Biz vatan, millet aşkıyla Türkiye bölünmesin, bayrak inmesin diye hiçbir şekilde makam ve mevki düşünmeden yüce Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde belirtilen tavsiye ve tehlikelere karşı uyanık davranmaya çalışırken bir de baktık ki etrafımızda ulaşılmaz, vazgeçilmez, kendisini hayranlıkla seyreden insanlara tepeden bakan insanlar doluvermiş. Ama ben bu insanların benzerlerini Karacaahmet Mezarlığı’ndan geçerken çok gördüm.
Ben Rize’nin Çayeli ilçesinde 40 nüfuslu bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Geçimini yaylacılıktan sağlayan bir Türkmen ailesinin çocuğuyum.
İlk, orta ve lise tahsilimi Rize’de tamamladım.1967 yılında İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. 1971 yılında mezun oldum ve askerliğimi tamamladıktan sonra İstanbul’da serbest avukatlığa başladım. İstanbul’da 34 seneden beri serbest avukatlık yapmaktayım.
Teröristbaşının yargılandığı davada 3500 müdahil şehit yakınının avukatlığını üstlendim. Bu davayı İmralı’da devamlı takip eden yedi avukattan birisiyim. İmralı’daki, Ankara 2 Nolu Devlet Güvenlik Mahkemesi teröristbaşına idam cezası vermiş ve bu karar Yargıtayca da onanmış ancak Avrupa Birliğine girme gayreti içerisinde olan üçlü koalisyonun liderleri Anayasaya aykırı olarak bir protokol hazırlayarak teröristbaşının dosyasını Başbakanlığın tarihi ve küflü arşivine kaldırmışlardır. Dava, Türkiye’deki kanun yolları tamamlandığı için teröristbaşının avukatları tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşınmıştır. Bu mahkemede yine şehit ailelerinin avukatı olarak Türkiye’den Stazburg’a giden tek Türk avukatıyım. Bu davayı “İmralı’dan Strazburg’a Belgelerle Öcalan Davası” olarak kitap haline getirdim.
1980 darbesi ile Türkiye’de Türk Milliyetçilerinin işkencelerden sonra yargılanmasına başlandığı Ankara Mamak’taki Devlet Güvenlik Mahkemesi’nde MHP davasını aralıksız olarak haftada iki gün duruşmaya gidip takip eden avukatlardan birisiyim.
Rahmetli Başbuğumuzun ceza ve hukuk davalarını takip eden avukatıyım.
İstanbul’da Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde ülkücü kardeşlerimizin davalarını takip etme şerefi de bana ve değerli birkaç arkadaşıma aittir.
MHP’nin programını hazırlamak üzere Uludağ Yazıcı otelde 110 akademisyen Başbuğumuzun talimatı ile toplanmış, konularına göre dokuz komisyon kurulmuş ve bu komisyonlardan hukuk komisyonunda değerli profesör hocalarımla birlikte Başbuğum beni de görevlendirmiş ve programdaki hukuk bölümünü hazırlayıp Başbuğumuza arzetmiştik.
Ben liseyi bitirene kadar çobanlık yaptım ama çoban Sülü gibi meşhur olamadım.
Bana bu dünyada geçerliliği olmayan çok önemli gerçekleri öğrettiler.
Dini kültürümü verirken Atatürk olmasaydı, memleketimizi düşman işgalinden kurtarmasaydı sana şimdi dinini öğretemezdik diye de Atatürk sevgisi aşıladılar.
Bana;
_ Kul hakkı yeme teraziye, ölçüye hile katma dediler.
_”Komşusu aç iken tok yatan benden değildir” hadisini devamlı hatırlattılar.
_Büyüklere saygıyı, küçüklere sevgiyi öğrettiler.
_ Türklüğümü, Türk Milletinin dünya milletlerine adaleti öğrettiğini bana hatırlattılar.
_ Yunus’u, Mevlana’yı, Ertuğrul Gazi’yi, Şeyh Edip Ali’yi, Osman Gazi’yle, Fatih Sultan Mehmet Han’ı, Akşemsettin’i, Evliya Çelebi, İbni Sina’yı, Piri Reis’i ve Atatürk’ü öğrettiler.
Onun için İstanbul Hukuk Fakültesi’ne başladığımda ben zaten ülkücü olmuştum. 1967 yılında ülkü ocaklarına kaydoldum. Rahmetli Başbuğumuzun seminerlerine katıldım. 1972 yılında stajyer avukatlığım döneminde MHP İl Yönetimi’ne girdim. Daha sonra Genel Merkez Disiplin Kurulu üyeliği yaptım.
1980 darbesiyle siyasi partiler kapatıldı. Kurulan yeni partilerin hiçbirine girmedim. MHP yeniden siyasi hayata geçince Başbuğumuzun emriyle Genel İdare Kurulu üyesi oldum. Onun ölümü sonrası da bir müddet siyasetten uzak kaldım.
Biz vatan, millet aşkıyla Türkiye bölünmesin, bayrak inmesin diye hiçbir şekilde makam ve mevki düşünmeden yüce Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’nde belirtilen tavsiye ve tehlikelere karşı uyanık davranmaya çalışırken bir de baktık ki etrafımızda ulaşılmaz, vazgeçilmez, kendisini hayranlıkla seyreden insanlara tepeden bakan insanlar doluvermiş.
Ama ben bu insanların benzerlerini Karacaahmet Mezarlığı’ndan geçerken çok gördüm.
Dünyada insanlar vardır; bir sözleriyle meşhur olurlar, hiç unutulmazlar. İnsanlar vardır; çok çalışırlar, çok şey üretirler ancak adlarını, sanlarını kimse bilemez.
_Napolyon “para, para, para” demiş. Ekonominin sırrını çözmüş ve bu söz Napolyon’u unutulmaz yapmıştır.
_Maceracı ve çılgın Neron Roma’yı ve tarihi yakmış. İnsanlığı mahvetmiş, oturmuş zevkle seyretmiş. Neron da unutulmazlar arasına bu eylemle girmiş.
_Sezar’ın oğlu Brütüs, babasına ne kötülük yapmışsa Sezar “Sen de mi Brütüs?” demiş.
_Birileri nutuk atmış “kalk ey ehli vatan” diye, bizde inanmış kalkmışız, yerimize oturmuşlar.
Son zamanlarda medyada bazı sözler duyuyoruz. Ali Dibo, Hortumcu, Komisyoncu, pastadan pay alma, 1211 sayılı kanuna tabi olma, bal tutan parmağını yalar.
Bu kelimeleri duyunca manalarını bilmediğimden okuyup geçiyordum. Sonra merak sardı, bunların manalarını öğrenmeye çalıştım. Meğer neler varmış neler…
Ali Dibo ihalecilerle ilgili bir terim, çok iyi numara yaparak ihaleleri akrabalara, dostlara aktarmak, ondan da yüzde 15 pay almakmış.
Hortumcuyu ben tarlayı sulayan bir kişi, hortumu da onun için kullanılan bir alet olarak biliyordum. Meğer bankaların içini boşaltan, çok kutsal bir aleti kullanan kişiye hortumcu denirmiş.
Komisyoncu; hiç işi gücü olmayan, devlet yöneticileriyle arası iyi olan; aldığı yüzdelerin paylaşımını iyi bilen muhterem kişilermiş.
Pastadan pay almayı da düğünlerdeki pasta kesilirken pay alma olarak biliyordum. Meğer devletin malları satılırken elde edilen paradan payına düşeni alan uyanıklar için kullanılan bir deyimmiş.
1211 sayılı kanuna tabi olmayı da hukukçu olduğum halde bilmiyordum. Bir bürokrat hukukî bir işime bakarken, “siz 1211 sayılı kanuna tabisiniz” dedi. Anlamadım çünkü benim işimin böyle bir kanunla ilgisi yoktu. “Ne diyorsun?” diye sordum. Bürokrat “Çok safsın, çıkar cebinden bir kâğıt para hangi kanuna göre çıkarılmış bir bak” dedi. Hakikaten baktım 1211 sayılı kanuna göre çıkarılmış. “Bu parayı vermeden işin olmaz” dedi. Ben de “ben sizi anlamıyorum, beni böyle yetiştirmediler, dürüst, namuslu ol dediler” dedim. Adam “bizim karnımızı namuslu olmak doyurmuyor, işine bak” diye beni azarladı.
Ben işimi gecikmeli de olsa 1211 sayılı kanuna tabi olmadan bitirdim ama vatandaş ne yapacak?
Bal tutan parmağını yalar sözünü, birisinin bal yediğine göre ensesi kalın birisinin bal yerken kaşık yerine elini kullandığı için eline sürülen balın ziyan olmaması için parmağını yaladığını zannederdim. Meğer adamlar sihirbazlar gibi bir yere tutuyorlar, ellerini yalıyorlar, memleketin önemli yerlerinde apartmanlar, gemiler, araziler, villalar, dolarlar çıkıyor. Bu ne sihirdir ne keramet el çabukluğu marifet.
Geçerliliği olmayan ama insanı insan yapan gerçeklerle onurlu bir şekilde yaşamaya devam edeceğiz zor da olsa.