Kasım 2008

Ö T E S İ

 

21.12.2024 



Yansıma

 
Gülay Özmen

Eyfel


Bir tahmin edin bakalım; elin ham maddesi, üst maddesi, bir inşaatta var olması gereken tüm malzemelerinin yerine sadece demir kullanılarak yaptığı, adına da sanat eseri dedikleri bu yapının yılda ne kadar turist çektiğini. Edin edin, yüz binleri geçin ama, 1 milyon, iki milyon mu? Yok yok, sizi fazla meraklandırmayayım, yılda 6 milyon turist çekiyor bu demir yığını.

Fransızlar demire kadın demiş ve tüm dünyayı Paris’e çekmeyi başarmış.
Sayın okurum bir önceki yazımda sizlere Paris’i anlatmaya söz vermiştim. Peki devam edeyim. Şanselize’yi çok yazdım, çizdim isterseniz Eyfel’e doğru yollanalım, onların değimiyle Tur Eyfel.
Eyfel, Eyfel dedikleri de bir şey olsa sanki, bildiğin demir yığını.
Demiri almışlar, inşa etmişler, al sana sanat eseri.
Teknik özelliklerini sıralamanın anlamı yok yüksekliği, üstüne koydukları antenle birlikte 324,8 metre. Resmi açıklamalara göre 1665 basamaktan oluşuyor.
Yalan mı, demir. 1887-1889 yılları arasında Gustavae Eiffel adlı bir adamın inşaat firması tarafından Fransız devriminin 100. yılı kutlamaları dolayısıyla inşa edilmiş. 20 yıllığına müsaade alınarak yapılmış olan Fransızların deyimiyle ‘demir bayan’, bakmışlar haberleşme ve turizm açısından çok işe yarıyor. günümüze kadar hatta gelecekte nereye kadar gider bu gidişle bilmem ama turisti çekiyor mu? Çekiyor işte o doğru.
Bir tahmin edin bakalım; elin ham maddesi, üst maddesi, bir inşaatta var olması gereken tüm malzemelerinin yerine sadece demir kullanılarak yaptığı, adına da sanat eseri dedikleri bu yapının yılda ne kadar turist çektiğini.
Edin edin, yüz binleri geçin ama, 1 milyon, iki milyon mu? Yok yok, sizi fazla meraklandırmayayım, yılda 6 milyon turist çekiyor bu demir yığını.
Ne özellikleri mi var?
Toplam üç manzara katından oluşan, her kattan tüm Paris’i kuş bakışı izleyeceğiniz bir yer burası. Yani Paris’in tüm tarihî ve turistik yerleri her katında ayaklarınızın altında.
Dört ayağının üçünden asansörle, birinden merdivenle tırmanabilirsiniz Eyfel’e.
Merdivenle dediğim ikinci katına kadar, yine sonrası asansör.
Sanmayın bu gavur milletinin demire bile bayan diyerek, kadına da çok önem verdiklerini. Yok öyle bir şey, kadınları erkeklerle savaşarak aldıkları için eşitlik hakkını, herhalde erkek milleti de onun acısını çıkarıyor Avrupalı kadından.
Kadınlar da işin kolayını bulmuşlar. Kendilerine hangi ülkenin erkek milleti değer veriyorsa onlarla birlikteler.
Yani ilah gibi sarışın uzun boylu, renkli gözlü burnu fındık ağzı kayfe fincanı tipli hatunu, bize gelse bildiğin top model, kimlerin yanında görürsün? Ya Türk, ya Arap, ya da zenci erkeklerin.
Tarih yok mu? Fransa gibi bir ülkede olmaz olur mu? Noterdam de Paris var. Yani Noturdam kilisesi. Bildiğin orta çağ kilisesi. Hani kamburu falan varmış. Çingene bir kıza aşık olmuş, aynı zamanda o kilisenin baş rahibi de aşık, abayı yakmış ona. Anlayacağınız aşk, kin ve nefret üçgenine sahne olmuş bir kilise. Bilmem yalan, bilmem doğru. Öyle yazıyor, çiziyorlar kendileri.

Bizim için çok da anlam ifade etmiyor ama orta çağ Fransa’sında insanı karşısında tir, tir titreten bir otorite merkezi burası. İçinde ne var? O dönemden kalma tablolar, din adamlarına ait heykeller, Meryem Ana heykeli gibi sanat eserleri bulunuyor burada. Ve aynı zamanda hala dini törenlerin Pazar ayinlerinin de yapıldığı bir ibadet yeri Hıristiyanlar için. Yani hem tarihî, hem de onlar için önemli bir ibadethane burası. Bu kadar Noturdam yeter.
Nerden biliyorsun da bunları yazıyorsun demeyin. Ben onların tarihlerinin yalancısıyım. Bilmem doğru, bilmem yanlış. Turist çekmek için mi uydurdular, yoksa gerçek payı var mı?
Anlayacağınız Paris Loor müzesinde (Musée du Louvre) sergilenen Monalizza (Mona Lisa) için bile şifreli kitaplar yazdılar. Da Vinci’nin şifresi diye. Adamlar biliyor mu turisti çekmenin yolunu, biliyor. O doğru. Bizde o kadar, tarih, kültür, deniz güneş, medeniyet ve giz olmasına rağmen, sırlı mırlı bir kitap yazıp da yaban elleri çekememiş miyiz? Çekememişiz. Ne diyelim, zararın neresinden dönersen kârdır. İnşallah bundan sonra.
Hadi sizi Sakrı Kör’e (Sacre Ceoure = kutsal kalp) götüreyim. Evet bana göre, Paris in en görkemli mekanı burası, bayağı yüksekçe bir tepenin üzerinde yer alıyor. Oraya nasıl mı çıkılır? Efendim gavur düşünmüş. Bizim hâlâ Nemrut’a düşünemediğimizi. Hem burası dağ da değil sadece bir tepe diyebiliriz. Merdivenle de tırmanabilirsiniz, biraz çokça ama, yok ‘ben yolu uzatıp, şeeeeyle gezerek gidicem’ derseniz yürüyerek de çıkabilirsiniz.
Asıl önemlisi, ancak elli metre vardır yoktur bu dik yamacın mesafesi, tek vagonlu demir yolu inşa etmişler, vagonuysa demir bir halat çekiyor yukarıya kadar. Yaptığın bu yolculuk bir dakikayı belki aşar ama çocuk, yaşlı ve engelliler için düşünmüşler burayı, ayrıca bir ücret alınmıyor. Gün içinde metroda kullandığın bilet geçerli.
Gelelim Sakrı Kör’e, burada bir kilise var aynı adla. Ama asıl beni etkileyen, tüm Paris’e tepeden bakmak oldu. Hoş hissediyorsun burada, belki de oraya her gidişimde hava biraz da olsa güneşliydi. İlerledikçe ressamlar sokağına götürüyor yol seni. Çeşitli bar ve kafelerin bulunduğu bu mekânda, ressamlar, senin aynını 10 dakikada çizip eline veriyor. Hem de istediğin yaşta, ister 10 yaş genç ister yaşını çiziyorlar. Kara kalemi o kadar canlı kullanıyorlar ki işte burada sanat konuşuyor diyorsun. Yani Sakrı Kör’den uzaklaştıkça aklında tepeden izlediğin Paris ve sanat kalıyor.
Sen M.Ö. 69-36 yılları arasında o dönemin imkanlarıyla inşa edilmiş, Nemrut dağına daha düşünme. NEMRUT DAĞI yüzyıllar önce iki dünyanın; doğuyla batının buluştuğu bir yerdi. Bir dinin doğuşuna, zorlu savaşlara, büyük sevinç ve hüzünlere tanıklık eden heybetli bir dağ. Adıyaman'daki Nemrut dağı şimdi görkemli tarihinin anılarıyla baş başa, gökyüzünü seyrediyor.
İnsanın imanı gevresin dağa ulaşıp da o tarihî eserleri ve güneşin doğuşunu, batışını izleyeceğim diye. İndiğinde düşündüğün o muhteşem atmosfer değil, neden hâlâ buraya kolay bir ulaşım aracı yapmadılar oluyor.
Gidip görenler bilir, bu inanılmaz güzellikteki mekâna ulaşmak için kendi imkânlarınla araba kiralıyorsun, o da zirveye 600 metre kalıncaya kadar. Gerisi tabanvay, 600 metrede nedir yürüyüver diyebilirsiniz, öyle değil işte, asıl çetrefilli yol orada başlıyor. Ayağını basacağın yolun bile olmadığı, dağ keçisini bilirsiniz çok kolay zıplaya atlaya dağda bayırda yürürler, onlar bile çıkamaz . Yol diyorum da bakmayın yol mol yok zaten. Bir umutla çıkıyorsun işte. 600 metreyi 45 dakikada tırmanabildik ancak. Güneşin batışına zor yetiştim. Değil engelliler orta yaşın üstünün mümkün değil zirveye ulaşması.
Efendim ben geçtiğimiz ay eski turizm bakanı Güldal Akşit’ e sordum “nedir bu Nemrut dağının durumu” diye. Öyle içime işlemiş 2 yıl önce gerçekleştirdiğim bu seyahat. Sayın Akşit şöyle açıkladı: “Nemrut dağı Adıyaman ilimizle Malatya ilimizin tam ortasında coğrafi konum olarak. Malatya bize verin, Adıyaman da bize verin diyor. Nemrut dağının turizm gelirinden yararlanmak için. Bakanlıksa, geliş Adıyaman’ a gidişse Malatya’dan olsun veya tam tersi. Her iki il de sonuçta ortak faydalansın bu gelirden dedik.” Tabi, yöneticiler kabul etmemiş. Azı yadsımayan çoğu bulamaz demiş atalar, ee insanoğlu ne de olsa unutuyor demek ki ataların o güzelim sözlerini.
Anlayacağınız menfaatler söz konusu olunca yerli ve yabancı turistler de her iki ilin yöneticilerinin insafına kalmış. Ne insaf ama, işkence çekiyorsun çıkıp göreceğim diye binlerce yıllık tarihi. İnsan zirvedeki o tarihe saygıdan yapmaz bunu diye düşünüyorum.
Mayasız yoğurt tutmaz sayın okurum. Eğer buraya gereken yatırımı yapmasan, yerli ya da yabancıyı da istediğin oranda çekemezsin.
Elin adamının elinde olsaydı buram buram tarih kokan ve dünyanın hiç bir ülkesinde bulunmayan bu doğa harikası manzara. Artık altın sırma işlemeli yollar mı yapardı, yoksa taş yerine pırlantadan patika mı döşerdi, teleferik mi, uçan balonla mı turisti çıkartırdı zirveye bilmem. Tüm dünyayı oraya çekmeyi başarır mıydı, başarırdı… Unutmadan, bir de kitap yazdırırdı yazarlarına, içinde aşk, kin ve nefretin yanı sıra, sır ve gizem dolu doğaüstü olayların yaşandığı. Okurun, mutlaka gidip buraları görmeliyim dediği bir eser olurdu.


ufuk@ufukotesi.com

Bu yazı toplam 5157 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002