Yelkeni ilk indirenle, son indiren arasında onur adına ne fark görebiliyorsunuz? Faize kafa tutup, çarşaf çarşaf banka ilanları ile semiren 'muhafazakar'dan başlayın... Entel, dantel diye alaya alınan 'tam bağımsızlıkçı'ların sanatsal etkinliklerinin ardındaki 'sponsorlar'a bir göz atın. Dilerseniz bugün ABD'ye söven ama uzun yıllar ABD sigara firmalarının Türkiye mümessilliğini yapan 'milliyetçi' takımı da bir irdeleyin...
Herkesin kaybettiği bir savaşın ortasında bulduk kendimizi. Su alan bir gemide... Lüks kamaralarına kurulmuş lordlarımız da, makine dairesindeki miçolar da; rotanın farkında. Umut yaşatır ya insanı, her birimiz kendi umutlarımıza sığınmış 'nasıl olsa bir yolunu buluruz' hesapları yapıyoruz. Son anda atlanılacak bir filika, kuytuya gizlenmiş bir can yeleği, en tepede olmanın rahatlığı... Herkesin kurtuluş reçetesi farklı. Oysa aynı sona doğru 'kader birliği' ettiğimizi kabullenmek zul geliyor insana. 'Onlarla aynı sonu paylaşmak bile' onurumuza dokunuyor. Durum diğerleri için de farklı değil. Bizimle aynı yöne, aynı melun noktaya ışık hızıyla akmak...
Dil söylediğine, göz gördüğüne, gönül inandığına muhalif... Bir garip tedirginlik, bir ölümcül sükût. Güvertede korkusunu gizlemeye çalışan üç beş kişi bakışlarını televizyona dikmiş, öylece somurtuyor. Belki birazdan, son televizyon sinyalleri de alınmaz olacak. Sunucu -kendini şirinleştirme çabası içinde- bilmem kaç bininci kalkınma planının detaylarını okuyor. O bitiyor, teşvik, kredi, ihale, yatırım sözcüklerini üstüne basa basa aktardığı habere geçiyor. Yalancı bir gülüşle haberi noktalayıp, "Bizden ayrılmayın, ass sonra yeniden birlikte olacağız" diyor... Ardından reklamlar.
Koca geminin güvertesini bir fırtına uğultusu alıyor. Her birinin arka planında farklı öyküler gizli markaların tanıtımları akıyor ekrandan. Kimse gözlerini ayırmıyor. Büyük bir dikkat, bir şeyler bekliyormuş edası içinde, o üç beş kişinin göz bebekleri beyaz cama takılı... Hemen tamamı 'dişilik' tonlaması taşıyan mini filmleri izliyorlar. Müziği, sloganı, logosu, özgün rengiyle markalar geçidi sürüyor... Güvertedekiler 'tavşanı bekliyor' çıkıp geleceğine inanarak. Öyle bir trans hali ki, gemi yok, kendileri yok, fırtına dinmiş, yağmur kesilmiş... Var olanlar sanal, sanal olanlar gerçek... Büyülü kutu, çekip çıkarıyor hepsini gerçeğin acı veren dehlizlerinden. Kamera arkasında biçimlenen hayatların ışıltısı ekrana, ekrandan gözlere, oradan yüreklere süzülüyor. Lordlar kamarası da, makine dairesi de aynı görüntülere odaklanmış... First, Cocacola, Kargo, Maximum, Dr. Oetker, Samsung, Danino, Fiat Fiorino, Krema, Gofret, Fanta, Cheetos, Superfone, Citroen, Teknosa, Tombi, K-Bar, Promosyon, Fit Kredi, Aviva, Corega, Ufo, HSBC, Bosch, Motorola, Bimeks, Nesquik, Visa, Siding, Auris, Eurodisel, İnfrared, Glade, Chocolove...
Sürüp gidiyor reklamlar...
Kaybedilmiş bir savaş dedik ya, şimdi herkes kartlarını açsın bir özeleştiri yapalım...
Yelkeni ilk indirenle, son indiren arasında onur adına ne fark görebiliyorsunuz? Faize kafa tutup, çarşaf çarşaf banka ilanları ile semiren 'muhafazakar'dan başlayın... Entel, dantel diye alaya alınan 'tam bağımsızlıkçı'ların sanatsal etkinliklerinin ardındaki 'sponsorlar'a bir göz atın. Dilerseniz bugün ABD'ye söven ama uzun yıllar ABD sigara firmalarının Türkiye mümessilliğini yapan 'milliyetçi' takımı da bir irdeleyin...
Bir gün, on dakikanızı ayırın ve 'zaplamadan' bir tanıtım kuşağını sonuna kadar izleyin. Fikriniz, zikriniz, inanç ya da inançsızlığınız ne olursa olsun... Bu vatana dair söyleyecek bir şeyiniz varsa, bir reklam kuşağını sonuna kadar izleyin, notlar alın, nereye gittiğimizi, götürüldüğümüzü kendinizce bir hesaplayın.
Ne o, yüreğiniz yemiyor mu? Anlamadım o reklam firmasında kızınız üst düzey yönetici mi? Hee anladım sizin oğlan ünlü bir 'pr' firmasının genel müdürü... Desenize damadınızın o holdingin reklam 'departmanı'nda olduğunu...
Tamam hacı abi senin oralarda kimsen yok... Biliyorum, fakat senin o çamur gazetenin sayfaları da o çarkın itmesiyle dönmüyor mu?
"Evrende boşluk yok" der, bir ulu söz...
Gerçekten öyle değil mi? Tavşanı beklerken yüreğimizden söküp attığımız kelimelerin yerini bakın neler doldurdu! Biz şimdi bir sanal savaşın kurşun askerleri olarak, kararan vicdanlarımızı rahatlatma adına kalem oynatıyoruz, nutuk atıyoruz, politika yapıyoruz... Oysa bir dönüp baksaydın koltuğumuzun altına aldığımız gazetenin, düğmesini çevirdiğimiz radyonun, karşısına yapışıp kaldığımız televizyonların bizleri nereye götürdüğüne...
Kulak asmayın Çetin Altan ve mahdumlarının 'enseyi karartmayın' hurafelerine... Karartın enseyi ki, zaman hep aleyhimize işliyor.