Kasım 2008

Ö T E S İ

 

29.03.2024 



-

 
Kurthan Reyizoğlu

Türkiye yabancılaştırılıyor


Özal döneminde zarar eden kamu kuruluşlarının elden çıkarılması iddiasıyla başlatılan özelleştirme, yabancılaştırmaya dönüştürüldü. Özellikle son yıllarda en kârlı ve stratejik kamu kuruluşları yabancılara satılıyor. Türk Telekom, Telsim gibi en kârlı ve stratejik kuruluşların başında artık yabancılar oturuyor. Türkiye’de Turgut Özal döneminde zarar eden kamu kuruluşlarının elden çıkarılması iddiasıyla başlatılan özelleştirme furyası, artık yabancılaşmaya dönüştü…

Zarar eden kamu kuruluşlarına kimse dönüp bakmazken, en kârlı ve stratejik kamu kuruluşları bir bir satılıyor. Hem de çoğunlukla yabancılara… Türk Telekom, Tüpraş, Telsim, Avea, limanlar akla ilk gelenler…
Şimdi de bankaları yabancılara satma furyası başladı… HSBC Bank, Sitebank, Türk Ekonomi Bankası, Dışbank, Garanti Bankası, Yapı Kredi Bankası, C Bank, Şekerbank, Denizbank, MNG Bank, Akbank, Tekfenbank, ve Alternatif Bank’ın tamamı veya büyük bölümü yabancılara satıldı…
Satış furyasına en son Oyak Bank da eklendi. Oyak Bank, 2 milyar 673 milyon dolara dünyanın en büyük finans kuruluşlarından Hollandalı ING Bank’a satıldı…
Ordu bankacılık işi yapmazmış, devlet bu işlerden elini çekmeliymiş gibi laf kalabalıklarının hiçbiri beni ilgilendirmiyor… Kamu kurumlarının sahibi olduğu, Türk işadamlarının patronu olduğu bankalar, bir bir yabancıların oluyor. Türk insanı, Türk işçisi, memuru, esnafı yabancı bankalara mahkûm ediliyor. Asıl tehlikeli olan da budur.

Bankaların yarısı yabancıların oldu

Türkiye’deki bankalarda yabancıların payı yüzde 42’ye ulaştı… Neredeyse bankaların yarısı yabancıların oldu… Maliye Bakanı Unakıtan koltuğunu kaybetmeden vakit bulabilir de T.C. Ziraat Bankası, Vakıflar Bankası ve Halk Bankası’nı da satarsa Türkiye’deki bankaların çoğunluğu yabancıların olacak…
Devlet bu işlerden elini çekmelidir diyenler gerçekten samimi iseler, dünya piyasalarına bir göz atsınlar… İsterseniz bilgileri biz verelim… Yabancılar, bankacılıkta, Almanya’da yüzde 5, İtalya’da yüzde 8, İspanya’da yüzde 10, Hollanda’da yüzde 11, Danimarka’da yüzde 17, Fransa’da yüzde 19, Yunanistan’da yüzde 20 paya sahipler… Türkiye’de ise yüzde 42…
İktidar, yabancıların yüzde 42’lik payını az görmüş olacak ki, şimdi de küçük esnafa kredi vermek amacıyla kurulan Halk Bankası’nı, vakıf gibi hayır işine adanan kuruluşların sahip olduğu Vakıflar Bankası’nı ve çiftçinin tek dayanağı olan TC. Ziraat Bankası’nı satmak istiyor…
Özelleştirme rayından çıktı. Türk malları, Türk insanının alın teriyle kurulan ve bugüne kadar bin bir güçlüklerle yaşatılan kurum ve kuruluşlar bir bir yabancıların oluyor. Üstelik birçoğu da Türk düşmanı yabancı kuruluşların eline geçiyor… Bu satışları yapanlar ve yapılmasına göz yumanlar tarih önünde hesap verecektir…
Maliye Bakanı Kemal Unakıtan, “Babalar gibi satarım…” demişti… Haklı da çıktı. Gerçekten de Türkiye’nin göz nuru varlıklarını babalar gibi satıyor. Unakıtan, satmakla kalmıyor, satabildiği için de övünüyor…
Türk gelenek ve göreneklerinde baba malı satmak doğru bir şey değildir. Baba malını satan evlatlara da iyi gözle bakılmaz…
Hele hele devlet malı, kamunun malı baba malından da kıymetlidir. Hem Türk töresinde, hem de kanunlarımızda… Buna rağmen Kemal Unakıtan, kamu mallarını satmakla övünüyor… Türk milleti bunun cevabını elbette ki verecektir…


Citibank’ın 3 milyar dolarlık vergi borcu silindi mi?

Son günlerde iktidar güdümlü basında yer almasa da korkunç bir iddia ortaya atıldı. İddiaya göre; Türkiye’de de faaliyet gösteren ve Amerikalıların sahibi olduğu Citibank'ın 3 milyar dolar (4 milyar YTL) tutarındaki vergi borcu, Maliye Bakanı'nın 23 Aralık 2002 tarihli onayı ile silindi. Rakamı bir kez daha tekrarlıyorum, 3 milyar dolar… Oyak Bank’ın 2 milyar 673 milyon dolara satıldığı hatırlanırsa, 3 milyar doların ne kadar büyük rakam olduğu daha iyi anlaşılır…
İşçi Partisi (İP), Citibank'ın 3 milyar dolarlık vergi borcunun silindiği iddiasıyla Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan hakkında suç duyurusunda bulundu. İP tarafından, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na yapılan başvuruda, Erdoğan, Unakıtan ve diğer hükümet üyelerinin, Citibank'ın vergi borcunun tahsilinden vazgeçmek suretiyle irtikap ve görevi kötüye kullanma suçlarını işlediği iddia edilerek, haklarında kamu davası açılması istendi. Başvuruda, söz konusu kişilere ceza verilmesinin yanı sıra kamunun uğradığı zararın tazmini de talep edildi.
Citibank, dünyanın önde gelen finans kuruluşlarından Citigroup'un sahibi bulunduğu bir Amerikan bankasıdır. Hisselerinin tamamı altı Amerikan kuruluşuna aittir. Türkiye'de bireysel bankacılık hizmetleri yürüten ilk yabancı bankadır.

Zengine var, çalışana yok

Hatırlanacağı üzere Maliye Bakanlığı, geçtiğimiz aylarda da Aydın Doğan’a ait olan POAŞ’ın 1 milyar YTL’yi bulan vergi borcunun 700 milyon YTL’yi aşan kısmını silmiş ve 275 milyon YTL’ye indirmişti… Kimi çevreler ise POAŞ’ın vergi borcunun faiz ve cezalarıyla 3 milyar YTL’ye (3 katrilyon lira) kadar çıktığını iddia ediyor… Ancak POAŞ’ın vergi borcu uzlaşmayla 275 milyon YTL’ye indirildi… Kalan en iyi niyetle 700 trilyonluk kısmı Aydın Doğan’a bağışlandı…
Cİtibank’a, Aydın Doğan’a bu kadar cömert olan iktidar, aynı cömertliği işçi ve memurlara göstermiyor… Aynı iktidar, memurlara yüzde 2 gibi bir zammı reva görüyor. Bir başka deyişle memur maaşlarına günlük bir simit parası zam yapıyor. İşçilere ise biraz daha cömert (!) davranıyor ve seçimin hatırına zammı günlük 2 simit parasına çıkarıyor… Tabii isteyenler bu zamla bir simit, bir de çay alabilir!

Mazot savaşı

Seçim atmosferi başladı… Vaatler de hızla devam ediyor… En çok tartışılan konu mazot fiyatları oldu… Muhalefette bulunan birçok parti 1 litre mazotu 1 YTL’den satmayı vaat ediyor… İktidar yandaşları buna gülüyor, kimisi uçuk buluyor…
Akaryakıta en yüksek vergiyi Türk halkının ödediğini biliyorduk… En pahalı benzini de Türk halkının kullandığı herkesin malumu… Buna rağmen mazot gerçekten 1 YTL’ye satılabilir miydi?
Vergi uzmanı Prof. Dr. Şükrü Kızılot, bu konuyu defalarca yazdı… Biz de Prof. Dr. Kızılot’tan aktarıyoruz:
“Mazotun, rafineri çıkış fiyatı, sadece 74 Yeni Kuruş. Mazotun pompa satış fiyatı 2,26 YTL!...
Dikkatinizi çekerim, rafineri satış fiyatı olan 74 Yeni Kuruş’un içinde, rafinerinin kârı da var.
Mazot, rafineri çıkış fiyatının yüzde 100 fazlasına satılsa, fiyatı 1,48 YTL olacak. Yüzde 200 fazlasına satılsa, 2,22 YTL’ye satılacak. Oysa fiyatı bunun da üzerinde!.. Mazotun rafineri çıkış fiyatı 74 Yeni Kuruş ama sadece ÖTV’si 83 Yeni kuruş. Bir de KDV’si var; evlere şenlik!
83 Yeni Kuruş ÖTV’nin de yüzde 18 KDV’si alınıyor. Mazotun ÖTV’sinden 15, benzinin ÖTV’sinden de 25 Yeni Kuruş KDV hesaplanıyor. Anlayacağınız, verginin de vergisi alınıyor. KDV rafineri çıkış fiyatı üzerinden de alınıyor. Ayrıca, bayi kârı üzerinden de KDV hesaplanıyor. KDV, ÖTV sonra ÖTV’nin KDV’si ardından bayinin KDV’si.
Şu vergisi, bu vergisi, verginin de vergisi derken "dünya vergi rekoru" kırılıyor!
Biz böyle dünya rekorları istemiyoruz.”
Başka bir nokta daha var… Türkiye’de deniz ve hava taşımacılığında akaryakıt piyasanın çok altında bir fiyata veriliyor. Bir başka deyişle gemisi olana mazot 1 YTL gibi bir fiyata şu anda zaten satılıyor…
Niye mazot 1 YTL’den çiftçiye de, vatandaşa da satılmasın…
Aslında mazotun 1 YTL’den satılması vaat değil, olması gerekendir… “4 litre mazotu 1 YTL’den satacağım” diyen bir lider olursa ancak vaat olur…
Ama burası Türkiye… Gerçekler halktan o kadar çok gizleniyor ki, olması gerekenler bile vaat oluyor… Hem de kimilerine göre uçuk vaatler grubuna giriyor…

Fıkra gibi KDV indirimi

AKP iktidarının seçim öncesindeki en büyük vaatlerinden biri de vergi oranlarını aşağı çekmekti… Bunu nispeten de başardı! Örneğin, zenginlerin vergisi olarak bilinen Kurumlar Vergisi’ni aşağı çekti… Ancak dar gelirlilerin ve bordro mahkûmları diye tabir edilen maaşlı kesimin ödediği gelir vergisinin alt dilimini ve oranları da yukarı çekti… Yüzde 20 olan ikinci dilim, yüzde 22’ye çıkarıldı… Kimine indirim, kimine bindirim…
En çok konuşulan ise KDV indirimi oldu… 30 Mayıs 2007 tarihinde Resmi Gazete’de bir kararname yayımlandı. Bu kararname ile kimi gıda ürünlerinde KDV yüzde 18’den yüzde 8’e indiriliyordu. Ancak hangi ürünlerde KDV oranının aşağı çekildiği açık yazılmamış, şu tebliğ, bu tebliğ, şu tablo gibi ifadelerle yer alıyordu.
Ertesi gün ise gazetelerde; et, süt, yoğurt, peynir, meyve-sebze ve bakliyatta KDV oranının yüzde 18’den yüzde 8’e indirildiği yazılıydı. Daha da ileri giden kimi gazete ve televizyonlar, “Bakkal ve marketlerde fiyatların yüzde 10 inmesi gerekiyor, indirimi takip edin” diye halkı uyarıyordu.
İş daha da ileri boyuta taşındı. Kimi elektronik posta gruplarında bu haber dolaştı… Hatta kimi vatandaşlar, “sütün, yoğurdun fiyatının yüzde 10 ucuzlaması” gerektiğini söyleyip marketlerde tartıştı. İndirimi uygulamayan marketlerin adını verip, bu marketlerden alışveriş yapılmaması için elektronik posta gruplarında haberler dolaşmaya başladı. Bir nevi boykot uygulanması isteniyordu.
Kimi market ve alışveriş merkezleri daha uyanık davranıp, hemen cama bir yazı yapıştırdılar ve KDV indiriminin uygulandığını duyurdular…
Gerçek hiç de öyle değildi… Çünkü gazetelerde KDV’si indi diye haber verilen et, süt, yoğurt, peynir, bakliyat ve meyve sebzelerde KDV zaten yüzde 8’di… Dolayısıyla bir indirim söz konusu değildi…
Ancak Resmi Gazete’de bu ürünlerin adının açık yazılmaması, destekçi medyanın da iktidara yaranmak için bu habere balıklama atlaması ve olmayan indirimleri haber yapması halk ile esnafı gereksiz yere karşı karşıya getirdi.
Gerçekten bazı ürünlerde KDV indirilmişti. Bunlar ise havyar gibi Türk halkının büyük çoğunluğunun tadını bile bilmediği ilgisiz ürünlerdi… Ama halk, destekçi medyanın yönlendirilmesiyle yanlış bilgilendirildi. Gereksiz yere tartışmalar ve tatsızlıklar yaşandı. İndirim haberleri iktidarın işine geldiği için de hiçbir yetkili çıkıp gerçek durumu açıklamayı düşünmedi… Olan yine halka oldu.

Böyle devrim düşman başına

“15 Haziran’dan sonra sağlıkta devrim olacak, herkes istediği hastaneye gidecek, sevk kalkıyor” haberlerinin arkası kesilmedi… İktidar yetkililerinin açıklamalarını dinleyenler ve haberleri okuyanlar, Türkiye’de sağlık sektöründe köklü bir reform yapıldığını, her şeyin baştan değiştiğini ve sorunların biteceğini düşündüler…
Hiç de öyle olmadı. Yine halk kandırıldı. Gerçek bilgiler halktan gizlendi… Örneğin sevk kalktı deniyor… Sevk zaten kalkmıştı… SSK’lılar sevksiz üniversite hastanelerine gidemiyordu, şimdi SSK’lılar da üniversite hastanelerine sevksiz gidebiliyor. Aradaki tek fark bu… Üniversite hastaneleri karşı çıktıkları için bunun da pratikte uygulama imkânı olmayacak. Hatta şimdiden kuyruklar başladı. Üniversite hastaneleri 4-5 ay sonrasına randevu veriyor…
Halkın yanlış bilgilendirildiği diğer bir husus da, SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı mensupları özel hastanelere sevksiz gidebilecekleri kısmı idi. SSK, Bağ-Kur ve Emekli Sandığı mensupları bundan önce de özel hastanelere sevksiz olarak gidebiliyordu. Bu açıdan değişen hiçbir şey yok.
Ancak çok önemli bir değişiklik oldu. Bundan önce özel hastaneler hastadan fark isteyemiyordu. Özel hastane, hastadan fark isterse, hasta da özel hastaneyi şikâyet ederse o hastanenin sözleşmesi iptal ediliyordu. Pek uygulanmasa da, özel hastanelerin, hastadan fark istemesi yasaktı.
Yeni uygulamada özel hastanelerin hastadan fark istemesi yasallaştırıldı. Özel hastaneler, hastadan istedikleri kadar fark alabilecek. Bu açıdan özel hastaneleri sınırlayacak hiçbir yaptırım kalmadı. Halk tamamen özel hastanelerin insafına terk edildi.
Devlet özel hastanelere çok az bir ödeme yaptığı için bundan sonra parası olmayanın özel hastanelere gitmesi de mümkün olmayacak. Örneğin, devlet muayene başına sadece 15 YTL’lik bir ödeme yapıyor. 175 YTL’lik muayene ücreti olan bir özel hastane için bu rakam ücretin yüzde 10’unu bile karşılamıyor. Geri kalan kısmını sigortalı hastanın ödemesi gerekiyor.
Kimi özel hastanelerde doğum ücretleri 5 bin YTL’yi geçiyor. Devletin özel hastanelere doğum için ödediği rakam ise sadece 500 YTL. Dar gelirli bir SSK’lı 150-160 YTL’lik muayene ücreti farkını veya 4-5 bin YTL’yi bulan doğum ücreti farkını nereden bulup ödeyecek… Çaresiz yine devlet hastanelerinin yolunu tutacak.
İktidarın devrim diye gösterdiği reformla, vatandaşın işi daha da zorlaştı. Hastanelerde kuyruklar yeniden başladı…

Başbakanlık Özel Kalemi harcama rekoru kırdı

Başbakanlık'ın 2006 yılı "Faaliyet Raporu"nda, Başbakanlık Özel Kalem Müdürlüğü'nün yaptığı harcamalar dikkat çekti. 2005'te 34 milyon YTL'lik harcama gerçekleştiren Özel Kalem Müdürlüğü, 2006'da rekor bir artışla 215 milyon YTL fazla harcama yaparak, rakamı 250 milyon YTL'ye çıkardı. Raporda, bu rekor harcamanın nereye yapıldığına dair bilgiye yer verilmedi.
CHP Ordu Milletvekili Sami Tandoğdu Özel Kalem'deki harcama artışını Başbakanlık'a sordu. Önergeye cevap verilmedi. Tandoğdu, "Masrafın bütçede öngörüleni kat kat aşmasının nedeni nedir? Harcamalar hangi kalemlerden oluşmaktadır?" gibi sorular yöneltmişti.
2005 yılında 866 milyon 898 bin 202 YTL'lik harcama yapan Başbakanlık, 2006’da bu rakamı ikiye katladı. Başbakanlık, 2006’da 1 milyar 570 milyon 701 bin 638 YTL'lik harcama yaptı. Faaliyet Raporu'na göre, yapılan harcamalardan bazıları şöyle:
Özel Kalem Müdürlüğü: 249 milyon 536 bin 882 YTL
Müsteşarlık Özel Kalem Müdürlüğü: 2 milyon 142 bin 846 YTL
İdari ve Mali İşler Başkanlığı: 1 milyar 272 milyon 109 bin 207 YTL
Teftiş Kurulu Başkanlığı: 1 milyon 452 bin 918 YTL
Personel Prensipler Genel Müdürlüğü: 2 milyon 393 bin 308 YTL
Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü: 20 milyon 951 bin 525 YTL
İnsan Hakları Başkanlığı: 2 milyon 15 bin 683 YTL
Başbakan Müşavirleri: 2 milyon 138 bin 556 YTL

Başbakanlığın geçen yıl içerisinde tam bin 708 ihale gerçekleştirdiği de belirtildi.


Memurun maaşı kiraya ve gıdaya zor yetiyor

Türkiye Kamu-Sen'in yaptığı araştırmaya göre, bir memur, ortalama maaşının yüzde 92.34'ünü yalnızca gıda ve barınma harcamalarına ayırmak zorunda kalıyor. Diğer ihtiyaçları için ise maaşının yüzde 7.66'sı ile yetiniyor.
Ortalama 945 YTL maaş alan bir memurun ailesi için yaptığı gıda ve kira harcaması 873 YTL’yi buluyor. Ortalama ücretle geçinen bir memur ailesinin ulaşım, sağlık, eğitim, haberleşme, giyim gibi diğer zorunlu ihtiyaçlarını karşılaması için maaşından geriye yalnızca 72 YTL kalıyor.
Araştırmada çalışan tek kişinin yoksulluk sınırı 1.124,19 YTL, dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırı ise 2.240.10 YTL olarak hesaplandı. Araştırmaya göre, çalışan tek kişinin açlık sınırı ise bir önceki aya göre yüzde 0.64 oranında artarak, 853 YTL 44 kuruş oldu.


reyiz@hotmail.com

Bu yazı toplam 7424 defa okunmuştur.

Ufuk Ötesi Gazetesi'nde yayınlanan yazı, haber ve fotoğraflar kaynak gösterilerek iktibas edilebilir.

UFUK ÖTESİ.COM

BU YAZIYI TAVSİYE EDİN

Adınız  Soyadınız

E-posta adresiniz
Arkadaşınızın e-posta adresi

 

Yazdır  - Sayfanın Başına Dön 

 

 Sayı :79

 KÜNYE
 
 ARŞİV
 
 ABONELİK
 
 REKLAM
 
 
  YAZARLAR
 Ali Arif Esatgil
Bayrak gibi yaşamak...
 Alptekin Cevherli
En zor yazım…
 Doç. Dr. Fethi Gedikli
Şimşek gibi çakıp geçen ülkücü
 Dr. Yusuf Gedikli
Sevgili Kemalciğim, candaşım, kardaşım, arkadaşım…
 Kemal Çapraz
Son söz...
 Olcay Yazıcı
Asil Neslin Son Temsilcisi: Kemâl Çapraz
 Bayram Akcan
“BOZKURT” Kemal ÇAPRAZ
 Aydil Erol
Bu çapraz, kimin çaprazı?!!
 Şahin Zenginal
Sensiz hayat zor olacak
 Ünal  Bolat
Sevdiğini Türk için seven Alperen
 Hayri Ataş
“YA BÖYLE ÖLÜM DEĞİL Mİ ERKEN”
 Mehmet Türker
Türk Dünyasının dervişi
 Mehmet Nuri Yardım
Kemal Çapraz diye bir kahraman
 Prof Dr. Ali Osman Özcan
Ufuk Ötesinde Çapraz Ateş
 Orhan Seyfi Şirin
Çapraz doğuştan ‘Reis’ti
 Rasim Ekşi
Kardeşim Kemal’in Vasiyeti
 Dr. Orhan  Gedikli
Sevgili Kemal Kardeşimin Ardından
 Özdemir Özsoy
Seni unutamayız
 Dr. Ünal Metin
“Ufuk Ötesi” yaşıyor
 Aybars Fırat
Kastamonu Beyefendisi
 Süleyman Özkonuk
Öteki Ufuk
 Zeki Hacı ibrahimoğlu
30 yıllık dostumdu
 Coşkun Çokyiğit
Kemal Çapraz “Tek Ağaç”lardandı
 Baki Günay
Kırım Meclisinde Kemal Çapraz sesleri
 Ahmet Tüzün
İz Bırakan
 Cem  Sökmen
Metropoldeki dâvâ adamı: Kemal Çapraz
 Hüseyin Özbek
Kemal Bey
 Asuman Özdemir
Sermayeye kurban gittin…
           
       
 
   

Karahan 2002