1944’de Türk milliyetçilerinin savunduğu fikirleri zindanlara atanlar 1990’larda bu fikirler gerçekleşince devletin en üst kademesinden “Hazırlıksız yakalandık” diyebilmişlerdir. İşte o davaların tortuları bugün de Türk milliyetçilerine karşı psikolojik bir harp uygulayanlara malzeme olmaya devam etmektedir.
Kitle iletişim araçlarını ele geçiren, kendi milletine yabancılaşmış, kiralık ve satılık kalemler, küresel güçlere karşı son kale olarak mücadele veren Türk milliyetçilerini hedef seçtiler.
Türk milletinin direnç merkezi Türk milliyetçilerine karşı son zamanlarda yoğun bir saldırı kampanyası başlatıldı. Bu kampanya Türk Ceza Kanunun 301. maddesinin kaldırılması istemiyle yoğunlaştı. Her fırsatı değerlendiren köşe yazarları ve kendilerine aydın sıfatını yakıştıranlar son olarak da İsmail Türüt’ü bahane ederek Türklüğe saldırı kampanyalarına hız verdiler.
Bu saldırı ve kampanyaların ne kadar tesirli olduğunu hepimiz 3 Mayıs 1944 Türkçülük- Turancılık davasında gördük. Bu davaların tesirleri sadece açıldığı dönemde kalmamış günümüze kadar intikal etmiştir. Sırf kamuoyunda Türk milliyetçileri aleyhinde oluşturulan bu kirli kampanyalar sebebiyle, insanlarımızda Türklükten kaçış psikolojisi başlamıştır. Birçok insan kendi soyunda sopunda başka soylar arama telaşına girmiştir. Bu psikolojiyle, basınımız, üniversitelerimiz, aydınlarımız Türk milliyetçiliği ve Türk Dünyası konusunda fikir üretmeye bile korkmuşlar ve bu konulara hep uzak durmuşlardır. 1944’de Türk milliyetçilerinin savunduğu fikirleri zindanlara atanlar 1990’larda bu fikirler gerçekleşince devletin en üst kademesinden “Hazırlıksız yakalandık” diyebilmişlerdir. İşte o davaların tortuları bugün de Türk milliyetçilerine karşı psikolojik bir harp uygulayanlara malzeme olmaya devam etmektedir.
Kitle iletişim araçlarını ele geçiren, kendi milletine yabancılaşmış, kiralık ve satılık kalemler, küresel güçlere karşı son kale olarak mücadele veren Türk milliyetçilerini hedef seçtiler. Bu saldırılara karşı koyabilecek derecede yaygın yayınlarımızın olmaması ise kamuoyunda bu saldırgan güçlerin haklı gösterilmelerine sebep olmaktadır. Yani toplumumuzda Türk milliyetçileri mezura ile kafatası ölçen, ırkçı kişilermiş gibi gösterilmektedir. Halbuki bu ırkçılığı yapanlar asıl bu yazıları yazanlardır. “Kim daha iyi Türk, gelin kafatasınızı ölçelim” başlığıyla ve Soner Yalçın imzasıyla yayınlanan yazı aslında kaale bile alınamayacak ölçüde yanlışlarla dolu… Ama gelin görün ki, Türkiye’de en çok satan gazetelerden birinde yayınlanınca ne kadar yanlış bilgilerle dolu da olsa bu yazılara temas etmek zorunda kalıyoruz. Çünkü yüz binlerce insan bu yazıları doğru zannediyor ve psikolojik harp başarıya ulaşmış oluyor.
Peki bu yazıyı kaleme alan Soner Yalçın, Türkiye’nin en ırkçı kitabını yayınlamamış mıydı? “Efendi” adını taşıyan kitabında Türk milletinin yetiştirdiği bütün önemli şahsiyetlerin kökenini bir yere bağlama gayreti içersine girmemiş miydi? Bu kitabı okuduğunuzda yüzlerce yanlış bilgiyle dolu olduğunu göreceksiniz. Ayrıca bu konuları bilmeyen bir kişi kitabı okuduğunda “ Ya Türk milletinden de adam çıkmıyormuş… Bütün önemli şahsiyetler başka ırklara mensupmuş… Yahudi ve sabatayistmiş” kanaatine kapılmaz mı? Öncelikle bu kitapla böyle bir psikoloji oluşturuldu. Ama demek ki yetmemiş ve hâlâ Türklükte ısrar eden aydınlar bu toplumda önemli bir bölümü oluşturuyor. O zaman gazete sütunlarında bu psikolojik harbe devam etmek lazım düşüncesi Soner Yalçın ve onun gibi düşünenlerde oluşmuştur. Soner Yalçın’a “Efendi” kitabını kimler, niçin yazdırmıştır? Bu uydurma belgeler nasıl ve kimler tarafından kendisine verilmiştir? İşte bu saldırıların temelinde bu soruların cevabı yatmaktadır. Bu cevapları bulduğunuzda saldırıların da amacını tamamen çözmüş olursunuz.
Hedef, Türk milletinin direnç noktalarını kırmaktır.
İşte o zaman gönüllü sömürgeleşmiş kafalar artık bu ülkede çok daha rahat at oynatabileceklerdir. Saldırı çok yönlü olmasına rağmen bir merkezden yönetilmektedir. Bütün radyolar, televizyonlar ve gazeteler bu saldırılarda kullanılmaktadır. Hedef Türk merkezli bakış açısıyla dünyaya bakmayı engellemektir. Hedef, dünyanın stratejik kaynakları üzerinde oturan milletimizin birbiriyle kuracakları sağlam bağları kesmektir. Türklük bilincini yok etmektir. Dünya Türklüğünün beyni olan Türkiye’de bu bilinç yok olursa Türk Dünyası dediğimiz büyük coğrafya tamamen küresel sermayenin ve sömürgeci devletlerin eline geçecektir.
Yani olay İsmail Türüt’ün yaptığı bir türkü veya Türkiye’deki bir kanun maddesi değildir. Amaç, 250 milyonluk, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine sahip bir milletin gücünü kırmak ve sömürgeleştirmektir.
Küresel gücün yazdığı oyunu, Türkiye’deki figüranları çok güzel oynamaktadırlar. Bu oyunları çözebilecek güç ise yine yalnız ve yalnız Türk milliyetçilerinde vardır.
Türk devletini kuran idare Türk milliyetçiliğidir. Bu milliyetçiliği en güzel şekliyle ifade edenler Atatürk’e direkt saldıramadıkları için fikirlerine saldırmaktadırlar. Hep söylüyorum, güçlü yayınlara sahip olmadığımız sürece bu tür saldırılara karşı mücadele etmekte güçleşmektedir.
Türk milletinin kurtuluş çaresi bu millete doğruları anlatabilecek kitle iletişim araçlarına sahip olmaktan geçer. Çağımızın silahı, basındır.
Türk basınının ise her geçen gün düşman kuvvetlerinin eline geçmesine seyirci kalınmaktadır.
Mücadeleye önce basın kuruluşlarının yabancılara satışını engellemekle başlamalıdır.
Sonra da Avrupa fonlarından para alarak kalem oynatan Karen Fogg çocuklarıyla devam etmelidir.
İletişim çağının en etkili silahları, televizyon, radyo, gazete, sinema ve internettir… Bu çok iyi bilinmelidir.