Gazetelerin verdiği çocuk eklerine ve dergilere bakıyorsunuz, saçma sapan çizgi film karakterleri ile dolu. Televizyonda çocuk programı diye açtığınız yayınlarda tanrı zeusun bilmem nesi ile yarı insan yarı hayvan bir saçmalığın mücadelesi… Ya da emperyalist toplumların kendi halkına örnek olarak sunacağı efsaneleri ve kahramanları olmadığı için uydurduğu hayal mahsulü kahramanlar…
Geleceğimiz dediğimiz, her fırsatta varlıklarını öne sürdüğümüz çocuklarımızın ve gençlerimizin hali perişan olmuş da, toplum olarak haberimiz yok!
Çocukları ve gençleri için üstelik de birer bayramı olan Türkiye’mizde çocuklar ya sokaklarda kendi kendine yetişiyor ya da televizyon denilen “aptal kutusunun” dadılığında içine kapanık ve hayal dünyasında yaşayan; ömrünün başında bunalıma girmiş yavrucaklar oluyorlar. Gençlerde ise psikolojik bunalım ve nevrotik ilaç tedavisi had safhaya yaklaşıyor.
Elbette bunda en büyük payı anne ve babaların eğitimsizliği oluşturuyor.
Eğitimden bahsederken duvarlara sıra ile asılmış diplomalardan bahsetmediğimizi pekâlâ anlamışsınızdır.
Dağda çobanlık yapan adam bile yeri geldiğinde bilmem kaç üniversite bitirmiş bir profesörden çok daha ileri görüşlü, tutarlı, ailesine sahip çıkan bir baba ve hatta ülkesi için çok daha faydalı bir insan olabiliyor.
Eğitimden kastimiz elbette kişilik eğitimi…
Ben kimim? Bu bedende geçen nefes sayımca sınırlı ömrümde neler yapmam gerekiyor, ömürlük bir hedefim var mı?
En azından bunları insanın hayatında bir kez düşünmesi gerekir.
Sadece kolayımıza geldiği gibi yaşadığımızda hem her yaptığımızın ardından yine tatminsiz ve yine boşlukta kalmıyor muyuz?
Bu konunun bireysel eğitim kısmı. Bir de toplumsal eğitim var ki o evlere şenlik…
Gazetelerin verdiği çocuk eklerine ve dergilere bakıyorsunuz, saçma sapan çizgi film karakterleri ile dolu. Televizyonda çocuk programı diye açtığınız yayınlarda tanrı zeusun bilmem nesi ile yarı insan yarı hayvan bir saçmalığın mücadelesi…
Ya da emperyalist toplumların kendi halkına örnek olarak sunacağı efsaneleri ve kahramanları olmadığı için uydurduğu hayal mahsulü kahramanlar… (Örümcek adam, Süpermen, Batman, Rambo vb.)
“5 yaşındaki A. Y., hayranı olduğu Örümcek Adam’ın gerçek olduğuna inanmış. "Ben de uçacağım" diyen küçük A., yaklaşık bir ay önce 7’nci kattaki evlerinin penceresinden atladı. Belden aşağısı kırıklar içinde olan ve felç kalma riski bulunan A, "Yine uçacağım" diyor… Küçük çocuk oturma odasında uzanan babasına, "Ben şimdi uçacağım" diyerek hızla yatak odasına koştu. Baba H. Y. oğlunun peşinden koştuğunda A., çoktan 7’nci kattan kendisini boşluğa bırakmıştı. Aşağıya baktığında oğlu çimenlerin üzerinde hareketsiz yatıyordu. Üç gün yoğun bakımda kalan A.’nın bacaklarında birçok kırık, karaciğerinde ve dalağında ise yırtık var. Belden aşağısı alçılar içindeki A.’nın felç kalma riski de bulunuyor. Tedavisi bir ay süren A. Y. halen rüyalarında Örümcek Adam’ı görüyor. Psikolojisi çok karışık. Bazen yaptığına pişman oluyor, bazen, "Yine uçacağım. O gerçekten var, onu çok seviyorum" diyerek ağlıyor. Y. çifti, evdeki bütün çizgi film CD’lerini kaldırdı, artık evlerinde çizgi film kanalı da açılmıyor. Eve gelecek bir psikolog A.’yı tedavi edecek.” (27 Mayıs 2007 – Hürriyet)
Üstte bir gazeteden aldığımız kupür hayal dünyasında yaşayan yavrularımızı anlatıyor.
Ya cinsel düşünceler kafasına her gün adeta çakılan yavrularımız?
“Sanal Dadı” olarak yavrularımızı emanet ettiğimiz televizyonlarda 5 yaşındaki çocukların kafalarına bile aşk meşk mevzularını sokacak konuşmalar, sahneler almış başını gidiyor.
Bu ne rezillik ya! (Bir de utanmadan yazıyorlar “Bu film çocukların bedeni ve ruhsal gelişimini olumsuz yönde etkileyebilir!)
Bir başka kanala baktığınızda “gençlik dizisi veya filmi” diye yayınlanan bol porno görüntülü kimin kimi nasıl aldattığı, insanların kedi köpekten bile daha sık eş değiştirdiği bir hayal dünyası…
Her filmin mutlaka en az bir sahnesinde kilise görüntüsü.
Bu nedir farkında mıyız?
Gençleri antidepresif hap kullanan, çocukları kendini örümcek adam sanan bir güruh şekline dönüşüyoruz!
Kendi kültüründen bihaber, öz yapısını hiç duymamış, vicdanının sesini sadece psikolojik bir rahatsızlık zanneden bir geleceğe doğru gidiyoruz.
Kendinin ne olduğunu, nereden gelip, nereye gittiğini öğrenmek için dahi kafasını yormayan; millî tarihini bilmeyen, ülkenin en önemli dertleri olan bölücü terör, 12 Ada, Kıbrıs, irtica, ekonomik darboğaz, ulaşım, enerji sorunu hakkında en ufak bir fikri dahi bulunmayan; ‘kulağından yönetilen’ bir nesille karşı karşıyayız!
Bu konulardan bahsettiğinizde size uzaylı görmüş gibi bakan, kafasında hiçbir çözüm üretemeyen, her şeyi birileri yapsın diye bekleyen ve tabi ki bunun sonucunda bunalıma giren, kişiliksiz, pasif ve sözünün adamı olamayan bir gençlik.
Gençlik derken sakın 15-20 yaş arasını kast ediyoruz zannetmeyin. 35 yaşına kadar olan, ülkenin dinamik yapısının hali ne yazık ki bu! Sadece bir geçim telaşı almış başını gidiyor, insanlar önündeki imkânları dahi bu telaştan göremiyor…
Öylece ömürler tükenip gidiyor…
YORUMSUZ
* Son dönemde halktan gelen "yüksek sesli ezan yüzünden hasta ve çocuklar uyuyamıyor" şikâyetlerinin artması üzerine Azerbaycan’da hoparlörlerle ezan okunması yasaklandı. Müezzinler artık minareye çıkarak çıplak sesle ezan okuyor. Dini özgürlüklerinin ihmal edildiğini savunan cami cemaatinden bir kişi ise AFP’ye yaptığı açıklamada, "Ezanı duymak, ruhani görevimizi hatırlamak açısından önemli. Şehirde bu kadar gürültü varken, hoparlör olmadan ezanı nasıl duyacağız? Hıristiyan ülkelerde çan sesini yasaklıyorlar mı" dedi. Ülkedeki önde gelen dini cemaatler de, yasağın "ateist-Bolşevik" uygulamaları hatırlattığını belirttiler.