Eğer bir toplum var ise onun kültürü, sanatı, dili ve tarihi de vardır. Bir toplum, diline, kültürüne, sanatına ve tarihine sahip çıkmıyorsa, o toplumun yok olması mukadderdir. Ve tabi bilim. Şeyh Edebali, Türkler arasında kendisi için asker arayan Orhan Beye der ki ‘Başkalarından senin için savaşacak asker bulabilirsin ama senin milletin için bilim yapacak kimseyi bulamazsın. Bu milletin elinden bilimi alma.’
Bu yazımızda Kırım Tatar Türklerinin dili, tarihi, kültürü ve sanatıyla ilgili izlenimlerimizi anlatacağız.
2003 yılında, tamamen kendi gayretlerimizle düzenlediğimiz ‘Geleneksel Bayramlar ve Törenler’ sempozyumunun etkilerini gören TİKA yöneticileri, bu sempozyumdan sonra, daha büyük çapta bir bilimsel toplantı yapmak için söz verdi. Yurda dönüşte görüştük, konuştuk ve Kırım / Akmescit’te kısa adı KGPİÜ (Kırımski Gasudarstvinniy Pedagogiçeskiy i Encinirniy Üniversitet) olan Kırım Devlet Pedagoji ve Mühendislik Üniversitesi’ndeki Türkoloji Araştırmaları Merkezi (TAM) organizasyonuyla bir sempozyum yapmaya karar verdik. Proje hazırladık ve TİKA’ya sunduk. Tabi bu proje, bir arkadaşımızın özel gayretleri ve kaprisleri neticesinde ad değişikliğine uğradı ama, neticede çok da güzel bir bilgi şöleni yapıldı. Projenin mimarı, fikir babası ve alt yapısını oluşturmakla beraber, düzenleyiciler arasında adımızın geçmemesi bir burukluk verdi ise de, geçmiş gün, böyle bir organizasyonun içinde olmaktan gurur duyduk. Türkoloji Sempozyumu’nun son günü, sanatsal etkinlikler başladı. Sahneye önce, Kırım Tatar gençlerinin sergilediği halk oyunları ekibi çıktı. Salon alkışlarla yıkılıyordu. Ne güzel, ne ala. Bir eksiklik: Kırım Tatar halk şarkıları sadece 2-3 saz eşliğinde olamaz. Bir imparatorluk olmasa da büyük bir hanlık mazisi olan halkın 2-3 çalgısı olamaz. Bir başka proje ile Türkiye’den götürülen sazların kursu da verildi. Halen devam ediyor. Umarım bu güzel bir gelişme olur ve Hanlık sarayındaki o zengin musiki kültürü yeniden inşa olunur.
Derken salona, zayıf, uzun boylu, düzgün kır saçlı birisi çıktı. Elindeki gitarı öylesine ustalıkla kullanıyordu ki, Ege Üniversitesi’nden Prof. Dr. Mustafa Öner, gözlerini dört açmış gitaristi takip ediyor ve kulağını bütün dikkatiyle gitardan çıkan nağmelere vermiş, kırk yıllık arkadaşına adeta yeniden kavuşmuş bir mutluluk sarhoşluğuyla dinliyordu. Küçük konser bittikten sonra soruldu kim bu? Enver İzmailov. Enver İzmailov, bütün katılımcıları müziğiyle mest etti. Hemen, Türkiye’de düzenlenen müzik organizasyonlarına davet edilmesi teklifi yapıldı. İsmail Kerimov der ki Enver İzmailov için: ‘Onun bütün hayatı, gitarıdır. Para-pul-şan-şöhret hiçbir şey değildir. Ey Türkiye’deki organizatörler. Enver İzmailov adını unutmayın ve bir organizenize lütfen davet edin. Böyle bir yeteneği tanımak ve tanıştırmak gerek. En azından Kırım Tatar gençlerinin kendilerine müzikte örnek alacağı bir sanatkârı olmalı.
Enver İzmailov’u anarken elbette Server Kakura’yı unutmayalım. Kakura Kırım Tatar halk şarkılarının piri, üstadı. Asiye Sali, Rüstem Memet, Zarema Hanum diğer müzisyenler.
Az önce bahsettiğimiz KGPİÜ’nün rektörü sayın Fevzi Yakubov, ilerlemiş yaşına rağmen üniversitesini her geçen gün geliştiren ve işlerlik kazandıran bir bilim adamı. Türkiye dostu ve Türklük hayranı. Ondaki enerjiyi gördükçe gençliğimden utanırdım. Fevzi Ağa, Kırım Tatarları arsında ilk defa Prof. unvanını alan ve o zamanlar Kırım Tatar Dili ve Edebiyatı Bölüm Başkanı olan İsmail Kerimov’a, ‘Kırım Tatar gençleri her yerde tıp, hukuk, mühendislik, siyasal okuyabilirler. Dünyanın istediği yerinde bunu gerçekleştirmek onlar için mümkündür. Ama Kırım Tatar dili, edebiyatı, tarihi için tek yer vardır, o da bu üniversitedir. Diğerleri benim için o kadar önemli değil. Halkımızın göz bebeği bu bölümlerdir. Bu bölümlere iyi sahip çıkmamız gerekir, yaşatmamız gerekir.’ demişti. Bu sözleri ile de ne kadar şuurlu bir insan olduğu açıktır. Tanrı enerjisini ve gayretlerini boşa çıkarmasın.
KGPİÜ’nün bahçesinde, Kırım Tatar halkına hizmet ve yardımları geçmiş insanların da adının yazıldığı bir anıt var. Bu anıt da Fevzi Yakubov’un gayretleriyle kurulmuştur.
Kırım Tatar Dili ve Edebiyatı ile ilgili bölüm, aynı zamanda ulu ve ulvi görevleri de yerine getirecek bir yapıya sahip olmalıdır. Her şeyden önce Kırım Tatar Türkçesi imla kılavuzu hazırlamak bu kurumun görevi olmalı. Yani Kırım Tatar Dil Kurumu ve Kırım Tatar Tarih Kurumu görevlerini de üstlenmelidir. Bu organizasyon için kimler ne yapabiliyorsa yapmalıdır. Bu Arada, Kırım Türklerinin kültür hayatına en büyük katkıyı sağlayanlardan bir isimsiz kahramanı da zikredelim. Kevser Abte… Kevser Abte, sırtında taşıdığı Kırım Tatarlarıyla ilgili kitap ve müzik eserlerini, çarşı-pazar, okul okul gezdirerek satan bir yaşlı teyze. Ayaklı kitapçı. Onun sayesinde pek çok kaynağa ulaşabiliyorduk. Hizmeti gayet kıymetlidir.
Kafedra adı verilen Kırım Tatar Dili ve Edebiyatı bölümüyle ilgili birkaç şey söylemeden yapamayacağım. Bu bölüm elbette çok önemlidir. Yaşaması ve yaşatılması gerekir. Türkiye’deki Kırım Tatar âlimleri ve aydınları da bilmelidir ki; bölümdeki kavram ve adlandırmalar, eski Sovyet mantık ve politikalarının doğrultusundadır. Eğer kavramları düzeltip, Kırım Tatar halkının mantık ve politikasına uydurmazsanız, pek bir şey elde edemezsiniz. Bununla ilgili görüşlerimizi de ileriki yazılarımıza bırakacağız.
Folklor ve halk oyunları denilince unutulmaması gereken isimlerden Cemile Osmankızı, Münir Ablayev ve bu profesyoneller arasında Münevver Apte gibi ‘Yedi Ansambil’ adını verdikleri müzik ve dans grubunu kuran kişiler zikredilmeli. Münevver Abte’nin ‘çibörekleri’ hala anılarım kadar sıcak, lezzet hatıratımda yerini koruyor.
Daha önceki yazımızda Safiye Nezetli Hanımdan bahsetmiştik. Onun evi, şimdilerde Kırım Haber Ajansı (QHA) olarak hizmet veriyor. Fevkalade yüksek ve önemli bir görevi üstlenmiş durumda. Malum, diğer ajanslar, Kırım Tatar halkı ile ilgili haberleri, biraz yanlı biraz da çarpıtmış olarak verebiliyorlar. Halbuki QHA, gerçekleri bütün çıplaklığıyla dünya kamuoyuna sunuyor. Bu yüzden Kırım Tatar halkını sevmeyen veya istemeyen cenahlar tarafından QHA sitesi hackerler tarafından çökertilmeye çalışılıyor. Mesela son Bahçesaray’daki pazaryeri meselesini bütün dünyaya bu ajans duyurdu. Akyar’daki (Sivastopol) Rus üslerinden gelen askerlerin Kırım Tatar cemaatine nasıl saldırdıklarını, manevi değeri yüksek kişilerin yattığı mezarlık yerine kurulan pazaryerinin aslına döndürülmesi için nelerin yapıldığı bu ajans tarafından duyurulmuştu. Bu ajansa üye olmak, Kırım ve Ukrayna ile ilgili haberleri buradan takip etmek gerek.
Haber ve yayın elbetteki çok şey. Golos Kırıma (Kırım’ın Sesi), Kırım ve Yeni Dünya diye, Kırım Tatar Türkçesi ile yayın yapan gazeteler. Bir de özel televizyonları var. Paket yayın yapsa da bütün Kırım Tatarları bu televizyonu izliyorlar. Hiç beklemediğiniz bir anda radyodan Türkçe şarkılar da duyabiliyorsunuz. Türkiye’den de popüler şarkı ve türküler yayınlanmakta, kültürel bilişim ve erişim mümkün olmaktadır. Hatta Kırımın Antalya’sı Yalta’dan, Türkiye radyo ve televizyonlarını dinleme ve izleme imkânınız da oluyor. Ama en güzeli, Kaytarma dinlemek. Her türlüsünden, çeşit çeşit kaytarma ki dinleyenler yerinde duramaz.
Kırım Tatar gençleri, kendi aralarında gruplar kurmuşlar. Bunlar ‘Gardaşlık, Bizim Kırım ve Aslan’ gibi teşkilatlardır. Bu teşkilatlar, dünya gençlik teşkilatlarıyla diyalog halinde Kırım Tatar gençlerinin dünya ile bağdaşık yaşamasının en önemli göstergesi. Bilmem içlerine sızma var mı yok mu ama bildiğim bir şey var ki o da, gençlerin şuurlu olarak alttan yetişmeleri. Her ne kadar bazı Kırım Tatar kızları Rus veya Hıristiyanlarla evli olsa da, Kırım Tatar erkekleri çeşitli nedenlerden dolayı ki bunların başında yükselmek ve bir işe girebilmek yatıyor, Rus kızlarla evlense de… Boynunda kolye olarak hilal, hilal ve yıldız taşıyanlar hemen kendini hissettiriyor. Rus gençlerinin taşıdığı haçlar ne kadar gösterişli ise, Türklerin taşıdığı hilal ve yıldız da o kadar mütevazı.
Ruslarla evlenmeyi, kendi nesillerine yasaklayan aileler de var. Bunlardan birisi de rahmetli Seyit Cemil Kömürcü… Oğlu Server’e, annesi ‘Eger Kazah gelin alırsan sana südümü haram ederim’ diyen bir ana. Baba da aynı duygularla. Bizim kardeşlik Server, çok güzel bir Tatar kızı olan eşi Elvira Hanımı, her sene düzenlenen Kırım Tatarlarının sürgününü telin mitinginde tanışıp evleniyorlar. İki tane de dünya tatlısı erkek çocukları var. Mustafa ve Emil. Seyit Cemil Kömürcü, ilk fırsatta vatanıma gireyim diye, Azak Denizi’nin doğu taraflarına gelip yerleşen bir vatan sevdalısı. Mekânı cennet olsun.
Kırımda, bir büyük kütüphane. Adı ‘Gaspıralı’… Ukrayna ve dünyada nerde bir Kırım Tatar Türkü konulu yayın var ise toplamaya çalışıyor. Okurların internet hizmetinden de yararlandığı kütüphane klasik şark mimarisi üslubunda inşa edilmiş.
Adına milli mektep denilen 15 adet okul var Kırım’da. Bu okullarda tedrisat Kırım Tatar Türkçesi ile yapılıyor. KGPİÜ’nin Kırım Tatar Üniversitesi olarak adlandırıldığını söylemiştik. Bir Kırım Tatar tiyatrosu var ki genellikle Kırım Tatar Türkçesinde oyunlar sergileniyor. Ayrıca Kırım Tatar Müzesi, Kırım Tatar El Sanatları Merkezi, Kırım Tatar Yazarlar Birliği, Kırım Tatar Ressamlar Birliği gibi sosyal, Kırım Tatar Tıp Merkezi gibi sağlık kuruluşları da mevcut. Yani, Kırım Tatar Türkleri, tarihin en korkunç soykırım uygulamasının ardından, ancak yıllar sonra ve sadece kurtulanlarının döndükleri yerde yeniden kendi varlıklarını hissettiriyorlar.
Kırım Türklerinin belalıları Rus dazlaklar. Her sene, motosikletlerle gelip problem çıkarırlar. Tek buldukları veya kıstırdıkları yerde Kırım Tatar gençlerini hırpalarlar. Böyle pek çok genç aşırı dayak yemiş vaziyette bulunmuştur. Ama akabinde, bu dazlaklara, yukarda bahsettiğimiz gençlik birlikleri cevabı vermiştir.
Kültür, sanat, dil, tarih iyi de ekonomi olmadan bunlarla sadece yaşanır. Ekonomik değerleri saklayacak bir kurum gerektir o da banka. Kırım Tatar Türkleri Kırım’a dönmeye başlayınca bir banka kuruluyor. İmdat Kırım Yurt Bankası. Ne yazık ki yaşatılamadı.
Taksicilerin ve marşutka adı verilen dolmuş şoförlerinin büyük çoğunluğu Kırım Tatarı. Pazaryerlerinde de bir hayli Kırım Tatar Türküne rastlarsınız. Adeta pazaryerlerinde çoğunluğu ele geçirmiş durumdalar ki bu iyiye işaret. Özbekistan veya diğer coğrafyalardan geldiklerinde belki de hiç bir şeyleri olmayan bu insanlar arasında yeni iş adamları, zenginler ortaya çıkmaya başlamış. Bunların büyük bölümü Türkiye ile iş yapan Kırım Tatarlarıdır. Mesela Akyar’ın (Sivastopol) en büyük restoranı ki Putin, Sivastopol’u ziyareti esnasında kendisine bu restoranda yemek verildi, bir Kırım Tatar Türkünündür. Bu kişi, elindeki külüstür taksisini satıp, Türkiye’den limon – mandalin getirerek işe başlamış ve satış yaptığı pazarın da şimdilerde tamamının sahibi olmuştur. Kırım Fahri Konsolosumuz da bir Kırım Tatar Türkü işadamıdır. Şen mağazalarının sahibi Seyran Osmanoğlu… Bir başka ilginç girişimcilikten bahsetmek gerekecek ki o da, Akmescit’ten Anadolu Selçukluların kalesi Sudak’a giderken Bozbeylan adı verilen yerdeki restoran-dinlenme tesisi. Bu tesis bir Kırım Tatar Türkü tarafından, önce küçük bir kulübe olarak kuruluyor. Değişik coğrafyalardan turist getiren otobüs şoförleriyle anlaşan bu kardeşimizin şimdi koskoca bir tesisi var. Bu tesisin en önemli özelliği, domuz eti satılmayan nadir yerlerden biri olması ve demir korkuluklarının üzerindeki meşhur Kırım Tatar TARAK TAMGA’sı. Dinlenme tesisine uğrarsanız orada, benim yerime de buz gibi sudan içip, çibörek yiyiniz.
Kırım’ın, önce Anadolu Selçukluları, sonra da Osmanlı İmparatorluğu döneminde doğrudan Anadolu’ya bağlı olan Sudak şehri, kalesi ile meşhurdur. Bu şehre girmeden, bir boğaz içinde Taraktaş köyü gelir. Taraktaş’ı 2 nedenle severim. Birisi, TARAK TAMGA’yı bayrak olarak köylerinin en görünür yerine asmaları ve her dazlak hücumundan sonra inatla ve yeniden geri dikmeleri, ikincisi de, Sudak’taki milli mektepte okuyan, biri Galatasaraylı, biri Fenerbahçeli iki tane çok şirin kız öğrencimin oluşu. Bu öğrenciler ki, Taraktaş’ta, uydu anteni marifetiyle Türkiye’deki futbol müsabakalarını izliyor ve iyi birer taraftar olarak birbirleriyle kavga da ediyorlar. Ama kardeşçe kavga tabi. Taraktaş ile ilgili hafızamda kalan bir diğer şey de alış veriş ettiğimiz bakkal. Adı: Tükan Karadeniz. TİKA Koordinatörümüz Cafer Bey’in kulakları çınlasın, oraya her gidişimizde, uğrar, hiç değilse bir su alır, oranın da kendimize göre yaşamasına katkı sağlardık. Malum: Karadenizliyiz ya!..
Kırım’ın her şehrinin etrafında, 6-7 yüz metrekarelik parseller içinde bekçi kulübesi gibi yerler görürsünüz. Bunlar ‘Basıp Alınan’ yerlerdir. Devlet arazisinden alınan bu yerler, kanunen üzerlerine geçtikten sonra o kulübeler birer villa olacaktır. Bu onların en doğal hakkı. Çünkü, bir gecede koparılıp, Asya çöllerine gönderilen bu insanların baba-dede evleri, arazileri, mülkleri, hayvanları, bahçeleri şimdilerde tamamıyla Rus işgalinde. Bu yerleri geri alamıyorlar. Gelen insanların sokakta yatmaları da mümkün değil. Kırım Türkleri organize olarak hemen bir yeri çeviriyor, oraya bir kulübe yapıyor ve başına da bekçi bırakıp gidiyorlar. Bu çevrili alan içinde Kırım Tatar Bayrağı da nazlı nazlı sallanır. Tuhaf şey değil mi? Bu halk, kendi adını aldığı, ata-baba yadigârı toprağını adeta bir uğru, bir çapulcu gibi yeniden sahipleniyor. Elbette bunlar da kolay olmuyor. Nice mücadeleler, nice dövüşler, kavgalar ve Rus dazlaklarla didişmeler neticesinde, haklarını zorla, söke söke alıyorlar.
Bir sonraki yazımızda başka şeylerden bahsedeceğiz. Lütfen takip ediniz.