On yedi yıl önce Bulgaristan’dan Türkiye’ye zorunlu göç ettirilen soydaşlardan bazıları, kısa sürede maddi sıkıntılardan kurtularak kendi şirketlerini kurdular ve binlerce insana iş imkânı sağlamakla anavatana olan bağlılıklarını da ortaya koydular. 1989 yılının yaz sıcaklarında, Bulgaristan’dan Türkiye’ye başlayan göçün üzerinden on yedi yıl geçti.
İş arayanlar işveren oldular
Perişan kafileler halinde Türkiye’ye gönderilenler, hem dede mirası topraklarından ayrılmanın dayanılmaz acısını yaşayarak, hem de yılların neler getireceğini bilememenin sıkıntısını taşıyarak geldiler ülkemize... Büyük göçün sonraki günlerinde yola düşenler, yük trenlerine istiflenerek, kendi araçlarına binerek veya yaya olarak sınırdan geçtiler. Bu, 20. asrın en büyük ve utanç verici insanlık dramlarından biriydi.
93 Harbi’nden bu yana, zaman zaman dalgalar halinde Anadolu’ya akan Rumelili göçmenler ekonominin çeşitli sahalarında büyük başarılara imza attılar. Ticaret kurallarını çok iyi bilen ve kısa sürede maddî sıkıntılardan kurtularak kendi şirketlerini kuran yüzlerce “Patron Soydaş”, binlerce insana iş imkânı sağlamakla anavatana olan bağlılıklarını da ortaya koydular. Soydaşlar ağırlıklı olarak ticaret, tekstil, deri konfeksiyon ve gıda sektörlerine yöneldi. Her birinin, Türkiye’ye eğitimli geldiklerinden Türk ekonomi hayatına intibakları zor olmadı. İlk günlerde iş arayanlar, daha sonraki yıllarda işveren oldular. İşverenlerden biri de İstanbul’a yerleşen Beycan Gönlüşen’dir.
DERİDE LİDER
Beycan Gönlüşen, ilk aylarda Mahmutpaşa’da tekstil mağazalarında tezgâhtarlıkla işe başlıyor. Bir iki yıl sonra Ruslar İstanbul’a akın ediyor. Piyasada her dili konuşan esnaf, Rusça’da yaya kalıyor. Bu sefer de Bulgaristan’dan gelen soydaşların Rusçası devreye giriyor. İlk aylarda kimi tercüman, kimi tezgâhtar Lâleli esnafının işlerine yardımcı oluyor. İşi kapan, kısa sürede kendi mağazasını açıyor. Eğridereli hemşerilerden Erol-Beycan-Ayhan üçlüsü Beyazıt’ta ortak açtıkları mağazada kısa sürede iyi para kazanıyorlar. Birkaç yıl süren beraberlikten sonra Beycan Gönlüşen yanına üç ağabeyini ve bir de kız kardeşini alarak, müstakil çalışmaya başlıyor. Kardeşlerin birliğinden doğan kuvvetle bir kaç sene sonra Zeytinburnu’nda yedi katlı kendi mülkleri olan binaya sahip oluyorlar. Beycani Deri ve Gönlüşen Deri’de bugün 130 kişiye ekmek kapısı açan kardeşlerden Beycan Gönlüşen, bugünlere nasıl geldiğinin hikâyesini şöyle özetliyor:
“Bulgaristan’ın Eğridere ilçesine bağlı Sütkesik köyünden Türkiye’ye doğru yola çıktığımda askerlikten henüz dönmüş yeni evli genç bir adamdım. Elde avuçta sermaye adına hiçbir şey yoktu. Türkiye’ye geldiğimiz ilk günlerde biz de işsizdik. Birkaç hafta iş aradık. Firuzköy’de bir yere yerleştik. Çamurlu yollarda akşam sabah ayakkabı yıkamaktan bıkmıştık. Tezgâhtar olarak çalışırken tasarruf amacıyla öğle yemeklerinde ekmek arası köfteyi bile çeyrek alıyorduk. Türkiye’de ekmeğin aslanın karnında olduğunu görünce, serbest piyasa ekonomisinin hiçbir şeyi kısıtlamadığı bir ortamda elimizde avucumuzda olan parayla üç arkadaş-hemşeri deri işine girdik. O yıllarda Lâleli sokaklarında Rus’tan adım atılmıyordu ve müşterilere ne satarsan alıyorlardı. Sonra işin cıvığı çıktı. Birçok sahtekâr yüzünden Türk ekonomisi Ruslar’dan gelecek olan milyarlarca dolardan oldu. Son yıllarda İstanbul’da deri piyasasının merkezi olan Lâleli ve Zeytinburnu’nda deri giyiminde ihtisaslaşmış firmalar ayakta kalıyor. Beycani Deri olarak ürettiğimiz mont, kaban ve ceketlerin yüzde 80’ini ihraç ediyoruz”. Deri konfeksiyon işindeki başarısının iki sırdan ibaret olduğunu vurgulayan Beycan Gönlüşen, bu işe başladığı günden beri sadece öz sermayesine ve aileden olan profesyonel elemanlarına güvendiğinin altını çiziyor.
NİNESİNİN USULÜYLE BAKLAVA ÜRETİMİ
Bulgaristan, Koşukavak’tan İzmir’e göç eden Hüseyin Şentürk memleketinde pizzacılık yapmış. İzmir’e yerleşince yine gıda işleriyle ilgileniyor ve kurduğu “Evim Börek” şirketinde ninesinden gördüğü usulle börek ve baklava üretimine başlıyor. Kısa sürede ev baklavası İzmirlilerin vazgeçilmez damak tadı halini alıyor. Bugün şirket merkezi Bornova-Manavkuyu haricinde Mavişehir ve Şirinyer gibi semtlerde de üç şubesi bulunan “Evim Börek” firması şubelerdeki perakende satış noktalarının dışında şehrin ve Türkiye’nin büyük şehirlerindeki hipermarketlere de üretim yapıyor.
Börek ve baklava üretiminin yanı sıra son iki yıldan beri pizza ve pastacılığa da başlayan Şentürk, gıda sektöründe hijyenin önemini vurgularken, “Türk insanı kaliteli ürünü, uygun fiyatta istiyor. Biz firma olarak hammaddenin en kalitelisini ve tazesini tercih ederek bu başarıya ulaştık. Bu prensiplere uymayan artık ayakta kalamaz. Bu, zamanımızın sanayi ve ticarette gerekli prensipleridir.” diyor.
Geçen yıl dondurma üretimine de başlayan Şentürk, yabancı dondurma üreticilerine karşın İzmir halkına Türk usulü dondurma sunuyor. Türkiye’de klâsik Türk dondurmasının Maraş dondurması olduğuna dikkat çeken Şentürk, “Bu dondurmanın ham maddesi salep ve günlük keçi sütüdür. Biz her gün taze keçi sütü temin ederek üretim yapıyoruz. Bu yüzden de ürünlerimiz rağbet görüyor. Üretim arttıkça, anavatanımızda daha çok işsize ekmek kapısı açarak, gelirlerimizi artırıyoruz ve ödediğimiz vergiler de yükseliyor.” şeklinde vatandaşlık görevini yerine getirmenin gururunu paylaşıyor.
TEKSTİLDE KENDİ MARKASIYLA
Her Rodoplu çocuğu gibi Rahim’le Orhan Sezgin kardeşler de on çocuklu ailelerinde çalışmayı, dürüst olmayı ve öz benliklerine sahip çıkmayı benimsemişlerdi. Komünist Bulgaristan’da üniversitede eğitim almak Türk çocukları için bir hayaldi. İki kardeş ancak birer meslek okulu bitirebilmişlerdi. 1985-1989 asimilasyon yıllarında askerlik ve evlilik yaptıktan sonra taze gelinleriyle Tuna Boyu’na tütün işine çıkmışlar.
Doksanlı yılların başında Rahim’le Orhan kardeşler de canları kadar sevdikleri Anavatan Türkiye’ye göç ediyorlar. Orhan konfeksiyon meslek okulu mezunu olarak İstanbul’da mesleğinde işine başlıyor. Bir kaç yılda serbest piyasa ekonomisi düzeninin nasıl çalıştığını çok iyi takip ediyor ve bir süre sonra kardeşi Rahim’i de yanına alarak kendi şirketini kurmaya karar veriyor.
Yeşilpınar’da üç katlı şirket merkezine gidenler burada kurumsal kimliği olan bir şirketin faaliyette olduğunu anlamakta güçlük çekmezler. Orhan Sezgin, kendi ofisini showroom olarak da kullanıyor.
“Fevkalâde işler yapmışsın maşallah. Nasıl oldu bu?” diye soruyorum. Cevabı kısa:
“Hani, Bulgarlar’da bir söz vardır, ‘Kim ne için okuduysa’... Biz de konfeksiyon okuduk, bayan iç giyim dalında bir şeyler yaptık sayılır.” oluyor.
Önce memleketten dem vurduk, sonra konuyu işe getirdik.
Uzun ve meşakkatli uğraşlardan sonra işler oturmuş. Üretim, pazarlama sorunları ortadan kalkmış ve geçen yıl bu şirkette çalışanların sayısı 120 kişiyi bulmuş. Yıllık üretilen 2 milyon adet bayan iç giyim ürünü Avustralya’dan Amerika’ya dünyanın değişik ülkelerine ihraç ediliyor.
Doğduğu Dereköy’de caminin tamiratı, mezarlığın bakımı gibi hayratlar yaptığını duyuyorduk. Mestanlı’da kafeterya ve fabrika satış mağazası, Filibe’de şirketin Bulgaristan temsilciliği faaliyetini sürdürüyor.
Orhan Sezgin, Türkiye’ye geldiklerinde, kendilerine sanki burada birilerinin ekmeğine mani olacaklarmış gibi çatlak ifadeler duyduklarına dikkat çekerek, “Ben bu ülkeye başkasının ekmeğini elinden almaya gelmedim. Hatta Allah yardım etti ve ben işveren olarak yüz küsur kişiye iş ve aş sağladım. Bundan da çok mutluyum. Devletime yurtdışından yüz binlerce dolar girmesini sağlamakla ve vergi dairelerine vergi ödemekle, o zamanlarda bizler için kötü düşünenlerin haksız olduklarını ispatlayabildim.”
Dünyada marka olmak çok zor bir olaydır. Orhan&Rahim Sezgin kardeşler kısa sürede Liliy markasının adını yurtdışında duyurmuşlar. Sıra iç piyasada…