Isfahan’da son olarak Cuma camisine gidiyoruz. Bu Selçuklu eseridir ve İran’daki en büyük camidir. Dünyanın en büyük camilerinden biridir. 21 bin metre kare alana sahiptir. İki özelliğinden biri en büyük cami olması, diğeri ise her gelen şahın camiye bir minare ve ilave yaptırmasıdır. Önce kerpiçten yapılan bina daha sonra değişimlere uğramış.
En büyük değişimi Selçuklu sultanı Melikşah zamanında yaşamış. Tüm iç düzeninde değişimler olmuş. Nizamülmülk, Ömer Hayyam ve Hasan Sabbah çocukluk arkadaşıdırlar ve çocuklukları bu bölgede geçmiştir. Bu camide alçı yaptıkları söylenir.
Öğleden sonra Isfahan’da Dünyanın Görüntüsü meydanının etrafındaki el sanatları ile ilgili dükkânları geziyoruz. İnsanlar hem elişi yapıyorlar ve hem de satıyorlar. Bakırdan gümüşe, ondan ahşap oymacılığa kadar her şey var. Özbekistan’daki gibi. Onlar kadar kaliteli olmasa da çok güzel. Binlerce kişi bu işten ekmek yiyor. Muayenehane için bazı parçalar alıyorum. Ülkemizde bu iş neredeyse tükenme noktasına geldi. Nerde o güzelim Anadolu yorgancıları? Hepsi bir bir kapandı gitti. Oysaki İsfahan’ın en kalabalık caddesinde yorgancıları görüp şaşırıyorsunuz. El sanatlarımızı hep birlikte katlettik. Bunda gelmiş geçmiş Cumhuriyet hükümetlerinin de çok büyük günahı var ancak onun kadar halkın da var. Armut piş ağzıma düş yok. Meselelerimize halk olarak sahip çıkmazsak olacağı budur. Ülkemizde doğru dürüst bir el sanatları çarşısı bile yok.
Bizi yönetenlere ve halkımıza ithaf olunur. Ey Belediye Başkanları, Bakanlar, Milletvekilleri, ey hali vakti iyi yani parası olan insanlar. Hep batıya gideceğinize biraz da yönünüzü doğuya, kuzeye ve güneye çevirin de buralardaki sanatı, insanlığı, Türk Milletine hürmeti görün. Tüm gençlerimizi üniversite kapılarında ya da kahvehanelerde ve internet kahvelerinde bekletmeyin. Sanata ve kısa yoldan hayata atılmalarını sağlayın. Tüm gençlerimiz okuyacak diye bir kural yok. Bırakalım artık bu batı hayranlığını ve kuklalığını. Gerçek yerimizi bulalım. Artık futbol sahasında Türk Milleti olarak gerçek yerimizde oynayalım. Arka sahada oynamaya talip olmayalım. Bizim yerimiz her zaman ileri kısım olmalı.
Daha sonra meşhur İsfahan halılarını görüyoruz. Hayran olmamak elde değil. Bazı arkadaşlarımız birer halı alıyorlar. Eğer yolunuz İsfahan’a düşerse mutlaka Abbasi otelini görün ve kemerli köprünün altında Kjaho nehrinin suları etrafınızda akarken çay için ve meyve nargilesi çekin. Dünyanın Görüntüsü meydanını ve Şah Abbas’ın sarayını görün. Büyük Selçuklu döneminden kalan Cuma camisini ziyaret edin. İsfahan’ın pazarlarını gezin ve meşhur halılarını seyredin.
Zorlu bir kara yolculuğundan sonra sabah vakitlerinde Tahran’a geldik. Bir süre dinlendikten sonra geziye başladık. Tahran 12 milyon nüfusu ile tam bir metropol kent. Etrafı dağlarla çevrili. Yazın sıcak kışın ise soğuk bir iklime sahip. Tahran’da hafta tatili Perşembe ve Cuma günleri yapılıyor. Diğer illerde ise sadece Cuma günü tatil var. Tahran oldukça yeşil bir kent. Tüm caddeler sağlı sollu çınar ağaçları ile döşeli ve kenarlardan sular akıyor. Bu tip cadde düzenini Türkmenistan’ın başkenti Aşgabad’ta da görmüştük.
Şimdi Saadabad sarayına gidiyoruz. Velieasr caddesinde ilerliyoruz. Tahran’ın en güzel ve lüks mağazalarının olduğu caddelerinden birisi bu cadde. Caddede sol tarafımızda çok güzel bir yetimhane görüyorum. Hayret içinde kalıyorum. Yetimhane en güzel caddeye yapılmış. Burada yetimlere verilen önem karşısında gözlerim yaşardı. Sırasıyla Mühendislik Fakültesi, Sanat Okulu, İran’ın en büyük kalp merkezi, Millet parkı ve hayvanat bahçesi, geleneksel Pazar, TV binası ve camisi, spor ve kültür kompleksi, Arkeoloji Enstitüsü, Zaman Müzesi, Devlet Üniversitesi ve Kültür evi sağlı sollu sıralanmışlar.
Nihayet Saadabad sarayındayız. Bu saray da Şah Abbas tarafından yaptırılmış ve şahın babası tarafından düzeltilmiş. Saadabad sarayı Tahran’ın dağa doğru yüksek kısmına büyük bir çınar ormanının içine yerleştirilmiş küçük bir saray. Önünde devrimden sonra ayakları kırılan Şahın heykellerinden birinin alt yarımı yerleştirilmiş. Saray küçük olmasına karşın ihtişamlı bir şekilde dizayn edilmiş. Sarayı gezerken insanın aklına gururlanma padişahım senden büyük Allah var ibaresi geliyor. Sarayın bahçesi içinde İran’ın en ünlü minyatür ressamı Behzad’ın müzesi var. Sarayın bahçe giriş kapısının karşısındaki modern resim müzesi de görülmeye değer bir yer.
Tahran’ın her tarafı çınar ağaçları ile adeta döşenmiş. Çınar imparatorluk ağacıdır. Yani büyük düşünce ürünüdür. Küçük düşünen devlet adamları ise ancak kavak dikerler. Çünkü onların ufukları dardır. Aynen İstanbul’da olduğu gibi. Belediye yetkilileri 3-4 yıldır akılsız, dar beyinli, küçük çaplı yetkililerin yıllar önce diktikleri kavakları kesmekle uğraşıyorlar. Çünkü kavak ağacı alerjiye neden olan aşırı polen yüküne sahiptir. Dayanıksız ve pek gölge yapmayan, dar yapraklı bir ağaçtır. Osmanlı şehir merkezlerini hep çınar ile doldurmuştur. Hatta bugün bile Osmanlıdan doğan devletleri gezerken bu çınarları görüyoruz. Maalesef Osmanlıya karşı çıkan zihniyet ülkemizde nerede ise çınar ağacının da kökünü kurutmuştur.
Tahran gezimize Arkeoloji Müzesi ile devam ediyoruz. Müze 80 yıl kadar önce Şah tarafından restore edilmiş. İki kısımdan oluşuyor. İslam öncesi dönem ve İslam sonrası dönem. Müzede görevli Tebrizli Türk kardeşlerimizle karşılaştık. Gurubumuz Türkçe konuştuğu için bizi fark ettiler ve İstanbul’dan mı diye sordular. Evet dedik ve onlar ile güzel bir sohbete koyulduk. Bize müzedeki Osmanlıca ve Türkçe yazılı eserleri gösterdiler. Müzeyle ilgili kitapçıklar verdiler. Çok güzel Türkçe konuştuklarını bunu nerede öğrendiklerini sordum. Anne babalarından öğrendiklerini söylediler. İran’da okullarda Türkçe eğitim yok. Burada bir sitemimi İranlı yetkililere iletmek istiyorum. İran’ın yüzde 35’i Türk. Buna rağmen hala Türkçe eğitim yasak. Sadece Varlık diye bir Türkçe dergi var. Bu durum ne insanlığa ne de Müslümanlığa sığar. Sizde Farsça ve Türkçe resmi dil olmalıdır.
Nihayet gezimizin sonu yaklaşıyor. Şimdi de Tahran’ın nostaljik İstiklal caddesindeyiz. Adı İstiklal değil ancak ben ona bizdeki İstiklal caddesine benzettiğim için öyle dedim. Oldukça kalabalık bir cadde, iğne atsan yere düşmez misali. Özellikle gençler yoğunlukta. Caddenin her iki tarafından şırıl şırıl sular akıyor. Suyun akıntısı ayrı bir rahatlık veriyor insana. Çingeneler çalgı çalıyor ve para topluyorlar. Sinema afişleri duvarları süslüyor. Dolaşmadan yorulduk ve bir kahvehaneye girdik. Şefket Eygi, Ali Abken, Sefa Saygılı, ben ve hanımım sohbet ederek çay içtik. Bir Türk kahvesi idi. Kahvehanenin giriş kapısının üstündeki bir ibare beni çok etkiledi. Orada bu kahvehanede İslam-i kurallara riayet ediniz diye yazıyordu.
Son akşam ise Tahran’ın en eski ve nostaljik lokantalarından birine yemek yemeye ve İran müziği dinlemeye gittik. Yemekler milli yemekleri idi. O gece orada bir de yaş günü kutlamasına rastladık. Yemeklerimizi yerken gayet güzel müziğimizi de dinledik. Bu arada müzisyenler İstanbul’dan geldiğimizi öğrenince dağlar kızı reyhan gibi bizim şarkıları çalmaya başladılar. Tabii ki biz de bahşişi yüksek tuttuk. Gece 24’e kadar eğlence devam etti. Daha sonra otelimize döndük.
İran gezisi her yönü ile güzel bir gezi oldu. İnşallah İran’ın diğer bölgelerini de görmek nasip olur. İmkânı olan herkese İran’ı görmeyi tavsiye ediyorum. Batıcı basının yönlendirmelerine kapılmadan bağımsız bir gözle bakmak lazım. Bu ülke bizim sınır komşumuz, Müslüman ve yüzde 35’i u Türk. Kendinizi ülkemizin Doğu Anadolu bölgesinde gibi hissediyorsunuz. İran’ın her bölgesinde Türkçe konuşarak gezebiliyorsunuz ve zengin bir Türk kültür mirası sizi bekliyor.