“Süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar, başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez.” de senin sözlerindi. Ne yazık ki, şeref ve haysiyetin ayaklar altında süründüğüne şahit olduk.
Bir gün şöyle demiştin: “Düşman kim ve hangi milletten olursa olsun bence birdir.” Bugünküler de şöyle diyorlar: “Türk olmasın da, kim olursa olsun!..”
Çevrende hıyanetleri yıksan, yeniden!
Mel’unları topraklara tıksan, yeniden!
Ey en büyük insandan alan ilk adını,
Bir bayrak olup Samsun’a çıksan, yeniden!
Ârif Nihat Asya
İnanılamaz bir inançla “Geldikleri gibi giderler!..” demiştin… Geldikleri gibi gittiler… Bugünküler de “Başımızın üzerinde yerleri var. Yeter ki gelsinler.. Her ne isterlerse seve seve veririz…” diyorlar.
“Benim hayatta biricik övüncüm, Türk olarak yaratılmamdır.” demiştin. Türklüğümüzden utanan biz olduk.
Şöyle demiştin: “Türk milleti zekidir, çalışkandır.” Bu zeki milletin zekâsından şüphe eden “sebük-magzlar” çıktı.
“Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir.” buyurmuştun. Ellerin kapısında yerlere kapananları çok gördük…
“Memleket dayanışma isteyen bir birliğe muhtaçtır. Alelâde politikacılıkla milleti parçalamak hıyanettir.” senin sözlerindi. Buna rağmen bilmem kaç çeşit “etnik gurup” (!) icat edildi.
“Türk milletinin damarındaki cevher-i aslisi”nden söz eden de sendin. O mübarek kana “zehir” diyen nâbekârlar gördük.
“Süngü, kuvvet, şeref ve haysiyetin müdafaa edemediği hatlar, başka hiçbir prensiple müdafaa edilemez.” de senin sözlerindi. Ne yazık ki, şeref ve haysiyetin ayaklar altında süründüğüne şahit olduk.
Bir gün şöyle demiştin: “Düşman kim ve hangi milletten olursa olsun bence birdir.” Bugünküler de şöyle diyorlar: “Türk olmasın da, kim olursa olsun!..”
“Ordu, Türk ordusu!.. İşte bütün milletin göğsünü itimat, gurur duygularıyla kabartan şanlı ad!.. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz, Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için harcamakta olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız teminatıdır.”, “Askerî hareket, siyasî faaliyetin ümitsiz olduğu noktada başlar.” diyen de sendin… O kutlu ocağa uzanan dilleri koparamadık.
“Türkiye Cumhuriyeti anlamınca kadın, bütün Türk tarihinde olduğu gibi bugün de en muhterem mevkide, her şeyin üstünde yüksek ve şerefli bir mevcudiyettir.” diye nitelendirdiğin Türk kadınını günümüzde müstefreşe veya koket olarak görmek isteyenlerden geçilmiyor. Sonra da feminizm nutukları atmaktan geri kalmıyorlar.
“Milletimiz din ve dil gibi kuvvetli iki fazilete maliktir. Bu faziletleri hiçbir kuvvet, milletimizin kalp ve vicdanından çekip alamamıştır ve alamaz.”, “Ezan ve Kuran’ı Türklerden başka hiçbir müslüman millet bu kadar güzel okuyamaz.” Bunları da senden dinlemiştik; lâkin senin bile imanından şüphe eden densizler zuhur etti.
Yüzyıllar ötesinden sesler getiren, Mete Han’ı hatırlatan bu konuşma da senindi aziz Atam: “Türk vatanının bir karış toprağı için bütün bir millet bir vücut olarak ayağa kalkar…” Böyle dediğin hâlde, “bu cennet vatanı” babalarının çiftliği sanan “entel”ler danteller ortaya çıktı.
“Beni Türk doktorlarına emanet ediniz.” demiştin. Cebinde üç beş kuruş gören, tedavi için soluğu Amerikalarda alır oldu… Sanki Türk doktorları yabancı meslektaşlarından geri kalıyormuş, sırasında onları geçmiyormuş gibi!..
29 Ekim 1923’te şunları söylemiştin: “Onların (dış Türklerin) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir.” Senin bu sözleri söylemenden 70 yıl sonra “Adriyatik’ten Çin Seddine” nutukları atılırken, ekâbir takımından aynı konuda şunları duymak bahtsızlığına uğradık: “Hazırlıksız yakalandık.”
“Basın milletin vicdanının müşterek sesidir.” diyen aziz Atam, Anıtkabir’den bir kulak ver: O basın, büyük çokluğuyla, şimdi kimlerin borazanı?..
Bütün ömrün boyunca Türk diye, Türklük diye didindiğin, durduğun hâlde sana da çeşitli kisveler giydirmeye yeltenenler olmadı değil. Hâlbuki şunları da söyleyen sendin: “Biz ne bolşevikiz, ne de komünist; ne biri, ne diğeri olamayız. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız.”
Sana, Türklüğe ve Türk ordusuna uzanan dilleri koparamadık; kara çalan kalemleri kıramadık; o bet sesleri susturamadık… Hatıran önünde saygıyla eğiliyor ve özür diliyorum:
Bağışla bizi aziz Atam!..
Sokak adları
Bakıyorsunuz fakülte bitirmiş, mürekkep yalamış adamlar; yazarlar, bozarlar, çizerler, silerler, yontarlar bile “Senle”, “Benle” diyor. “Dört Levent”, “Bir Levent” (Zeytinburnu’nda olduğu gibi) “Ellisekiz Cadde” diye konuşuyor. “Sokağı” yerine “Sokak” yazıyor. İnanmayanlar deneyebilir: İlkokula yeni başlayan bir yavru bile, öğretildiği takdirde nerede “Sokak”, nerede “Sokağı” denileceğini belliyor…
Sokak adları da ayrı bir âlem…Bakıyorsunuz aynı sokakta iki tabelâ; biri doğru, biri yanlış!.. Kültür etkinlikleri, konserler düzenleyen; yayınlar yapan, pek çok güzel işe imza atan belediyeler, sıra sokak adlarına gelince, umursamaz-aldırmaz görünüyorlar…
Istanbul’un birkaç ilçesinden rastgele birkaç örnek sunuyor ve ilgilileri ilgiye, ciddiyete ve Gökçek Türkçemize saygıya davet ediyoruz:
Bakırköy: Alem Sokak, Pembe Ay Sokak. Beşiktaş Çayır Çimen Sokak. Beyoğlu: Kardeşim Sokak, Çatal Sokak, Zafer Ağa Sokak, Karakol Sokak, Gençlik Sokak. Eminönü: Demirci Reşit Sokak (Öteki tabelâda “Sokağı”!!!). Fâtih: Akkoyunlu Sokak, Selim Sabit Sokak. Küçükçekmece: Okul Sokak, (Bu da ayrı bir harika!..): Camii Sokak…Üsküdar: Karadeniz Sokak, Çaybaşı Sokak, Akabe Camii Sokak, Oğuzhan Sokak vd.
Mâniler
Pervamız yok AB'nin
ABD'nin selinden
Kaçan bile kurtulmaz
Mehmetçiğin elinden.
Bütün işler çözülür
Kalmaz gönülde yara
Ayağını hep sıkı
Basar ise Ankara...
Suya gelen zam için
"Yüzde otuz zam nedir?.."
Evet böyle söylüyor
Topbaşlardan Bay Kadir!...
Kimi saçını yoldu
Kimi dert ile doldu.
ABD'nin yüzünden
(Talabani yüzünden)
Utanmak tarih oldu.
Bakma hilâl kaşına
Girdi seksen yaşına
Baykal'ımın galiba
Saksı düşmüş başına!...
Gitmedik Eminönü
Bayazıt ve Mercan'a
Fotoğraf için koştuk
Çatalca'da Ercan'a¹