Eskileri sürekli hatırlayıp yâd etmek, geçmişe özlem duymak, yani nostalji, bazılarınca bir hastalık kabul edilse de hemen hemen her sohbette “nostaljik takılmadan” da edemiyoruz. Efendim, eskiden böyle miydi? Eskiden şu şöyleydi, böyle olmazdı vs. Mesela, geçmişi yâd eden büyüklerimiz, birisine yapılan iyilikleri anlatırlarken “sağ elin verdiğini sol el duymamalı” anlayışını da dile getirirler.
Oysa en ufak bir yardımda bulunan bazı kişi, kurum ve kuruluşlar bunu televizyon kameraları önünde yapmayı âdet haline getirdiler. Burada “iyiliği” yapan ağzını doldura doldura konuşmalar yaparken, “iyilik yapılan” ise ezilip büzülmekte, bahtına lânet okumaktadır.
Bazı günler işime gidip gelirken karşılaştığım olaylar beni oldukça rahatsız ediyor. Hadise şu: Belediye (ismi lâzım değil) maddi durumu iyi olmayan aileleri ve kimseleri tespit edip bu kişilere belediyeye ait aşevinden sıcak yemek dağıtımı yapıyor. Tabii ki bu gayet normal bir durum ve olması gereken de bu. Zira belediyeler her şeyden önce kamu hizmeti yapan kurumlardır ve zaten kamudan aldığını aktarmaktadır. Eskiden bu işi daha çok imarethaneler yaparmış. İmarethaneler de vakıflar vasıtasıyla kurulur, halk tarafından da desteklenerek yoksulları, yetimleri, öksüzleri, kimsesizleri doyurur, donatırlarmış. Şimdi anlatacağım şey ise günümüzde, İstanbul’da yaşanmakta. Yukarıda da belirttiğim gibi belediye tespit ettiği kişilere yemek dağıtıyor. Ancak bunu yaparken de bu insanların rencide olacağını düşünmeden, aşevi arabasını mahalle ortasında bir yol ağzına çekiyor, yemek için gelen o garibanları sıraya diziyor, gelenin geçenin önünde, bazen itiş kakış, toz toprak, arasında yemek dağıtıyor. Bu görüntünün ne kadar üzüntü verici olduğunu bilmem söylememe gerek var mı? Yine benzer bir hadise ise aşevinin bulunduğu yerden yemek almak için gidenlerin yaşadığı dram. Özellikle otobüs duraklarında ellerinde eski bir çanta içinde bir iki plastik kapla aşevine gidebilmek için otobüs şoförlerine boyunlarını kırıp ezile büzüle bekleyen çocuklar, yaşlı amcalar, teyzeler vs. Bazı otobüs şoförleri bu insanlara “Geç, arka kapıdan bin, kimseyi rahatsız etme!..” şeklinde ikazlarla lütufta bulunup (!) arabaya alıyorlar, bazıları ise biletsiz oldukları için almayıp bir sürü de lâf ediyorlar. Oysa belediyenin o hayırsever görevlileri bu insanları bu şekilde rencide etmek yerine, yemek dağıtımını daha uygun bir şekilde, âleme yayın yapmadan dağıtsalar, aşevine gidecek bu insanlara, arabalara rahatça inip binmeleri için birer ücretsiz kart verseler acaba daha uygun olmaz mı? İşte bu durumlarla karşılaşınca “nostaljik takılmak”tan başka çare kalmıyor ve eskilerin şu sözü hemen aklıma geliyor: “Nerde o eski zamanlar!..”
İnsanların en büyük dramlarından biridir muhtaç ve düşkün olmak. Hele maddi bakımdan bir zamanlar refah içinde olan insanların zamanla bu durumlarını kaybedip muhtaç duruma gelmeleri daha da vahim oluyor bu insanlar için. Zira bu kimselerin daha önceki alışkanlıklarından ve heveslerinden, yaşayışlarından uzak ve aşağıda kalmaları, iç âlemlerinde ağır ve yıpratıcı bir psikoloji yaşamalarına sebep olurken, bazen yaşadıkları yıkım daha da feci sonuçlar doğurabiliyor. Bu sebeple yukarıda bahsettiğim kişilerin hiçbirisinin yaşadıkları mevcut durumdan memnun olduklarını sanmıyorum. Kim bilir “taşı toprağı altın” İstanbul’a hangi diyardan gelip gurbete düştüler ve kim bilir ne umutlarla geldiler. Belki bazılarının ekonomik durumları geldikleri yerlerde daha iyiydi, ancak “umut” da insanı yaşatan, yönlendiren şeydi. Onlar belki bu “umud”un peşinden koşarlarken ayakları takıldı, elindekini, eteğindekini de döktüler. İşte bizim insan olarak bu durumdaki kimselerin elinden tutmamız, onlara elden geldiğince destek olmamız “insanî” bir vazifemizdir. Belediye gibi kamu kurumları ise yaptığı yardımlarda işin reklâm boyutunu ve siyasi çıkarını bir kenara bırakarak insana hizmeti Hakka hizmet olarak görmeli, “şu kadar kap yemek dağıttık”, “şu kadar kömür verdik”, “bilmem kaç çift elbise ve ayakkabı dağıttık” gibi lâfları bir kenara bırakmalı, yaptığı yardımları “bilboard”larla ilan etmemeli, bilakis insan haysiyetini yükseltmelidir.
Eskiden, yiyecek, giyecek, yakacak yardımları ihtiyacı olan kişinin kapısına akşamın karanlığında kimseler görmeden bırakılırmış. Yardımı alan kimden aldığını bilmez, eden de bunu bir vakıf, imarethane aracılığıyla yaptığından kime yaptığını bilmezmiş. Böylece insanlar birbirlerine karşı mahcup duruma düşmezlermiş. Ben böylesini yaşamadığım için bilmiyorum, eskiler anlatıyorlar. Ancak kabul edelim ki şimdikilere göre daha “şık” bir usulmüş. Velhasıl-ı kelam nostalji güzel şey, ancak kanaatimce daha güzeli o nostaljiyi yaratanlarmış.
hayriatas@gmail.com