Telaşa gerek yok! Türkiye, Malezya olmaz. Olmaz, çünkü bu aşure kıvamındaki takım öyle sanıldığı gibi can ciğer kuzu sarması değildir. İkincisi de para ve makamın tadını aldı bunlar. Ki, bu para işi öteden beri beni haklı çıkaran bir durumdur. Bu bir yerde sistemin rüşvetle ayakta kalma prensibidir: Küpü doldur, kenara çekil. Şimdi sorabilirsiniz, 'Kenara çekilirler mi?' Evet, çekilirler. Zira, dışarıyla bu denli içli-dışlı olmaları, tüyme kapısını açık bırakma endişesindendir...
Türkiye değişiyor...
Hayra alamet bir değişim değil bu... Hem de, hiç kimse için. Dün elinde damga, önüne gelene 'kafir-küfür' damgası yapıştıranlar, bugün Batı'nın kapısında el pençe. Bir hoşgörü masalı tutturulmuşlar, bahçe kuruyorlar, sofra düzüyorlar: Gel yine gel, kuyumu kazsan da, karikatür çizsen de, dirliğimi, düzenimi bozsan da gel... Yankısız kalır mı bu çağrı! Misyoner geliyor, AB Komiseri geliyor, 'müstemleke müfettişleri' geliyor... Gelenin gidenin hesabı yok.
1980'lerin başında yönü Tahran'a dönük olanların tamamına yakını bugün rotayı Brüksel'e çevirmiş durumda. Sakalı kazıtan, bıyığı tıraşlayan turnikeye girdi. Haa unutmadan o dönemde 'Ulul emre itaat' vaazı edenler de bugün aynı kervana katılmış vaziyette. Sonradan öğrendik ki, "Takiyye şia'nın düsturudur" diyenler, meğer 'ilm-i siyaset' adı altında takiyyenin hasını yapıyormuş. Meğer palazlanmayı, beytülmal'den aşırdıkları ile gökdelen dikmeyi, ceplerine ABD-AB pasaportu koymayı bekliyorlarmış. Vakit tamam galiba! Burada asıl şaşırtıcı olan, birbirlerini 'din dışı' olmakla suçlayacak kadar pervasız davrananların, bugün aynı çatı altında bir araya gelmiş olmaları. Daha düne kadar 'vahabilik’le suçladığı adamlarla kol kola giren bu zevattan biri, aynı şiddetle karşı çıktığı bir başka cemaatin gazetesine konuşuyor seçim öncesi; "Bu bir kavga ve safımı seçtim."
Safları sıklaştıralım beyler... Birbirimize diş gıcırdatsak da, omuz atsak da, safları sık tutalım (!)
Fakat, telaşa gerek yok! Türkiye, Malezya olmaz. Olmaz, çünkü bu aşure kıvamındaki takım öyle sanıldığı gibi can ciğer kuzu sarması değildir. İkincisi de para ve makamın tadını aldı bunlar. Ki, bu para işi öteden beri beni haklı çıkaran bir durumdur. Bu bir yerde sistemin rüşvetle ayakta kalma prensibidir: Küpü doldur, kenara çekil. Şimdi sorabilirsiniz, 'Kenara çekilirler mi?' Evet, çekilirler. Zira, dışarıyla bu denli içli-dışlı olmaları, tüyme kapısını açık bırakma endişesindendir... Tövbe kapısı mı? Onu, türedi 'alim'lere soracaksınız. Nasip meselesidir... Enaniyetin sınır tanımadığı, 'Ben, ben, ben' diye feryat eden, yapmacık gülüşlü suratlarına baktığınızda, pek ihtimal vermiyorum. İnsan bir kez kendini doğru yaptığına inandırdı mı, korkacaksın ondan.
Değişimin orta yerinde duranlara gelince... Bunları yakından izleyin. Sanmayın ki özgürlükler adına kürek çekiyorlar. Ceplerine üç beş bin euro sıkıştırılarak Anadolu'da seminer verdirilen, gazete ve televizyon kapıları ardına kadar açılan bu takımın kişilik zafiyeti had safhadadır. Dünya alem bilir ki, bir kaç yıl öncesine kadar aynı adamlar 'marksist' olmakla övünüyordu. Bunlar, sırtlarını sıvazlamayı, haklarında bir iki iyi kelam etmeyi bekleyen cemaatlerin zaafını çok iyi kavramış, hinoğlu hinlerdir. Yani karşılıklı kullanılma sözkonusudur.
Gelelim, "Türkiye, Malezya oluyor" yaygarasını koparan ve 'mahalle baskısı'ndan ürken güruha... Keşke, Fenerbahçe ya da Galatasaray maçlarının olduğu bir gün teravih namazına gözlemci olarak katılsalardı! Türkiye'nin anlı şanlı sosyologlarının bunu yapmasını gerçekten isterdim. Yahu girin şu camiden içeri bir bakın insanlara... Kalp rahatsızlığı olan bir arkadaşım ramazanın ortalarında ziyaretime gelmişti. Bir orta kahve söyledi hanın çaycısına. Çocuk getirdiğinde şakayla karışık sordu: Ciro düştü mü dostum? Yok be abi yüzde 20 falan... Bir sigara tiryakisi olarak değişmeyen alışkanlığımla, vapurda yine sigara içilen bölüme oturdum ramazan boyunca... Ne çay servisi eksikti, ne sigarasını tüttürenler... Milletin birbirini ezdiği o malum market resmen açılmamıştı, yanındaki market ise faaliyetteydi. Bir hafta sonu gidelim dedik, yarım saatte otoparka giremedik. Herhalde ramazanda millet vakit geçiriyor diye geçirdik içimizden. Ne alaka! Ne kadar fastfood, restaurant varsa ağzına kadar dolu. İsveç köftesi mi ne satılıyormuş, beş-altı lira. Masalarda yer bulana madalya verdirecek bir görüntüydü...
Dahası var, ben kendimi mahalle baskısı altında hissettim. Sirkeci'de tramvay beklerken, bir bayanın sigara dumanını suratıma doğru üflemesi bunca yıldır hiç görmediğim bir durumdu. Burada düğümü çözecek olan ilke, inanan ve inancının gereğini yerine getirmek isteyen insanların özveride bulunması olmalıdır. Başkalarına baskı yapmak ya da oruç tutmayan insanlardan rahatsız olmak diye, oruçluya verilmiş bir hak duymadım bugüne kadar. Oruç bir sabır sınaması değil midir? İnanıyorsan, Allah sana bir irade vermiştir. İradeni onun dinini yaşamak yönünde kullanırsın. Bir başkası da iradesini 'yaşamamak' yönünde kullanıyor. Sen hangi hak ve yetkiyle müdahalede bulunabilirsin ki...
Tabi iş bu kadar basit değil. Yani Malezya taraftarı ya da Malezya karşıtı diye bir sınıflandırma yapacak olursak, birinin diğerini besleyen unsur olduğunu rahatlıkla görebiliriz. Burada dikkat edilecek çok önemli bir nokta da, 'hazır fırsatı bulmuşken' doğrudan dinimize saldıranlardır. Örneğin ben çok istedim, TTK Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu'nun bir süre önce sözünü ettiği listelerde adı geçen şahıslardan kaçı bugün 'rakı-şarap' laikçiliği yapıyor? Öyle ya, herkes biliyor ki kamu kaynakları ile yetiştirilip, büyütülüp önemli makamlara getirilen, köşe başlarına oturtulan bazı isimler bugün inanç karşıtlığı konusunda en sert tavrı takınanlardır. Bu bir psikolojik savaş ise kabul etmek gerekiyor ki, iki taraf da profesyonelce oynuyor. İpe sapa gelmez haberler, anneme, komşunun kızı demiş ki türünden tevatürlerle toplum maniple ediliyor. Tahriklere varan yayınlar yapılıyor.
Özetleyelim: Türkiye, Malezya olmaz. Ancak Misak-ı Milli sınırları içinde yaşayan insanların inançları, dilleri, örf ve adetleri ile bu denli oynanırsa bu millet bir daha iflah olmaz. Bize göre bu, Türk Milleti üzerinde oynanan en çetin ve en çetrefilli oyunlardan ne ilki ne de sonu olacaktır. Birilerinin çıkıp 'ırkçı, kafatasçı' yaftasını yapıştıracağını bile bile şunu açıkça söylüyorum: Bu tehlikeli oyunun tarafları arasında yer alan tiplerin etnik durumları derhal açıklığa kavuşturulmalıdır. Belki devletin güvenliği bunu bugün için imkansız kılıyordur, fakat birgün bunun gün ışığına çıkacağına bütün kalbimle inanıyorum. Türk, böylesine adice oyunları, planları tarihinin hiçbir döneminde haketmedi. Bu beyler menfaat kavgalarını başka alanlarda sürdürerek belki de hayatlarının tek onurlu işini yapacaklardır.
Türkiye ne zaman Malezya olur derseniz, cevap şudur: Yetimin, garibin hakkı demeden devlet malından nemalanan cemaat liderlerini aynı safta namaza dururken gördüğünüzde. Ki, bu mümkün değildir. Dışarıya verdikleri kol kola görüntüye aldanmayın, aralarında itikadi ayrılıklar öyle derindir ki, durum bir tersine dönsün birbirlerini boğazlamaktan geri durmazlar.