Kimim sözü doğru kimin özü, her şey arapsaçına döndü. Arap’ın saçı çok mu karmaşık, yoksa çok kirli de açılmıyor mu? Neyse bu Arap’ın meselesi. Gelelim ülkemizin içinde bulunduğu arapsaçına. Acaba insanlar arası ilişkiler çok mu karışık, yoksa ilişkilerin içindeki özdecilik mi sahte? Yoksa insanların içi hakikaten çok mu kirlenmiş? Bir gün rezil bir gün vezir edilmek çok kolay. Sözde değil özde iyi olmak lazım dendi. Herkeste bir şakşak.
Bu söz söylendiyse muhatabını bulmuştur ya da muhataplarını. Bu sözün üzerine insanların ciğerinin içine girip sözdecilik ya da özdecilik olup olmadığını araştıracak halleri yok herhalde. Sonra bir yaygara o ona bakmadı o onu takmadı, o onu yan gözle süzdü, ötekinin yüzü duvar gibi düzdü. Bir söz vardır ‘bir söz insana bir kez söylenir’, daha da ağır olanı ‘adam olan laftan anlar’ der atalarımız. Hala anlamıyorsa yapacak pek bir şey yok. Ta ki bıçak kemiğe dayanana kadar. Sonra can yanınca, can nasıl yakılır herkes görür.
Bir insanın yapacakları eyleme dönüşene kadar yapmadığı bir şeyin cezasını nasıl verebiliriz ki! Bir insan ben iyiyim diyorsa aksini yapana kadar kötü olduğunu anlayamayız, kimse de anlayamaz. Öz, sözün icraata geçmesiyle anlam kazanır. Söz, öze karşı ayrımcılık yaparsa, ya da söz öze tezat düşerse Karamanın koyunu sonra çıkar oyunu.
Sonra da zor oyunu bozar. Öyle bir hal aldı ki insanların durumu, kim özcü kim sözcü ayırt edilemiyor artık. Söz denen mevhum o kadar laçkalaştı ki, özle bağlantısının bittiğini çok açık görebiliyoruz. Artık insanın sözüne güven kalmadığı her geçen gün açığa çıkmaya başladı. Söz menfaatin başladığı yerde bitiyor. Söz günlük değiştirilen bir çoraptan farksız oldu. Örneğin vatansever olmak duygusu. Bir insan ne kadar ‘ben vatanseverim’ derse desin. Ben o söze değil kişinin yaptıkları ile ölçerim vatanseverliği, özünde varsa sözün sahibi olunur.
İnsanları en kolay kandırmanın yolu duymak istediklerini söylemekle olur, söylenenleri yapmakla değil. Verilen sözlerin takibinde olmak da bizim insanımızın işi değil. Dilin kemiği yok, dil her şeyi söyler. Dil torba değil ki büzesin.
İzmir’de Yahudi bir misyoner açıkça insanları din değiştirmeye çağırıyor ve Yahudiliği anlatırken hakkında şikâyet geliyor. İzmir kadısı muhafazakâr insanların şikâyetini değerlendirip Yahudi’nin hem mekânını kapatıyor hem de şehirden kovulması için emir veriyor. Yahudi zihniyetli bizden bir zat akıl veriyor Yahudi’ye. Bak sana ne yapacağını söyleyeyim. İstanbul’a git, orada tüm ileri gelenlerin önünde Müslüman olduğunu ilan et, herkes sana inanacaktır. O zaman faaliyetlerini çok rahat yürütürsün. Yahudi söylenenleri yapıyor ve hiçbir zorlukla karşılaşmıyor. Bununla da kalmıyor birçok konuda önemli mevkilerdeki insanlardan çok büyük yardımlar ve destekler görüyor. Hem de eskisinden daha kolay yürütüyor misyonerlik faaliyetlerini.
Günümüze dönelim.
‘Ben Türk milletinin her konuda çıkarlarını düşüneceğim, onların menfaati her şeyin üstündedir’ diyen bir siyasetçinin bu sözü ne kadar doğru ne kadar samimi nasıl çözeriz? Ya da bu söze inanmıyorum diye nasıl söyleriz? Bekleyip görmekten başka şansımız var mı?
Söz sadece dilde harflerin birleşmesiyle ortaya çıkan cümleler topluluğudur. Asla beyin ve yüreğin sesi değildir.
Sözün değeri ve kıymeti eskidenmiş. Sözün değeri öze hükmettiği zamandaymış. Türk insanın kültürüne, ahlakına, örfüne, âdetine, ananelerine inandığı zaman geçerliymiş. O dediğiniz değerler kendini kaybettiğinden, sözlerin de ömrü doldu, öldü artık. Hepimizin başı sağ olsun!