Neredeyse her cümlenin paragraf yapıldığı 588 sayfalık bu eseri baştan sona dek “böyyük” bir dikkat; bir o kadar da “ilgi ve alâka” ile kıraat eyledik. Yeri geldi, “Hasan Cemal ile diyalog”un, (Hasan ile Cemal’in konuşması) olduğunu (291. s.) öğrendik; yeri geldi: “… özellikle 29 Ekim, 10 Kasım, 30 Ağustos gibi millî bayram günlerinde…” (40.s.) gibi acaibülgaraib ifadelerle karşılaştık.
Akarsuda bile abdest alsanız israf etmeyiniz.
Hadis-i şerif
Cumhuriyeti biz de elbette severiz; severiz amma velâkin bizim sevdiğimiz Cumhuriyet, “kanla irfanla kurduğumuz Cumhuriyet”tir. Yoksaaa, hâşâ, sümme hâşâ, enteller, danteller, iboşlar, liboşlar, kafaları bîhoşlar, AB’den beslemeli, ABD’den destekli, iktidar şakşakçısı, patronların yalakası, TRT dolandırıcısı, uyduruk haber yapımcısı, elin yabanına danışmadan soluk alamayanların, Karen Fogg çocuklarının kastettikleri değil!.. Birbirlerini “saray soytarısı” (217.s.), “ holding soytarısı” (308.s.), “dönek Marksist” (278.s.) diye suçlayanların, “daltaban” (110.s.) diye iltifat yağdıranların; “imkânlarının ötesinde yaşadıkları” (532.s.), lüküs yerlerden çıkmadıkları hâlde, sıra çalışanlarının alacaklarına gelince sırt çevirenlerin; Fransız özentisi 2’nci, 3’üncü, yok bilmem kaçıncı cumhuriyetçi, paşa torunu, “büyük ilgi ve alâka” ile karşılanan yapıtları depolar almayan, yere göğe sığmayan Hasan Cemal’in sözünü ettiği ‘cumhuriyet’ hiç değil!..
Neredeyse her cümlenin paragraf yapıldığı 588 sayfalık bu eseri baştan sona dek “böyyük” bir dikkat; bir o kadar da “ilgi ve alâka” ile kıraat eyledik. Yeri geldi, “Hasan Cemal ile diyalog”un, (Hasan ile Cemal’in konuşması) olduğunu (291. s.) öğrendik; yeri geldi: “… özellikle 29 Ekim, 10 Kasım, 30 Ağustos gibi millî bayram günlerinde…” (40.s.) gibi acaibülgaraib ifadelerle karşılaştık. Derin derin düşünmekten kendimizi alamadık: 10 Kasım’ın “millî bayram”lar (!) arasında sayılması, bir yazılış, bir düzeltme hatası, musahhihe önem verilmemesi veya kalem sürçmesi mi; yoksaaa intak-ı Hak mı?!!
Bu sosyolojik sorunsalın toplumbilimsel analizini, 400 binlerde aldığı tirajı 70 binlere düşürmeyi beceren; Çekiç Güç’e övgüler düzen, ünlülerle yediği yemekleri, yaptığı görüşmeleri köşesine taşımaktan ‘böyyük keyf alan’, “tarihçilere, sanat eleştirmenlerine ve estet dostlarına” danışmasına rağmen, Refik Fersan ile Bekir Sıdkı Sezgin’i birbirine karıştıran (Milliyet, 26.9.1996); Mareşal Fevzi Çakmak’ın cenazesinde Istanbul’da yer yerinden oynadığını duymayan; iktidarlarla iyi geçinmeyi tüm yaşamının yegâne şiarı telâkki eden, “çiçekleri sulamakla” tanınan Kamer Genç ile havaalanındaki kapışmasıyla galaksiler çapında sahib-i şöhret olan; kazandığı dâvâların sayısını kendisi bile bilmeyen avukat, sosyolojiyle yatıp sosyolojiyle kalktığı rivayet olunan sosyolojist biraderimiz Taha Akyol’a bırakıyoruz.
Bu konuları bir de, yazıcının “dünyanın gizini çözmüş adam” (228.s.), “sermaye öcüsü hiç bitmez” (225.s.) dediği İlhan Selçuk’tan okusak nasıl olurdu, diyerek kitaba göz gezdirmeyi sürdürüyoruz:
“Nadir Bey’in mide rahatsızlığı yeniden nüksetmiş, ülseri azmış, ameliyata doğru gidiyordu.” (95.s.)
“İkinci aşamada gazete ofset olarak hazırlanacak, baskısı yine Yeni Asır’da basılacaktı.” (98.s.)
“… 1980’lere, 1982 Anayasası gibi antidemokratik bir yasal çerçeveyle girişimizin nedenleri nerede aranmalı?” (118.s.)
“Bazen gözlerine bazen oturan hüzünlü ifade…” (179.s.)
“Pazar ekonomisi bir altyapı olarak olmadan çoğulcu demokrasinin nasıl olabileceğini göremiyor.” (320.s.)
“Kerem Çalışkan, kapalı spor salonu, ferah bir kafeterya,Yazı İşleri’ne bir balkon olsun diye konuştu.” (400.s.) (Açık salon da var mı?!!)
Seller sular gibi viskiler, Fransız şampanyaları akıtanların, her daim gayetle lüküs yerlerde kafa çekenlerin, Amerikan Hastahanesi’nde tedavi olanların başında bulunanlardan Uşaklıgil ile Nadi ailelerine gelince, hüsnünü ve dahi cemalini yakından göremediğimiz Hasan Cemal, şunları yazıyor:
“Öyle bir aile ki, bıraksan hepsi birbirini kör testereyle kesecekler.” (389.s.)
“Cemalistlerin lideri”, “Cumhuriyet’te bu tarihe kadar İlhan Selçuk’a ait iki konu vardı: İdeolojik ağabeylik ya da zaptiyecilik” (113. s.) dediği, Berin Nadi’nin “Stalin gibi yürüdüğünü” (271. s.) söylediği Pencere’ci için yazdıklarından biri de şu:
“İlhan Selçuk sazı eline almış, klasik türküsünü çığırıyor:
“Bu sol adam olmaz. Daha uzun yıllar sağ idare eder Türkiye’yi…”
*
Bu yazılanlara ufacık bir katkı da (“katkı”nın kaç anlamı var?!!.) bizden olsun:
“1941 yılında Sabiha Sertel’e ‘Bolşevik dudusu’ diye saldıran Cumhuriyet” (356.s.)’e kanlı bıçaklı oldukları günlerde “Kemal Ilıcak’ın (2 milyar TL) borç verdiği” söyleniyordu… Yine aynı günlerde Cumhuriyet’in eklerinin Tercüman’da basıldığını görenler var…Bu borç verme ile eklerin basımına “meslekî dayanışma” desek, yine o kanlı bıçaklı günlerde Uğur Mumcu’nun bir ramazan akşamı, Ilıcaklar’ın Yeniköy’deki yalılarından çıktığına tanık olanlar var!.. Bunu nasıl nitelendireceğiz?!!
Yine Türkçe yanlışları
Trabzon’dan yazan, adı adresi bizde saklı bir okurumuz şöyle diyor:
“Kasım sayısında sokak adlarındaki yanlışlardan bir bölüğü sıralıyor ve belediyeleri bu noktada dikkate, hassasiyete, ciddiyete çağırıyorsunuz. Bu dileğinize katılmamak mümkün değil. Lâkin hemen şunu da söylemek kabil: Yanlışlık yalınızca sokak adlarında mı?.. Keşke öyle olsaydı!.. O zaman bendeniz başımın üzerinde taşırdım.
Yayınevlerinin adreslerine bakıyoruz: “Çatalçeşme Sokak”, “Molla Fenari Sokak”, “Ticarethane Sokak”, “Cemal Nadir Sokak” vd. Unkapanı’nda kocaman bir levha: “İMÇ Çarşısı. Kısaltmadaki “Ç” çarşının baş harfi olacak sanırım?.. GAP Projesi… “P” projenin ilk harfi değil mi?.. Trilyonların sözünün edildiği tv kanallarında, dünyayı iyileştirmek için yırtınan anlı şanlı gazetelerde “on mürettebat”tan, “uğrak yeri”nden, “geri iade”den, “geçtiğimiz gün”den,“ilgi ve alâka”dan, “Şeb-i arûz”dan, (“Şeb-i arus” olacak), “Sakallı Şerif” (Doğrusu: “Sakal-ı şerif”) ten, “tezkere” yerine “teskere” (sedye)’den, “zorla iğfal”den geçilmiyor. Gün olmuyor ki, “izin” ile “müsaade”yi, “harp” ile “muharebe”yi, “hayat” ile “ömür”ü ayıramayanları görmeyelim. Yaşı neredeyse yüze varmış bir bayan şarkıcı pek bilinen bir şarkıyı “Perde-i zulmet çekilir korkarım ikbalime”yi şöyle söylüyor: “Perde-i vuslat çekilir korkarım ikbalime”. Ne demektir, ne söylemek istiyor; akıl erdirmenin imkânı yok…
Cin atına binmeden bir haber dinleyebiliyor musunuz?.. Gülden Özel (TRT 1), İkbal Gürpınar, Ufuk Ülgen, Defne Samyeli, Ülkü Ertuğrul vb. gibi kaç sunucu var? Geçen gün bir arkadaş, Türk Tarih Kurumu’nun (2007 Kataloğu)’nu gösterip Kurum’un adresine bakar mısın dedi; keşke bakmaz olaydım: “Kızılay Sokak No. 1”
Derdimizi kime anlatacağız, bilemiyorum. Bin Marko Paşa olsa yine de az gelir. Sıkmamak için bir örnek daha vererek sözümü noktalamak isterim:
Efendim, Hoca Nasreddin’i elinde kocaman bir yatağan ile görünce sormuşlar:
-Hoca efendi, affedersiniz, bu koca silâhla ne yapacaksınız?..
Hoca gayet sakin cevap vermiş:
-Kitaplardaki yanlışları düzelteceğim.
Soruyu soran şaşırıp kalmış ve utana sıkıla bir soru daha yöneltmiş:
-Aman Hocam, kitaplardaki yanlışlar, öyle kocaman pusatla mı düzeltilirmiş!..
Bunun üzerine, dudaklarında muzip bir gülümseme gezinen Hoca,
-Vallahi, bazen öyle yanlışlar oluyor ki, demiş, bu bile küçük geliyor!..”
Mâniler
Türkçe hakkında onun
Her ne dese hakkı var.
Türkçe bozulmaz; zira
‘Devrim’ var, hem ‘Hakkı’ var.
Gerçek mizah var onda
Sözüme sen de inan.
Saygılarla anıldı
Üstadım Vehip Sinan…
“Ankara’da bir kuş var
Kanadında gümüş var”
Zam üstüne zam yağar
Elbet bunda bir iş var…
Zam üstüne zam gelir
Gaza, suya ve…beze…
Dar gelirli soruyor:
“Sıra gelmez mi bize?..”
Geçen gün dedi Selim:
Aksi iddia elîm
Yan yana gelmez asla
Barzanî aklıselim…