Cumhurbaşkanlığı seçimi atmosferine girildiğinden beri yapay bir laiklik–dindarlık gerilimi yaşıyoruz. Bu sahte tartışma alanı bütün bir toplumun burnunun ucuna kadar genişletildi. Bu yüzden gelip geçici bir hadisenin herkesin zihnine boca edilmesi karşısında bir şey yapamıyoruz. Alınan tavırları sistemli düşünceler ve belirli ölçüler değil, nefsaniyet ve rüzgâr belirliyor.
Aslında bu kadar etkisi altında kaldığımız siyaset için zemin kayması uğraşmaya değer bir mesele değildir. Zeminin kaydığını söylemek, bu konuda fikir yürütmek hep idare edişlerle karşılanıyor ve geçiştiriliyor. Sayımız arttıkça daha yüzeysel daha basit konularda konuşuyoruz ve ciddiyetimizi kaybediyoruz. Yaşanan değişimler ve dönüşümler neticesinde sosyal yapımızın nereden nereye geldiği konusunda düşünen ve konuşanlar aydın denen tabaka arasında dahi çok küçük bir azınlığı teşkil ediyor.
Ahmet Selim; “Olayların rüzgârına kapılanlar, aslen değişmezler, sürüklenirler. ‘Müspet değişim’ için önce bir terkip bütünlüğü halinde ‘var olmak’ gerekir. Temelsizler (terkipsizler) için giyimde moda ne ise fikirde yenilik ve değişme odur” diyor. Günlük gazetelerin yazarlarına baktığımız zaman belli değerlere dayandığını ve belli bir kitlenin savunuculuğunu yaptığını iddia eden bazı kalemlerin hak duygusunu bir kenara bırakarak güce tabi şekilde yürüdüklerini görüyoruz. Bunlar ellerindeki imkânları daha faydalı bir yolda, yani Türk milletinin gerçek gündemleri ve hayati meseleleriyle ilgili kullanmak yerine bu zamanda kimin otobüsüne bindilerse onun türküsünü söyleyen ve menfaatlerinden başka hiçbir şey umursamayan bir hali yaşıyorlar. Sözleriyle, “şu vartayı da atlatalım”, özleriyle “şu nimetlerden biz de faydalanalım” diyorlar. Aydın veya yazarın durumu budur ve dünya görüşü bu toplumun dünya görüşüyle örtüşmemektedir. “Türkiye’nin içinde bulunduğu şu ortam…” diye başlayan istismar iletişiminin milletimizin temel meseleleriyle alakası yoktur.
“DÜŞÜK AHLAK BİZİ RAHATSIZ ETMİYOR...”
İsmet Özel; “Düşük ahlak bizi rahatsız etmiyor. Bilgisizlik bizi rahatsız etmiyor. Rahatsız etmediğinden dolayı da bu duruma evet diyoruz. Bazıları bu düşük ahlakın ve bilgisizliğin birer veri olduğunu kabul ederek hareket ediyor. Bunlar zaten böyle, dolayısıyla biz de böyleyiz diyorlar. Ben bu kanaatte değilim...” diyor. Gerçekten de bugün elitliğin veya belli bir makam sahibi olmanın en belirgin özellikleri cehaletin özellikleriyle örtüşebiliyor: Nezaketsizlik, kibir, çiğlik, bilmese de her konuda konuşabilme, saygısızlık, bilgiye değer vermeme... Farklı düşünmek ve yaşananları sorgulamak, kalıplara bağlı kalmak ve güçten yana tavır almak isteyenler tarafından “gariplik” olarak görülüyor. Hayata dünyevi ölçülerle bakma, “öteki” dediğin insanlarla maddi ölçülerde birleşme çelişki olarak görülmüyor. Bu olumsuz tavırlar birbirlerinden çok farklı zannedilen insanların ortak özelliği olabiliyorsa burada hâlâ “Biz ve Onlar” zihniyetiyle hadiselere bakmak, ya menfaat içindir ya da gafletin tezahürüdür. Bu insan tipine okumak zor geldiği için kendisini kolaylıkla kitle iletişiminin sömürü ve denetimine bırakıveriyor. Nedense hep meşgulüz, hep başka işlerimiz var, okumaya, zihnimizi temellendirmeye zaman ayıramıyoruz. Oysa geçip giden zaman bizi öyle ayırıyor ki.
BAĞIMSIZ AYDIN İHTİYACI
Türkiye toplumun önünde yürüyen bağımsız bir aydın tipine ihtiyaç duymaktadır. Bugün ön planda olanların büyük çoğunluğu ise “toplum biz ne versek alır” zihniyetiyle hareket ediyor. Bunların karşısındaymış gibi gözükenler de dünyevileşme hastalığına tutulmuş bulunuyor. Hem aydın, hem de olup bitenlerden rahatsız olmuyor. Sadece kendisi etrafında gelişen hadiselere kanalize olmuş, daha fazla şöhret, daha fazla tanınmak ve görünmek hevesiyle yanıp tutuşuyor. Bunlar gerçek aydınlarımızın yıllarca çalışarak ürettiklerini intihal edebiliyor, onlar yazmış olmasa aklına bile gelmeyecek konulardan menfaat umuyor. Bu gerçekler ifade edildiğinde ise “Yavuz hırsız ev sahibini bastırmaya kalkıyor”. “Kendisi için hiç bir şey istemeyen değil, başkaları için hiçbir şey istemeyen” bu yarı–aydın tipiyle hiçbir yere gidemeyiz. Bunlarla ancak sosyolojik kırılmaya gideriz. Son söz Ömer Lütfü Mete’den: “İnsanoğlunun bağımsız aydınlara ihtiyacı vardır. Bağımsız olmak sadece paraya tenezzül etmemek, sadece ideolojilerin kalıbına sığmamakla gerçekleşen bir mazhariyet değildir. Bağımsız olabilmek için entelektüelin kişiliği yanında iyi bir kişiliği ortaya çıkartmayı, yani acı verebilmeyi bilmesi lazım kendisine karşı. Bazı gerçekleri kendine itiraf ettiğinde acı çekersin. Bunları telaffuz ettiğinde daha fazla acı çekersin. Bu ağır bir bedeldir. Ancak bağımsız aydın, böyle bir bedele talip olur.”