Batının aydını entelektüel kelimesi ile tarif olunur. Bizdeki münevver (yeni tabiriyle aydın) ile bu entelektüelin çok farklı olduğunu söyleyebilirim. Çünkü batının aydını daha çok somut bizim aydınımız ise daha soyuttur. Batının aydını nefsinin himayesi altında iken bizim aydınımız ise nefsini kendi himayesi altına almıştır. Ayrıca batının aydınının kaynağı kısıtlı iken bizim aydınımızın kaynağı atiye dayanabilmektedir.
Batıda eskiden beri entelektüel başkaldıran, her şeyi ihtilal karakterinde değiştirmeye çalışan bir tiptir. Cesur ve asidir. Bizim münevverimiz de zihnî faaliyet içindedir. Aydınlanmıştır. Işığını aldığı kaynak veya kaynaklar vardır. Bunun farkındadır. Batının entelektüeli kendisini ışık kaynağı sayar. Haddini aşmıştır.
Münevverin zihnî yapısı onun böyle bir isyana düşmesine manidir. Münevver, önce şahsiyet, sonra ferdiyet olmuştur.
Cemiyetinin kültürünü sindirmiş değişmeyi mutedil bir tarzda belli bir vetire içinde kabul eder. Biz de bu tip münevveri tanzimatla beraber kaybettik.
Fransız inkılâplarının hürriyet, müsavat, adalet ve kuvvet prensipleri vardır. Bizim aydın bir zaman bunların peşine takıldı. Hürriyet onlar için sınırsızdı. Eşitlikten Osmanlı Devleti aliyyesinin gayri Müslim unsurlarının devleti yıkmaya, ülkeyi parçalamaya fırsat verecek halleri kast ediliyordu.
Hıristiyan âleminin “Hıristiyan Severlik” şeklinde anladığı bizim mukallid aydının safça insan severlik zannettiği bir kardeşlikti. Hepsinin altında “milleyeti” inkâr ve nisyan vardır. Tevfik Fikret onun için “milletim nev-i beşer” diyordu. Yine o “fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir şairim” derken gerçek bir münevver olan Ziya Paşa milliyeti nisyan ederek “her işimizde efkar-ı firenge tabaiyet yeni çıktı” diyordu.
Fikret tipi münevver “entelektüel” vicdanın ve irfanın hür olmayacağını bilmiyordu. İrfan millî kültürdür. Nasıl hür olabilir? İnsan vicdanının tayin edici unsurları kültür ve inançtır. Vicdan nasıl hür olur? Milleti ve onun irfanını küçümseyen Emrullah Efendi tipindeki eğitimciler tuba ağacı nazariyesi ile millî meselelere katkılarını göstermişlerdir.
Bugün onlara bile rahmet okutacak bir “aydın”ımız vardır. Bundan daha küstah, daha inançsız, milletten daha kopuk ve daha cahildirler. Slogan (uranlar) değişmemiştir.
Şimdiki şişirme cahil aydın “özgürlük, eşitlik, dünya kardeşliği” gibi sözde kültürden bahsediyorlar. Ancak hakiki aydın ile batının entelektüellerinin yerini hain olan taklitçi aydın almıştır. Bu durum evvelde vardı şimdi de var.
Eskiden beri Türk kültür savaşı bunların arasında cereyan etmektedir. Eskiden düşüncelerini yayacak vasıtalar olmadığı için tesirleri güçlü değildi. Şimdi bütün şirretliklerini gösterecek ve yayacak medyaları vardır. Bu sebeple Türk Millî Kültürü müthiş bir kıskaç altındadır. Bu medya bir insanı normal şartlarda on yılda gelebileceği yere birkaç günde getirebilmektedir. Saman alevi veya balon tipi şahıslarla umum-i efkârı günlerce meşgul edebilmektedir. Bu şişirme veya Osmanlı tabiriyle pervasız adamlar kendilerince ehemmiyet vehmetmeye, köşe dönmeci zihniyetin hâkim olduğu bu cemiyette mühim mevkilere de gelebilmektedirler. Ve dolayısıyla Türk Milleti tehlikededir.
Batı mukallidi, batılı “entel” in temsilcisinin “aydın”ın ölçüsü yoktur. Sınır tanımaz, had hudut bilmeyen bir tiptir. “Özgürlük”, devrim, evrenselleşme, globalleşme, dünya kardeşliği adına dil, din, töre, vatan, millet yok farz edilebilmektedir. Bunlar adına Türk dili mahvedilmiştir. Şimdi bu Türkçe ile ilim yapılmaz gerekçesiyle İngilizceyi resmi dil yaptırma hayallerindedir.
Sağcının, solcunun, köylünün, şehirlinin falanca gazete ile filanca gazetenin TV kanallarının ayrı ayrı Türkçesi var. Herkesin anladığı konuştuğu ve yaydığı Türkçeden bu sakat Türkçeye geldik.
Gerçekten bu dille ilim yapılır mı? Bunlar öykünmeci diye tasnif ettiğimiz aşağılık duygusuna kapılmış entelektüelin marifetleridir.
Seçkin sınıf kavramı entelektüel münevver veya aydınlar farklıdır. Aydının bizde halka yabancılaştığı doğrudur. Ancak halkımız da Türkün mümeyyiz kültür özelliklerini kaybederek “Arabesk” leşmiş bir kitle halindedir.
“Batı kültürünün hücumu karşısında önceki münevverler şoka maruz kalmışlardır. Geri saflardaki hali bu taarruzdan çok müteessir olmuştur. Taarruza uğrayan bir ordunun ön ve geri saflardaki durumu da böyledir.” Merhum E.Güngör’ün bu tespiti vaziyeti izaha kâfidir.