Magazin fotoğrafçılığının piri olarak da bilinen Özsoy ile ilk karşılaşmam, Ayasofya Müzesi’nde açtığı sergi vesilesiyle oldu. Söyleşi talebimize yine aynı tevazu ve sanatkâr hassasiyeti ile yanıt verirken, meslek aşkını ilk günkü gibi koruduğu her haliyle kendini hissettiriyordu… İlk fotoğraf, ilk usta, sergiler, ödüller… Hiçbir yorgunluk ve yılgınlık belirtisi göstermeden, bir ömrü fotoğraf sanatına adayan Özsoy’un aslında sanatın bir başka dalı, müzik ile haşır neşir olduğunu duyunca, hayretimiz daha da artıyor.
Kimi insanlar vardır, sanatları şöhretlerinin önündedir. Hayatları boyunca üretir, paylaşır ve olanca tevazuları ile bir kenarda, içlerinden gelen sese kulak verirler: “Daha iyisini, daha mükemmelini nasıl yaparım?..”
Güngör Özsoy adını ilk duyduğumda, Türkiye’yi dünyaya tanıtan muhteşem karelerin ardındaki göz olduğunu doğrusu bilmiyordum. Yalnız bu mu? Yeşilçam’ın neredeyse tüm ‘ölümsüz anları’nda onu vizörün arkasında görüyoruz… Magazin fotoğrafçılığının piri olarak da bilinen Özsoy ile ilk karşılaşmam, Ayasofya Müzesi’nde açtığı sergi vesilesiyle oldu. Söyleşi talebimize yine aynı tevazu ve sanatkâr hassasiyeti ile yanıt verirken, meslek aşkını ilk günkü gibi koruduğu her haliyle kendini hissettiriyordu… İlk fotoğraf, ilk usta, sergiler, ödüller… Hiçbir yorgunluk ve yılgınlık belirtisi göstermeden, bir ömrü fotoğraf sanatına adayan Özsoy’un aslında sanatın bir başka dalı, müzik ile haşır neşir olduğunu duyunca, hayretimiz daha da artıyor. Biz soruyoruz, o yanıtlıyor. Bu ayın (Ekim) ilk yarısında düzenlenecek olan sergisindeki fotoğrafları görme şansına da eriyoruz söyleşi sırasında. Fotoğraf karelerine, İstanbul’un büyülü güzelliğini hapsetmiş… Işığın renklerin üzerindeki oyunu kelimelere sığmıyor. Hiçbir eserinde günün moda programı Photoshop’tan herhangi bir iz yok… “Fotoğraf makinesiyle zaten istediğimi uygulayabiliyorum. Başka bir programa gerek olmuyor” diyerek, dijital çağın yapay baskısına da bir tür karşı duruş sergiliyor. Bazen bir karenin ardında saatler harcayan, uygun anı bulmak için gün batımları yahut şafağı bekleyen Güngör Özsoy ustaya nice yıllar dilerken, sizi söyleşimizle baş başa bırakıyoruz…
Keman sanatçısı Saim Özsoy’un oğlusunuz. Babanızdan aldığınız eğitim sayesinde, o dönemin meşhur sanatçılarıyla sahne aldınız. Neden bu dönem kısa sürdü?
Büyük babam, Sahibinin Sesinden plak şirketinin Müzik Direktörüydü… Ailem sayesinde 12 yaşından itibaren, sol anahtarıyla hayata başladım. Dönemin meşhur sanatçılarıyla, Selahattin Pınar, Fevzi Aslangil, Yorgo Bacanoz ve Şükrü Tunar’ın da bulunduğu babamın saz arkadaşlarıyla çalmaya başladım. Fakat piyasaya intibak edemediğimden dolayı devam etmedim.
Fotoğrafçılık sanatına adım atmanızdaki etken nelerdir?
Kısa bir dönem, saz sanatçısı olarak hayatımı sürdürdükten sonra, sinema ve fotoğrafçılığa olan tutkumun ön plana çıkmasıyla, 1960 yılından itibaren aktif olarak fotoğrafçılığa başladım
Ustanız Kriton İlyadis hayatınıza neler kattı?
1966 yılında çok sevdiğim sinema fotoğrafçılığına başladım. Sinema fotoğrafçılığı yaparken en büyük şansım bugüne kadar Türkiye’deki en iyi fotoğraf direktörlerinden olan Kriton İlyadis ile çalışmaya başlamış olmamdır. Herkesin Baba dediği ustamdan sinema ve fotoğraf hakkında kadr (çerçeve) yapmayı, ışık, perspektif, derinlik ve optik kanunlarını öğrendim. Diğer büyük şansım dönemin en iyi yönetmenleriyle çalışmamdır. 100’ün üzerinde çalıştığım filmde, fotoğraf direktörü Kriton İlyadis’in kameramanlığını yaptım.
Güngör Özsoy olarak basında da izleriniz var. Farklı bir üslup göze çarpıyor. Bir hikâye tadında sürükleyici röportajlarınızı okurken düşündüm. Yazılarınızda o dönemin ustalarının etkisi nedir?
Fotoğrafçılığımın yanında, kısa bir dönem röportajlarımla da basında yer aldım. Kendi tarzımı sinemanın etkisiyle geliştirdim. Bir film, bir senaryo tarzında yazılarıma renk kattım.
Fotoğraflarınız sizin için ne anlam ifade ediyor?
Benim için, deklanşördeki kompozisyondur hayat… Bakış açım hep bu yöndedir. Fotoğrafçılık sanatı yoksulluk, sefalet gibi enstantaneleri çekmek değildir. Tanrı dünyadaki tüm güzellikleri ve bu güzellikleri yapanları yarattı. Önemli olan görecek gözümüz ve gönlümüz olsun ki, bu değerleri sanat eseri yapalım. Nesneleri, kişileri deforme ederek değil güzelleştirerek çekelim, unutmamak gerekir ki, sanatçının eseri sanatçının kişiliğini yansıtmaktadır.
Türkiye sizin çektiğiniz fotoğraflarla dile geldi. Dünyada bilinmeye ve tanınmaya başladı. Bu konuda neler yaptınız?
Bir İtalyan firmasıyla çalışırken, tüm Türkiye’yi karelere sığdırmam dikkatlerini çekti. Daha sonra dünya çapında fotoğraflarım rağbet gördü. Türkiye’yi tanıtan kitap, katalog, afiş, kartpostal vs. ne varsa hepsinde fotoğraflarım yer aldı. Ayrıca İstanbul ve Türkiye ile ilgili bir de kitap projem var.
Yeşilçam’ı objektifiyle belgeleyen bir sanatçı olarak birikimlerinizi gelecek nesillerle paylaşmayı düşünüyor musunuz?
Benim için,1960’dan 1970 yıllarının ilk yarısına kadar Türk sinemasının altın çağıdır. Tanıklığını yaptığım bu dönemin, gün yüzüne çıkmayan kareler ile görüp yaşadıklarımı bir kitapta toplama çalışmalarına devam ediyorum.
İstanbul ve fotoğraf sizde ne anlam ifade ediyor?
Yılda dört defa köprünün ortasında gözükür güneş… İstanbul tüm renklerin birbirine kavuştuğu noktanın merkezidir. İstanbul günün 24 saati değişik tonlarda sergilenen bir güzelliktir. Bunu kâğıda aktarmak, ebedileştirmek için uzun saatler çalışıyorum. Bilgisayara aktarıp kâğıda basınca bütün yorgunluğum geçiyor. Fotoğraflarımda huzuru yakalıyorum.
Günümüzde teknolojinin mekanik getirisi söz konusu, dijital makinelerle fotoğrafın ruhunu yakalamak ne kadar mümkün?
İlk dijital fotoğraf makinemle bir buçuk ay çalıştım. Makinenin düzeneğine hâkim olmak için… Analog ve dijitalle 300 kare fotoğraf çekip karşılaştırmalar yaptım. Önemli olan kullandığın makine değil, nasıl kullandığındır, makineden korkmayacaksın, en ince ayrıntısına kadar öğreneceksin. Yaşadığım bu zamana kadar fotoğrafçılıkta 3 evreye tanık oldum; cam ve jelatin negatifler dönemi, daha sonra siyah-beyazdan renkliye geçiş, dialar, son olarak da dijitaller… Hepsinin yeri farklıdır.
İlk çektiğiniz fotoğrafı hatırlıyor musunuz?
Babam kanser hastası olduğu döneme denk gelmişti. Yatağından bana “sana aldığım fotoğraf makinesiyle bir resmimizi çeksene” diye seslenmişti. İlk fotoğrafım olup hâlâ arşivimde yerini korumaktadır.
Fotoğraf çekmek isteyenler için önerileriniz nelerdir?
Resimdeki açıları iyi yakalamak, çerçevenin içinde iyi bir kompozisyon kurmak önemlidir. Fotoğrafları incelemek ve çektiğin fotoğrafları karşılaştırıp kendini eleştirmek ve çok çalışmak gerekir. Fotoğrafçılığın saati yoktur. Önemli olan neyi, ne zaman çekeceğini bilmektir.