’in tekrarlanan ritmik değişim kavramı çatışma ve mücadelenin, başka deyişle karşıtların çarpışmasının getirdiği bir değişimdir.
Dünyada ekonomi, siyaset, yönetim sistemleri, değer yargıları, inançlar her şey ama her şey değişiyor. Dünya çok önemli bir değişim sürecine girmiş durumda. Bugün “Bilgi Çağı” olarak adlandırılan bir dönemden geçiyoruz. Hemen her alanda bilim ve teknoloji kulvarında inanması güç değişimler yaşanıyor. Ekonomik, siyasal, teknolojik, sosyo-kültürel, ekolojik ve demografik değişimlerin önemi giderek artan bir trend izlemekte olup, yeni yükselen değerler toplumları geleneksel değerlerden kopmaya zorlamaktadır.
Değişim bir nesne ya da durumun zaman içinde aynı kalmama özelliğidir. Değişimin birçok anlamı vardır. Hareket, bir durumdan diğerine geçme, gelişme, büyüme ve kalkınma, geleneksel, kalıplaşmış düşünce sistemlerinden uzaklaşma, daha yüksek verimlilik ve etkenlik sağlayacak yöntemler geliştirme gibi. Değişim hakkında geçmişten günümüze kadar gelen çeşitli görüşler vardır. Herakleitos “Her şey akışkandır ve hiç bir şey duruşta değildir” görüşüyle değişim kavramını ilk ortaya atan düşünürdür. Bu görüş toplumsal sistemlerin katı ve basamaklardan oluşan bir yapı olarak değil, bir süreçler bütünü olarak görülmesine katkıda bulunmaktadır. Pormenides ise “Değişim yanılsamadır” görüşü ile değişimin gerçekte var olmadığını savunmuştur. Platon ise gerçek varlığın değişmeyip, görünüşün değiştiği görüşünü ileri sürmüştür. Platon’a göre, değişmez değerlerin sembolü olan seçkin insanlar toplumsal sistemin misyon ve değerlerini tanımlama, ideal bir toplumsal sistemi kurma ve yönetme diğerlerine örnek olma rolüne sahiptir. Aristo herhangi bir şeyin özünün değişmediğini ancak görünüşte bir değişimin yaşandığını anlatır.
Değişimin amacı insanın potansiyelini gerçekleştirme yoluyla kaybettiklerini kazanma çabasıdır. Hegel ise “Oluşum Halindeki Evren” görüşü ile oluşum içinde olan evrendeki gelişme eğiliminin bir düşme, bir bozulma ya da idealardan uzaklaşma olduğunu iddia etmektedir. Hegel’in tekrarlanan ritmik değişim kavramı çatışma ve mücadelenin, başka deyişle karşıtların çarpışmasının getirdiği bir değişimdir. Değişimin dinamikleri bütün nesnelerin doğasında bulunan çelişkilerin doğurduğu karşıtların diyalektik bir etkileşimidir. Değişim ne şekilde tanımlanırsa tanımlansın değişimin ileriye dönük olanına ilerleme, geriye dönük olanına gerileme denmektedir. Günümüz dünyasında her alanda yaşanan değişimler ileriye yönelik hedeflenmiş değişimlerdir.
Dünya ekonomisinde yaşanan en önemli değişim globalleşmedir. Buna paralel olarak dünyada bölgeselleşme, ekonomide serbestleşme, özelleştirme gibi değişimler de yaşanmaktadır. Siyasal alanda da, demokratikleşme, sivilleşme, şeffaflaşma ve yerelleştirme alt başlıklarında önemli değişimler yaşanmaktadır. Ancak içinde yaşadığımız yüzyılda en önemli değişimler teknolojik gelişmeler olup, teknolojide yaşanan değişimler ekonomik, siyasal ve sosyo-kültürel değişimleri de tetiklemektedir. Dünyamızda gerçekleşen ekonomik ve teknolojik değişimler esnekleşme, standartlaşma gibi organizasyonel değişimleri de beraberinde getirmektedir. Dünyamızda yaşanan değişimler tabiî ki bunlarla sınırlı değil, bunlara ilave olarak ekolojik, demografik değişimler de yaşanıyor. Bir gerçek var ki, yaşanan değişimler birbirinden bağımsız değil, biri diğerini tetikliyor.
Türkiye bu değişimin dışında kalma lüksüne sahip mi? Değil, değişim dinamiklerine sırt dönerek ayakta kalmak mümkün değildir. “Değişim rüzgârları gelince aptallar duvar örer, akıllılar yel değirmeni yaparlar” sözü beni hep etkilemiştir. Türkiye de dünyadaki değişime paralellik gösterecek şekilde değişim dinamiklerini harekete geçirmeli ve değişim hızında geride kalmamalı. Çünkü pencereyi biz açarsak içeri temiz hava girer; başkasına bırakırsak cereyan olur.