AKP’liler özellikle seçim döneminde ekonominin nasıl büyüdüğünü böbürlenerek anlattılar. Ekonomi büyüyor ama tüketiciler aldıkları banka kredilerini ödeyemiyor, zenginler yine vergilerini vermiyor, vergi sadece ücretlilerden toplanıyor. Memurlara da 6 ay için sadece yüzde 2 zam veriliyor. Büyüyen ekonomi demek ki böyle oluyor!
Özellikle seçim öncesinde Türkiye’de ekonominin rayına oturduğunu, büyüme rakamlarının ve milli gelirin arttığını sürekli dinledik. İktidar ve destekçi medyaya göre Türkiye’de her şey güllük gülistanlık gidiyordu. Ancak, gelişmeler bu söylenenleri doğrulamıyor.
Bunun bir örneği de son bir yılda ödenemeyen tüketici kredilerinin yüzde 135 artması oldu. Özellikle 3 yıldır rekorlar kıran konut kredisinde kredi artış oranı yüzde 30 oldu, buna rağmen ödenemeyen konut kredisi yüzde 335 arttı.
Bir başka deyişle mortgage olarak da bilinen ipotekli konut kredisindeki batık oranı bir yılda dörde katlandı. Merkez Bankası verilerine göre, bankaların verdiği konut kredisi miktarı yüzde 29.3 artarak 27 milyar YTL'ye tırmandı ancak batıklardaki artış yüzde 335 oldu. Veriler, geçen yıl sadece 26.7 milyon YTL olan ödenemeyen konut kredisi tutarının 4 kattan fazla artarak 116.3 milyon YTL'ye çıktığını gösteriyor.
10 ve 20 yıl gibi uzun vadelerle alınan kredilerin daha hemen başında batık hale gelmesi birkaç yıl içinde yeni bir krizin habercisi gibi görünüyor. Kira öder gibi ev sahibi olma umuduyla bankalara koşan vatandaşlar şimdi aldıkları kredileri nasıl ödeyeceklerinin hesabını yapıyor. Kimisi ise daha işin başından pes etmiş gözüküyor.
Vergiyi ücretliler ödedi
“Vergide adaletsizliği gidereceğiz, fakir fukarayı ezdirmeyeceğiz” iddiasıyla iktidara gelen AKP, ücretlilerin vergi yükünü daha da ağırlaştırdı.
Türkiye genelinde toplanan gelir vergisinin, yaklaşık yüzde 57’sini "ücretliler" ödüyor. 2007 yılının ilk 7 aylık rakamlarına göre tahsil edilen gelir vergisinin yüzde 57’si ücretlilerden, yüzde 15’i mevduat faizinden, yüzde 8’i de kâr payı ödemelerinden, tahsil edilmiş.
İş bununla da bitmiyor. Diğer kesimlerin aksine ücretlilerden yani maaşla çalışan bordro mahkûmlarından, vergi peşin olarak tahsil ediliyor. Vergi oranları, 2006 yılı başında; beyanname veren gelir vergisi mükelleflerinde 5 puan, kurumlar vergisi mükellefi olan şirketlerde 10 puan indirildi. Ücretlilerde ise 1 puan dahi indirilmedi. 2004 yılından itibaren ücretlilerin "özel indirimi"nin kaldırıldığını da hatırlatalım.
Bir diğer ayrıntı da, ücretliler, harcamalarının büyük kısmını gider gösteremiyor. Başka bir anlatımla, vergi matrahından indiremiyor. 2008 yılının başından itibaren vergi iadesinin kaldırıldığını da unutmayalım. Böyle olunca da ücretliler, "vergi rekortmeni" oluyor.
Güçleri garibanlara yetti
Maliye Bakanlığı, dar gelirli ücretlilerden vergisini peşin alıyor. Paraya para demeyen, servetlerine servet katanlardan ise vergileri bir türlü tahsil edemiyor. İşin garip tarafı, aflara ve vergi indirimlerine rağmen zenginler vergilerini ödememekte direniyor. Gariban bir vatandaşın 100 YTL’lik vergi borcu için kapısına haciz memurları gönderen Maliye, trilyonlarla oynayanların vergi borçlarını tahsil etmek için ne hikmetse fazla bir çaba göstermiyor.
Maliye Bakanlığı Gelir İdaresi Başkanlığı, 30 Haziran 2007 itibarıyla Maliye’ye 750 bin YTL’nin (750 milyar lira) üzerinde birikmiş borcu bulunan vergi yüzsüzlerini açıkladı. Vergi yüzsüzleri arasında kimler yok ki…
Yüzsüzlerin bulunduğu liste çok uzun… Ancak listede en dikkat çeken taraf ise Maliye ile uzlaşmaya gitmelerine rağmen vergi borçlarını ödenmeyenlerin bulunduğu grup oldu. Vergi borcunu taksitlendirmesine rağmen, ödemeyenlerden oluşan 266 kuruluşun bulunduğu listede ilk sırayı gecikme faizi ile birlikte toplam 272 milyon 678 bin YTL (272 trilyon 678 milyon lira) borcu olan Petrol Ofisi aldı. Hatırlanacağı üzere, Aydın Doğan’ın büyük hissedarı olduğu Petrol Ofisi’nin, 1 milyar YTL’yi (1 katrilyon lirayı) aşkın vergi kaybı yarattığı belirlenmiş ve uzlaşma ile borcu 272 milyon YTL’ye (272 trilyon liraya) indirilmişti.
Petrol Ofisi’ni, 157 milyon 777 bin YTL ile ADK Faktoring, 121 milyon 13 bin YTL ile Oyak Bank izledi. Yapı Kredi 25 milyon 246 bin YTL ile 10, Türk Tuborg 20 milyon 723 bin YTL ile 12, Mercedes-Benz Türk 8.8 milyon YTL ile 22, Finansbank 8.6 milyon YTL ile 24, Garanti Bankası 7.5 milyon YTL ile 25, Vestel 6.6 milyon YTL ile 29’uncu sıradan listeye girdi. Fortisbank’ın da 5.6 milyon YTL vergi borcu bulunuyor.
Güya toplu sözleşme (!)
Bilindiği gibi memurların sendika kurma hakkı var ama grev hakkı yok. Güya hükümetle toplu sözleşme masasına oturuyorlar. Güya diyorum, çünkü hiçbir isteklerini kabul ettirme şansları yok. Sanki gazetecilere fotoğraf çektirmek için oturuyorlar gibi…
Memur sendikaları hükümete taleplerini iletiyor. Hükümet haliyle bu talepleri kabul etmiyor. Güya uzlaşma kuruluna gidiyor. Uzlaşma kurulundan çıkacak karar da hükümeti bağlamıyor. Sonuçta Bakanlar Kurulu yine memurlara verilecek zammı kafasına göre belirliyor. Biz de buna toplu sözleşme diyoruz. Bunun için memurlar, güya hükümetle toplu sözleşme masasına oturuyorlar diyorum.
Bunlar bugüne kadar yapılan uygulamalar. Ama asıl ilginç olan o değil. Vatan gazetesinden Necati Doğru yazdı. Aynen aktarıyorum:
“Hükümet Sözcüsü Bakan memura; gelecek yıl için yüzde “2 artı 2 zam” yapma, “taban aylığını 15 artı 15 YTL” artırma, “20 artı 20 YTL ek ödeme yapma” ve en düşük memur maaşını (744 YTL) Ocak 2008’de 792 YTL, Temmuz 2008’de ise 841 YTL olarak verebileceğini, bir kuruş üstüne çıkmayacaklarını bildirdi, toplantı dağıldı. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Başkanı İsmail Hakkı Tombul, memur maaşları için yapılan söz konusu teklifin; “günlük 1.7 YTL’ye” karşılık geldiğini açıladı.
Üç simit parası!
Öyle bir büyüme ki, Başbakan’ın oğlu gemi alıyor, armatör olabiliyor; memur ise “3 simit parası maaş artışına” zorlanıyor.
Memur ne yapabilir?
Fazla ileriye gidemez.
Çok işsiz var.
Memuru atarlar.
İşsizi memur yaparlar.
Ve bize dönüp; “Türkiye demokratik sosyal bir devlettir, büyümeden fertler eşit paylar alacaktır” diye nutuk atarlar.”
Çocuğunu da al git…
“Sağlık ocakları ücretsiz, artık herkes istediği hastaneye gidebilecek” deniliyor ama gerçek hiç de öyle değil. Borcunu ödeyemeyenler hala hastanelerde rehin tutuluyor, parası olmayanlar tedavi edilmeden kapının önüne konuluyor. Bunun son örneği de geçtiğimiz günlerde Manisa’nın Saruhanlı ilçesinde yaşandı.
Evde rahatsızlanan 9 yaşındaki oğlu Eyüpcan Bedir'i menenjit şüphesiyle Saruhanlı Devlet Hastanesi’ne götüren Selma Bedir, hastanede çocuğuna serum takıldıktan sonra ilgilenilmediğini öne sürdü. Bedir, hastanede oğlunun koluna yalnızca serum taktıklarını ve “Paran yoksa oğlunu tedavi edemeyiz. Manisa'da bir hastaneye gidin. Çocuğunu al git. Parasız bu iş olmuyor” denildiğini iddia etti.
Bunun üzerine Saruhanlı ilçe merkezinde tanıdık birilerini aradıklarını, ancak bu sırada bir polis memurunun oğlunun kolundaki serumu gördükten sonra kendilerine yardım ettiğini anlatan anne Selma Bedir, “Polis memuru bizi tekrar hastaneye getirdi. Hastaneye geldiğimizde oğlumun kolunu kanlar içinde gören hastane görevlileri bu kez de bana kızdılar” dedi.
Çocuğunun hastanede tedavi edilmediğini öğrenerek hastaneye gelen ve sinir krizi geçiren baba Bülent Bedir ise “Paramız yoksa ölüme mi, terk edileceğiz” dedi.
Olayın basına yansıması üzerine hastane yetkilileri iddiaları yalanladı. Olayın duyulmasından sonra bir hayırsever, 9 yaşındaki talihsiz Eyüpcan’ı tedavisinin yapılabilmesi için Manisa’ya götürdü.
Hastane otoparkında konaklıyor
Hastanelerdeki dram bununla da bitmiyor. Başka bir dramatik haber de Adana’dan geldi. Adana Balcalı Hastanesi'nde omurilik kanseri tedavisi gören 8 yaşındaki Feyzullah Türk, babası ile hastanenin inşaat halindeki otoparkında konaklıyor.
Şanlıurfalı şoförlük yaparak geçimini sağlayan Müslüm Türk, oğlu Feyzullah Türk’ün aniden rahatsızlanması üzerine hastaneye götürdü. Oğluna omurilik kanseri teşhisi konulan Türk, oğlunu tedavi edebilmek için Adana’nın yolunu tuttu. Kullandığı arabayı başkasına devrederek 8 ay önce Adana'da Feyzullah'ın tedavisini başlatan baba Müslüm Türk, sigortalı olduğu için tedavi masraflarından kurtuldu, ancak işsiz kaldığı için gidiş-geliş ve diğer masrafları karşılayamaz oldu. Çaresiz kalan talihsiz baba, hastanenin inşaat halindeki otoparkını kendine adeta ikinci ev yaptı.
Hasta oğlunu sandalyelerin üzerine yerleştirdiği tahta yatak üzerinde yatıran baba Türk, “Adana, ikinci memleketimiz oldu. Özellikle kış ayları daha çileli geçti, şu an en azından soğuk yok. Çaresizim, zor günler geçiriyoruz ama evladımın sağlığına kavuşması için her fedakârlığa hazırım” dedi.