“Ülkenin kaderine sahip çıkmak” iddialı bir sözdür. Bunu, ülkeyi iyi yönetmek, dürüst yönetmek anlamında söylüyorlarsa, böyle bir amaçla yola çıkanları kutlamak gerekir. Ancak bu işi gerçekleştirebilmek için “muktedir olma” ön şartı vardır. İşte o zaman iktidarın nasıl ve nereden kaynaklandığı meselesi karşımıza çıkar. Çoğu zaman biz “iktidar” kelimesini yönetme hakkını ve yetkisini elinde tutan zümre için kullanmışızdır.
Böylece, bir kavram bir siyasî grubun adı haline gelmiştir. Hükümeti meydana getiren siyasî partiye (veya partilere) iktidar denilegelmiştir. Bir de bunların karşısında olan yani muhalif olarak parlamentoda grup kuranlar vardır. Bu muhalif partilerin en kalabalık olanına da nedense “ana muhalefet” denir. Onun görevi de daima ve daima her yapılana karşı çıkmaktır. Biz bu işi oldum olası böyle gördük, böyle öğrendik. Bir program, bir nazariye ortaya koymak şöyle dursun, bir değişik tez ile ortaya çıkıldığı görülmemiştir.
Ülkemizde hemen hemen hep aynı parti ana muhalefet rolünü oynamıştır. Katıldığı ve hatta başbakanlığını yaptığı bir kaç koalisyonun dışında genellikle bu rolü çok benimsemiştir. Hiçbir rizikosu olmayan, üstelik laf ebeliğine müsait, keyif verici bir iş… Bizim şanssızlığımız vurdumduymaz, teslimiyetçi bir iktidar kadar böyle sorumsuz bir muhalefetimizin olmasıdır. Adamların hiçbir ciddi meselesi olmamıştır.
Borsanın yüzde elliden fazlası kontrolden çıkmış, bu borsa yabancı paranın nemalanma yeri olmuş, dersiniz. İşi bu hale getiren iktidardan değil, bir muhalefet mensubundan savunma gelir. “Efendim, sen dış ülkelerde hisse senedi alamıyor musun?” gibilerden… Bre gafil, menkul değerler borsasını yabancıların kontrolüne vermiş bir tek batılı devlet var mı? Olabilir mi?
Aynı adamların “ipotekli gayrimenkul” piyasasındaki belirsizlikler karısında hiçbir duyarlılığı görülmemiştir. Bu konudaki bilinçsiz taleplerin, yarın nasıl bir maliyet artışıyla vatandaşı şaşkına çevireceği ve de yine bu gidişin spekülatörlere yarayacağı umurlarında değildir. Benzer konularda bankaların nasıl da tüketimi teşvik eden krediler sağladığı onlar için önemli değildir. Yabancıların kontrolüne geçmiş bankaların sınai yatırımlardan özellikle uzak durdukları onların dikkatini çekmez.
Yine aynı adamlar Siyonist kuruluşların sözde Ermeni soykırımı meselesinde aldıkları çirkin tavra karşı hiçbir tepki göstermezler. Bu çıkışın iktidarı zor duruma düşürebileceği umuduyla “hastalıklı” bir zevk bile duyarlar. Haydi diyelim ki hepimizi sıkıntıya sokan bu tertipler onları ilgilendirmiyor, ama devletimizin zorunlu tepkisinin o çürütmeye çalıştıkları siyasî rakiplerine puan getireceğini de mi akıl edemezler?
Sürekli bir şekilde çelişkiler içinde bunalan ancak kendilerine “aydın” diyen bu kişiler halkçılıktan, ulusal egemenlikten söz ederken bir yandan da ABD hayranlığı ile mest olurlar ve onların en hararetli savunuculuğunu yaparlar. İktisadî ve siyasî tutumuyla ecnebilerin güdümünde olduğunu gizlemeyen iktidardan daha fazla o yabancı odaklarla maddî ve manevî ilişkileri vardır.
Gerçekten acıklıdır. Gözümüzden kaçırılan asıl meseleler bunlardır. Millet onun için bu kişilerin eylemlerine ve beyanlarına itibar etmez.
Onun için gerçekte ufuk ötesini göremeyen bir iktidar partisi seçim kazanmış değil, başkalarını çağın gerisinde olmakla suçlayan ve asıl kendisi çağın gerisinde kalmış olan bir “ana muhalefet” partisi seçim kaybetmiş daha da acıklısı millete zaman kaybettirmiştir.
İşte bu yüzden sayı çoğunluğuna rağmen ana muhalefet olmaktan çıkmış, hiç layık olamadığı bu mevkii, milletvekili sayısı daha az olan bir başka partiye bırakmıştır.
Bugün parlamentoda üçüncü sırada görünen bir siyasî parti gerçek manada bir muhalefete soyunmuş görünmektedir. Onların “bunalımdan medet uman bir siyasî kurum” diye nitelendirdikleri kalabalık muhalefeti kenara itme eyleminin ilk işareti bu doğru teşhisi koyabilmiş olmalarıdır. Evet, bunalımları etkisizleştirerek çok daha ağırbaşlı bir muhalefet yapılabileceğinin sinyallerini almaktayız. Şekil üzerinde değil prensipler doğrultusunda yapılacak çalışmalar, ileride milletin kaderine sahip çıkma imkân ve hakkını doğurabilecektir. İşte gerçek iktidar o zaman görünecektir. Hatta mecliste tek başına çoğunluğu sağlayamasa bile… Çünkü ciddiyet ve basiret çok önemli bir dayanaktır.
Umuyoruz ki bundan böyle Batı hayranlığının medeniyet arayışıyla hele insanlık ideali ile uzak yakın bir ilgisi bulunmadığını görüp anlayanların sayısı artacaktır. Çünkü kısır çekişmelerin kimseye bir fayda sağlamadığı artık açık bir şekilde görülmektedir.
Yine umuyoruz ki artık aydınlarımız sömürge halkı psikolojisinden sıyrılıp tarihte yerin i bulmuş bir medeniyetin çocukları olduklarını ve daha da önemlisi sağlam bir kültür köküne sahip olduklarını idrak edeceklerdir.
Zaman gelip geçiyor. Bu silkinişi ve bu feyzi görmek istiyoruz artık.