“Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünürmüş” atasözünde olduğu gibi, başkalarının en küçük olumlu taraflarını büyük bir ustalıkla görüp, takdir ederken, ne hikmetse hemen yanı başımızdaki değerleri, cevherleri bırakın takdir etmeyi, kimi zaman onların farkına bile varamıyoruz. Çünkü ne de olsa o bizim için imkânsız değil. Çünkü o hemen yanı başımızda. Çünkü o bizim, bize ait!
“İnsanı yaşat ki; devlet yaşasın”
Önceleri insanoğlu için büyük bir ihtirastı Ay’a çıkmak. O günkü imkânlarla Ay’a gitmek imkânsız olunduğu için, bu insanoğlunda bir merak, bir heyecan, bir arzu uyandırıyordu. Filmlerde ise çoğu kez, ya Ay’dan gelen yaratıklar konu ediliyordu ya da Ay’a yolculuk vardı. Teknoloji ilerleyip insanoğlu bırakın Ay’a gitmeyi, Ay’ın ayak basmadık yerini bırakmayınca Ay’da cazibesini yitiriverdi. Şimdi artık Ay, insanın merakını ve heyecanını yenemediği bir tutkusu değil, ışıl ışıl parlayan yıldızların altında sarmaş dolaş olan sevgililerin romantizm unsuru. Çünkü insanoğlu Ay’a sahip oldu! Elde edemediğini elde etti… Ve Ay sıradanlaştı, önemsizleşti. Şimdi artık filmlerde, Ay’dan dünyamızı işgale gelen yaratıklar konu edilmiyor.
KIYMETİNİ BİLMİYORUZ
Peki ya bu durum yalnızca Ay için mi geçerli? Yani bir tek hayatımızda Ay’ı mı basitleştiriyor, sıradanlaştırıyor ve artık sahip olduğumuz için önemsiz görüyoruz? Elbette hayır! Sırf elde ettiğimiz için basitleştirdiğimiz, değersiz gibi gördüğümüz başka şeyler de yok mu? Bir düşününüz bakalım, hayatımızda hangi sahip olduğumuz şeyleri basitleştiriyor ve acaba kazanımlarımızın önemini ne kadar kavrayabiliyoruz?
Kimileri kendi insanımızı, milletimizi kapıldıkları aşağılık duygusundan olsa gerek ‘bizden adam olmaz’ diye küçümserken, kimileri de kibrinin perdesini yırtamayarak yakın çevresindeki dostlarının, arkadaşlarının kıymetini anlayamıyor, ta ki onları kaybedene kadar.
Son zamanlarda fark ettiğimiz bir gerçek var, o da bizim hemen yanı başımızdaki kaliteli fikir sahiplerinin değerini yeterince idrak edemediğimiz.
“Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünürmüş” atasözünde olduğu gibi, başkalarının en küçük olumlu taraflarını büyük bir ustalıkla görüp, takdir ederken, ne hikmetse hemen yanı başımızdaki değerleri, cevherleri bırakın takdir etmeyi, kimi zaman onların farkına bile varamıyoruz. Çünkü ne de olsa o bizim için imkânsız değil. Çünkü o hemen yanı başımızda. Çünkü o bizim, bize ait!
Komşunun tavuğuna bakıp elimizdeki kazı civcivleştirmenin kime ne faydası olabilir ki? Zor zamanımızda gerçek kıymetini daha iyi idrak edeceğimiz şeyleri bu kadar basitleştirmemeli, değersiz görmemeliyiz. Bir gün cevherinin, güzelliğinin daha fazlasını keşfetmeye çalışmadığımız insanımızı kaybettiğimiz zaman mı onun kıymetini bileceğiz? Maalesef evet ve ne hikmetse yanımızdakinin kıymetini, cevherini onlar bizimleyken göremiyoruz. Çünkü ona bir türlü cevher gözüyle bakamıyoruz.
Kör ölür, badem gözlü olurmuş… Bir türlü hak ettiği değeri vermediğimiz insanımız bizden ayrılınca, yahut bir şekilde onu kaybedince mi “badem gözlü” olduğunu idrak edeceğiz… Yitirdikten sonra badem gözlü olmasını istemek niye?
Değerli yazarımızın, şairimizin ve sanatçımızın kıymetini ancak öldükten sonra anlıyor ve parmağımızı ısırarak “vay be ne büyük adammış” diye ağıt yakıyoruz. Kişiyi kaybettikten sonra feryat etmenin kime faydası olabilir ki? Önemli olan onlar yaşıyorken, yanımızdayken, bizimleyken sahip çıkmak, çıkabilmektir. Yoksa kaybedilenlerin sahiplenilmeye ihtiyaçları yoktur!
ONLAR BİLİYORLAR
Hayata dair başka şeylerde de bu kıymet, kadir bilmezliğimiz yok mu?
Bugün devletin, bayrağın hürriyetin kıymetini kim daha iyi biliyor dersiniz? Elbette ki; Iraklılar, Filistinliler ve Doğu Türkistanlılar… Yani devletlerini, bayraklarını, hürriyetlerini kaybedenler.
Türkiye’de olup bitenlere bir göz atınca birilerinin devletin, vatanın, bayrağın, hürriyetin, demokrasinin kıymetini kavrayamamalarına şaşırmamak lazım! Şaşırmamak lazım çünkü; hiç devletsiz olmadılar, vatansız, hürriyetsiz yaşamadılar!
Devletin, bayrağın, hürriyetin kıymetini ihanet oyununda peşrev çekenler anlayamaz!. Elbette ki; hainlerin peşine takılarak, bin yıllık Türk yurdunu 47 etnik gruba ayırıp Türkiye’yi “Mozaikistan”a dönüştürmeye çalışan gafiller de anlayamaz, bu kutsaliyetlerin önemini.
Hülâsa, bizler sahip olduklarımızın kıymetini bilmeli, onları elde ettiğimiz için, bize uzak olmadığı için basitleştirmemeli, önemsizleştirmemeliyiz.
Ölmeden önce hayatın, hastalıktan önce sıhhatin, meşguliyet gelmeden boş vaktin, ihtiyarlıktan evvel gençliğin, fakirlikten evvel zenginliğin, devletsiz kalmadan devletin, bayraksız olmadan bayrağın, tutsaklıktan önce hürriyetin kıymetini bilmeliyiz… Hem de yarın çok geç olmadan… Bir gün yitirdiklerimizin ardından yanmaya bile vaktimiz olmaya bilir!