Tam otuz bir yıl Korhan Abi Nebiye Ablayı böyle sevdi ve başına taç etti. Çok mutlu idi Nebiye Abla! Hangi kadına kısmet olurdu böylesine sevilmek ve korunmak? Geçen otuz bir yılda kimselere muhtaç olmadan kendi tırnakları ile başlarını kaşıdılar. Çocuklarını okuttular, meslek sahibi ettiler, evlendirdiler. Hatta kızları onları torun sahibi bile etti. Komşuları ile dostluklar apartman merdivenlerinde bir selamlaşmadan öteye gitmedi.
“Biz ikimiz birbirimize yetiyoruz…”
“Zaten çocuklar ve ev hem bütün zamanını alıyor hem de seni çok yoruyor. Bir de hanımlar arası ziyaretlerle helâk etme kendini…”
“Bugün yine yorgunluktan yüzün solmuş! Yeni komşulara “hoş geldin” ziyareti kalsın! Hem bakalım biz onlarla anlaşabilecek miyiz? Sen benden iyi biliyorsun. Herkesler bir âlem oldu!”
“Mutfağımızda senden başka bir kadın görmek istemiyorum. Bir kahve içmeye geldiyse arkadaşın mutfağımıza kahve fincanını bırakmak bahanesi ile giremez. Bu bizi kontrol ediyor demektir!”
“Güvenme! Sakın kimselere güvenme! Derler ya söyleme sırrını dostuna, söyler dostunun dostuna. Bu işler böyle! Dedikodu yaparlar, ailemize nazarları değer, huzurumuz bozulur!”
“Ben burada seninle Türk Sanat Müziği dinlerken içtiğimiz çayın zevkini hiçbir şeye değişmez iken, senin hanım günlerine mutlulukla katılmak istemeni anlamıyorum. Onlar için yapacağın masrafla biz Boğaz’da bir yemek yeriz. Üstelik yorulmazsın da! Böyle bir şeye kalkışırsan affetmem asla seni!”
Tam otuz bir yıl Korhan Abi Nebiye Ablayı böyle sevdi ve başına taç etti. Çok mutlu idi Nebiye Abla! Hangi kadına kısmet olurdu böylesine sevilmek ve korunmak? Geçen otuz bir yılda kimselere muhtaç olmadan kendi tırnakları ile başlarını kaşıdılar. Çocuklarını okuttular, meslek sahibi ettiler, evlendirdiler. Hatta kızları onları torun sahibi bile etti. Komşuları ile dostluklar apartman merdivenlerinde bir selamlaşmadan öteye gitmedi. Bu arada biz, “Vatan, Millet, Sakarya” diyerek, derneklerde, gazetelerde, çalışma hayatının tam orta yerinde koştururken bizlere karı koca ikisinin biraz alaylı biraz da acıyarak hatta hafife alan bakışları da gözlerimizden kaçmıyordu. Ama bir fincanın kahvenin kırk yıl hatırına sustuk! (Burasını yazmazsam çatlardım…)
Nebiye Ablanın kocasından bir tek şikâyeti vardı. Sigarası! Günde üç paket sigara içen Korhan Abinin mazereti hep “Nebiyeciğim, bütün ömrümü ben sizlere hasrettim. Bir tek lüksüm var o da bu meret. Dokunma şuna!” İşte burada Nebiye Abla “kör gözüne kör” misali bu koskoca tenakuzu ya fark etmedi ya da anlamazdan geldi. Bilemiyorum! Ben daha taziyeye gidemedim. Bundan sonra gidenlerin anlattıklarından yazıyorum.
Altı ay önce hak vaki oldu. “Lüks hayat sigara” Nebiye Abla ile Korhan Abinin arasına girdi. Nebiye Abla, Korhan Abinin acısını bırakmış yalnızlığına feryad edip yanıyormuş!
“Ne gelen var ne giden? Kapımı bir çalan yok! Cenaze sonrası ilk kalabalıklar yavaş yavaş tenhalaştı sonra hiç kimseler gelmez oldu! Ne günler bitiyor ne de geceler! Sessiz sedasız bu koskoca evde çocukların gelmesini bekler oldum. Onların da işleri, gidecek yerleri oluyor. Bazen iki hafta kapımı çalan yok! Komşuluk ölmüş! Şurada otuz altı daireyiz. Bir Allah’ın kulu çıksın da sorsun! Bu kadın öldü mü kaldı mı? Keşke ben de sizler gibi bir işin ucundan tutsaydım. Bir derneğe yazılaydım. Şimdi hem oyalanır hem de çevrem ve dostlarım olurdu!”
En ilginç olanını bir başka arkadaş anlattı.
“Ben taziye için orada iken kızı aradı. Rahmetli Korhan Abinin ne kadar söyledikleri varsa “Kimselere güvenme, biz aile olarak birbirimize yeteriz” muhabbetinin aynısını kızına yaptı. Aynı baskıyı şimdi kızına o kuruyor… Bir de ısrarla “bak dediklerimi dinlemezsen affetmem asla seni” dedi…”
“E be Nebiye Abla sen ne yapıyorsun. Bunun adı asosyalliktir demedin mi? “
“ Yooo… Kendini öyle bir kaptırmış ki, böylesi aile kaynaklı asosyalliğe devlet bile çare olamaz! Ne desen boş! ”