Ey benim her şehit haberinin ardından sokaklara dökülen, evlerini bayraklarla donatan, kan tükürüp kızılcık şerbeti içtiğini söyleyen zavallı halkım! Öyle günlerden geçiyoruz ki, herşey ruhunu yitirmiş. Senin gözyaşından, senin öfkenden, senin sabrından, senin metanetinden gayrı hepsi yalan. Tümü birden çirkin, iğrenç, aşağılık istikbal ve ihtiraslar üzerine kurulu oyunlar.
Şeytan, "İki gün daha bekle" diyor... Yazma. Fakat, yumurta kapıya dayandı. Şahin mi kesileceğiz, güvercin mi olacağız; iş yazı turaya kaldı. Bıçak kemiğe dayanmış, biz 'rica-minnet' çözüm aramakla (!) meşgulüz. Dişlerimizi kenetleyip 'ya sabır' çekerken, bir gazetede röportaj... Yahu bu da nesi, nereden çıktı şimdi diye insanı şaşırtan bir beyanat. Ricaya bir de 'ricat' eklendi. 'İnkâr' politikaları çok yanlış olmuş. Hadi buyrun yazmayın. Hafızamı zorluyorum, bu 'inkâr' meselesini ziyadesiyle kullanan birileri var. Yahu kimdi onlar? Üstelik yanına bir de 'imha' lafını ekliyorlardı. Bir daha, bir daha okuyorum... Zamanlamaya bakıyorum. E afedersiniz eşşek değiliz yani... Okuduğumuzu da anlıyoruz herhalde... Düpedüz, "İnkâr işi yanlış oldu..." deniyor...
Pırsıyoruz haliyle... Öyle deniyorsa, öyle olmalı. Fakat iş bununla bitmiyor. ABD Dışişleri Bakanı Rice'ın ricasına 'eyvallah' diyen ve Bush'tan bir operasyon ricasına soyunan hükümete ne diyeceğiz şimdi!
Tam yeri ve zamanıydı: İnkâr işi yanlış oldu...
Korkumuz şudur: Yarın birileri de çıkar, onbinlerce insanımızı katleden bölücülere atılan kurşunlar için de iki çift laf eder. Eder mi? Burası Türkiye bekleyin göreceksiniz.
Ey benim her şehit haberinin ardından sokaklara dökülen, evlerini bayraklarla donatan, kan tükürüp kızılcık şerbeti içtiğini söyleyen zavallı halkım! Öyle günlerden geçiyoruz ki, herşey ruhunu yitirmiş. Senin gözyaşından, senin öfkenden, senin sabrından, senin metanetinden gayrı hepsi yalan. Tümü birden çirkin, iğrenç, aşağılık istikbal ve ihtiraslar üzerine kurulu oyunlar. Sana, “aman provokasyona gelme” diyen de, riyakâr seslerini haykırışlarının gölgesinde dalgalandıran da aynı oyunda birer piyon ve bu devranın sürüp gitmesi tek arzuları. Giden can, akan kan, parçalanmak istenen vatan hepsi senin. Ahkâm kesenler, ayak sürüyenler, kandan beslenenler başkaları.
Yine de doğru söylüyorlar, tahrike kapılma. Sus ve dinle. Bak, kim ne diyor? Neyi, ne zaman ve ne maksatla şakıyorlar. Çözmeye çalış.
Köşene çekil. Pür dikkat kesil. Ses tonları, vurguları, zamanlamaları, seçtikleri sözcükler... Bütün detayları ile bunlara kafa yor. Senin bildiğin, anladığın türden yiğitlikler bugün geçer akçe değil. Haklının değil, güçlünün borusunun öttüğü bir düzen hüküm sürüyor. Hani adına küreselleşme falan diyorlar ya, odur yaşadığın. Bu düzenin içerde ve civarda bir düzine minik yavrusu peydahlandı. Nabızlarında borsa endeksi, yüreklerinde döviz kurlarının sesi ve kazanılmış kariyer mevzilerinin gıcırtısı yankılanıyor. Çağın ölçüsü, Napolyon'un ifadesiyle 'para, para, para...'
Hoş, bunlar bildik şeyler. Fakat arada bir unuttuğun oluyor. Kendini Orta Asya bozkırlarında at koşturan, Viyana kapılarına dayanan, Akdeniz'i bir Türk Gölü'ne çeviren cengâver sanıyorsun...
Rice ederim! Yapma bunu...
İçindeki o ruhu lime lime ettiler. Danışıklı döğüşlerle, ne yana koşacağını bilemez duruma getirdiler seni. Dün Çin'in ipeği, kadınıydı... Bugün Batı'nın Euro'su, ABD'nin Dolar'ı yahut Roth'u Fogg'u, ne fark eder?
Ne acıdır ki, önüne 'milli' bir hedef konulmadı bugüne kadar. Tavşan pisliği misali kokmaz bulaşmaz, ipe sapa gelmez şeylerle avuttular seni. Mankurtlaştın demiyorum, onda bile bir 'kurt' yanı kaldı... İliklerine kadar sömürüp, ikbal ve istikballerini garantiye aldılar...
Şimdi...
Evet, şimdi iki arada bir deredesin. İçinden söylenip duruyorsun 'ateş düştüğü yeri yakar' diye... Ötede mırıldanıyorsun, 'bekâra karı boşamak kolay' babında...
Hani diyorum, durumun vuzuha kavuşması için bir kaleme sarılsan. O gür sesinle, Dadaloğlu, Karacoğlan misali bir koşma, bir varsağı, bir türkü döktürsen... Hâlâ okula muhtaç bir köydeysen, "Katip, arzu halim yaz yare böyle..." deyiversen Pir Sultan gibi...
Desen ki,
"Makam-ı Ali'ye,
Başım döndü gayri, hergün ayrı sakız çiğnemenizden. Gözlerimin feri gitti, topaç gibi çevrilmenizden. Bize bir yol, bir yordam, ne gelirse elinizden... Saz da bilirsiniz, caz da... Bizi bize bıraksanız, bi şey yapacaaz da... Gayri böyyük lafı dinlemek icab eder. Deyiverin hele, bir ipucu, bir ışıltı... Bırakın geleceğe projeksiyonu, bilmem kaç yıl sonrasının planlamasını, gayri yıldızı döküldü onların. Bugün ne'tceğiz? Var mı bileniniz? Bildiğiniz bir şey var da bizden mi gizleyonuz... Rice ederim, biz de bu vatanın evlatlarıyız. Taşın kovuğundan çıkmadık. Çıkarın artık dilininiz altındaki baklayı..."
Şaka gibi değil mi?
Boşver istidana cevap bekleme. Ben sana söyleyeyim olacağı: Öyle ya da böyle beş yıla kalmaz bu bölücü terör örgütünün kökü kazınır. Fakaat, ondan sonraki dönemde önüne başka bir şer planı konulur ki, sen başını kaldıramayasın. Şundan da emin ol ki, bu şer planı dışarda kurgulanır, içerde de işbirlikçileri olur. Şimdi soracaksın: "Nereye kadar?"
Müslüman Türk, Anadolu Yarımadası'ndan sökülüp, Orta Asya'ya gönderilinceye kadar.
"Bunun orta yolu yok mu?" dersen, onu da söyleyeyim; biraz Müslümanlığını sulandırıp BOP'a malzeme olacaksın, biraz da Türklüğünü rafa kaldırıp, 'mozaik'teki yerini daraltacaksın...
Lokum gibi olursun namerdim... Tadından yenmezsin. Yoksa, ay bacayı aştıktan sonra sana verilen öğütlerin hiçbir kıymeti harbiyesi yoktur. Bırak, dileyen dilediğini söylesin.