Ruslar Kırım Fatihi olarak Ekaterina’yı görürler. Ekaterina Rus milliyetçileri için sembol şahsiyetlerden, çok zeki ve erkek düşkünü birisi olarak bilinir. Aşıklarını, oynaşlarını bertaraf edebilmek için Rus devlet ricalinin çok çalıştığını resmi kaynaklar da inkar etmez. Her neyse, bizim burada bahsedeceğimiz, elin birisinin kraliçesinin özel yaşamı, yatak odası hikayeleri değil elbette.
Kırım’ın başkenti Akmescit’te dikilmek istenen Ekaterina anıtı ve bu anıta gösterilen tepkiler.
Akmescit’te, Kırım Tatar Milli Meclisi’nin yakınlarında, Salgır çayı kenarında Kino-teatr’ın (Sinema Salonu) bulunduğu, Zelony (Yeşil) Park’ın ortasında siyah bir taş görürsünüz. Bu taşın etrafında da bazen 3 bazen 4 adet polis ekip arabası durmakta, bu taşı korumaktadır. Ekaterina adına dikilmek istenen bu taş neden ve kimden korunmaktadır?
1.Kırım Tatar Türklerinden.
2.Ukrainlerden
‘Kırım Tatar Türkleri, ‘Vatanımızı istila eden ve bizim felaketimize sebep olan bu kadın için Kırım’a bir anıt diktirmeyiz, yıkarız’ diye beyan vermişler. Kırım Türkleri bu söylemlerinde haklı. Ukrainler de, ‘Siz kimin adına Ukrayna toprağında anıt dikiyorsunuz, bir fahişenin mi?’ diye karşı çıkmakta ve kendi topraklarına sahip çıkmaktadırlar. İşte bu yüzden, nüfusunun yüzde 50’sinden fazlası Rus veya Ruslaşmış olan Kırım’da, bu anıtı bazen 3, bazen de 4 polis ekip otosu yakın korumaya almış durumda. Taşın yanına yaklaşamıyor ve yazılanları da görüntüleyemiyorsunuz. O kadar yakın korumaya alınmış durumda. En son gördüğümde, naylon ile örtülmüş durumda korunmaya alınmıştı… Tabii ekip otoları hala başında. Vallahi acıdım o polislere. O taşın etrafına birisi yaklaşmaya çalışsa, hemen teyakkuza geçiyorlar. Bizim Tatar gençler de boş durmuyor hani… Elinde bir tespih, salına salına gelip, taş hala yerinde duruyor mu diye bakıp geziyorlar. Allah sabır versin mi diyelim oradaki görevli memurlara, ne diyelim bilmiyorum.
Bahçesaray’daki, pazaryeri haline getirilmiş mezarlık hadisesini pek çok yayın organı yayınladı, anlattı. Bizim bunu burada anlatmamıza gerek yok. İsteyenler, internette şöyle bir dolaşsın, hemen karşılarına çıkar. Ben daha başka, büyük bir rezaletten, insanlık dışı uygulamadan ve verilen mücadele sonrasında gelinen onurlu durumdan bahsedeceğim; İsmihan camisinden. Caminin adını bilmiyordum, bana da İsmet Yüksel söyledi.
Yıl 2003. Bahçesaray’a gezmeye gidiyoruz. Hep Han Sarayı’nı gezecek değiliz ya, bir de içerileri gezelim dedik. Daldık daracık ara sokaklara. Bir güzel cami karşıladı bizi… Cemaatsiz, boynu bükük, kapısı kilitli. Biraz ileride bir cami daha gördük. Tavanı olmayan, dışardan her halükarda, eskinin ihtişamını yaşatan bir virane cami. İsmihan camisi. Yanından geçerken, yıkık kapı ve pencerelerinden içeriyi gördüm. O andaki ruh halimi anlatamam. İnsanlık adına utanç verici bir durum vardı ortada. Bu ince sanat eseri cami, çöplük olarak kullanılıyordu. Caminin içinde insan dışkıları, hayvan leşleri, hayvan pislikleri, vs.vs.vs… Biz içerde fotoğraflarını çekerken, bir mahalleli gelip, gözlerimizin önünde çöpünü boşalttı. Adamların gerekçeleri de hazır: ‘Ne yapalım, çöplük yeri gösterin de oraya atalım.’ Götür de mezarına, atalarının ağzına dök diyesin geliyor. Kızsan da, azarlasan da değişen bir şey yok.
Mihrabındaki, kapı girişindeki taş oyma ve kabartmalar hala güzelliğini muhafaza eden İsmihan camisinin ne zaman ve kim tarafından yapıldığını bilmiyorum, ama ne zaman ve kimler tarafından çöplük haline getirildiğini herkes bilir. İsmihan camisinin pencere şekli de çok ilginç: altı köşeli yıldız. Kimileri Süleyman Mührü dese de ben bu motifin izahını başka şekilde yaparım.
İsmihan camisinin durumunu, Türkiye’nin Diyanet koordinatörüne ilettim. Hemen ve derhal ilgileneceğini, Kırım’da buna benzer çok yer olduğunu anlattı. Aynı şikayetleri Kırım Müftüsüne de, KGPİÜ’de kutladığımız ‘Kutlu Doğum Haftası’nda, konuşmacı olarak, konferans dinleyicilerinin önünde dile getirdim. Aynı şekilde, olumlu tepki aldım. 2005 yılında gittiğimde, İsmihan camisi onarım görüyordu. Rusların, çöplük, sinema salonu, diskotek, bar, depo olarak kullandıkları bir camimiz daha kurtuluşuna kavuşmuştu. Buna rağmen bir ibret vesikası olarak caminin önceki durumunu gösterir fotoğraflarını saklıyorum.
Rusların, Türk eserlerine ve maneviyatına ait bu tür saldırılar, bunlarla da kalmaz elbette. Bize söylenenlere göre, KGPİÜ’nin önünden geçen yol da bir zamanlar Müslüman mezarlığı imiş. Şimdi 50 metre genişliğinde bir yol. Eski Akmescit taraflarında binaların temellerinde, bahçe duvarlarında Müslüman mezar taşlarını bulabilirsiniz. Bunlar hele neyse de, Akmescit’in kenar taraflarındaki ‘domuz çiftlikleri’ni bile bu taşlarla yapmışlar. Adamların kendilerine saygıları yok ki medeniyete, insanlığa, geçmişe saygıları olsun. Kısacası, Türk ve Müslümanın malı her yerde yağma ve talan ediliyor. Amaç belli, Kırım’da Türke ait ne varsa silip atmak ve Kırım’ı Slavların anayurdu yapmak.
Akmescit’te birkaç tane cami var. İkisini anlatsak kafi. Birisi Türkiye Diyanet İşleri, Kırım Koordinatörlüğü’nün bulunduğu cami, diğeri de Kırım Tatar Müftülüğü’nün bulunduğu cami. Diğer camiler küçük ve genellikle cemaatler veya akımlara girmiş olanların gittiği camilerdir. Kırım’da bir Cuma günü camiye gittiğinizde, namaz arasında çıkan uğultudan sakın korkmayın. Hani, Fatiha suresinden sonra, huşu içinde ve ancak kendimiz duyabilecek kadar ‘amin’ deriz ya… İşte bu ‘amin’ kelimesi, adeta kilise korosunun amini gibi, çok yüksek ve uğultulu biçimde çıkarılıyor. Ürktüm, korktum, şaşırdım… Her fırsatta da dile getirdim. Bunu yapmayın… Namazı huşu içinde ve milletinizin karakterine uygun biçimde kılın. Bu tür ayrıntılar ayrılık getirir, nifak sokar… Ama anlatamadık tabi Vahhabici kardeşlere… Bence bu, Rus kültürünün veya Hıristiyanlık kültürünün etkisi.
Akmescit dışında, Kezlev’deki (Yevpatorya) Cuma Han camisi (Mimar Sinan’ın yaptığı veya öğrencisi tarafından yapıldığı rivayet edilir), Bahçesaray’da, Hansarayı avlusunda, bütün Kırım’da, hat sanatının en güzel örneklerinin bulunduğu Han camisi, Karasubazar’da, artık ayaklarını bükemeyecek kadar yaşlı insanların, ellerine aldıkları tabureleriyle namaz kıldıkları Karasubazar camisi ve medresesi zikredilebilir. Bu caminin bir imamı varmış. Tanrı tuttuğunu altın etsin, insanlar hala onu konuşuyor, Aydın Hoca… Onun adına ithaf olarak, onun gibi olsunlar diye çocuklarına ‘Aydın’ ismini veren pek çok aile var. Keşke, Kırım’a gönderdiğimiz bütün imamlar onun gibi olsaydı… Bu meseleyi, bir vesile ile ziyaretinde bulunduğumuz Diyanet İşleri Başkanımız Ali Bardakoğlu ile de görüştük ve neler gerektiğini kendisine aktardık.
Bayram günleri, özel günler ve Cuma günleri, cami önlerinde et ve et mamullerini iç rahatlığıyla alabiliyorduk. Diğer zamanlarda, özellikle sucuk almak çok zordu. Malum sebepler… Belki sağlıksız oluyordu ama, mide fesadı geçirmeden ve aklımıza soru takılmadan yiyebiliyorduk. Ayrıca, sadece et değil, dini yayınlardan tutun da aksesuarlara varıncaya kadar pek çok şey burada satılıyor. Adeta küçük bir panayır oluyor Cuma çıkışları, özellikle insanların birbirleriyle buluştuğu, dertleştiği, kaynaştığı toplantılar haline de geliyordu. Çok tuhafıma gitmiştir, orada cumaya gitmek, dini vecibeden ziyade bir gelenek olmuş. Perşembe gecesini sarhoş geçiren de orda, eğlence ve zevk içinde geçiren de orda, beş vakit namazını kılan da orda…
Kırım’da ve bütün Ukrayna’da Müslümanlar, sadece dini bayramlarda, bayramların ilk günü izinli sayılıyorlar. Herkes bilir, Ukrayna veya eski SOYUZ’dan ayrılan devletlerde bayram enflasyonu vardır ve hepsi de birkaç gün kutlanır. O günlerde tatil olur. Ne yapalım!.. Buna da şükür. Ya eskisi gibi bütün dini vecibeler, değil kutlamak, kökten yasaklanmış olsaydı!!!