Son zamanlarda görsellik kültürü ve inşa ettiği görüntü insanı her yanımızı kaplamaya başladı. Hıza ve mücadeleye dayanan yeni hayat tarzı, bugünün insanını görsellik kültürüne mahkûm hale getirdi. Bu mahkûmiyetin bizi götüreceği nokta, insanın hususiyetlerini, orijinal tavırlarını/üslubunu kaybetmesi ve içeriksizleşmesidir. Hususiyetleri ve ölçüleri olmayan, kolayca genele uyum sağlar, dışlanmamak ve olumsuz anılmamak için doğruları idrak etse de “büyük yalan”ın bir parçası olmaktan kaçınmaz.
Görüntü insanı ciddi konuların gündeme gelmemesi için el üstünde tutulur. Biz ve onlar istismarı, görüntü insanının en kolay sığınağıdır. “Büyük Yalan”ın sahiplerinin esasen istedikleri şey, bu kimliksiz ve içeriksiz insan tipinin bulunduğu her yerde bol bol konuşmasıdır. Çünkü o bol bol konuşmadaki ufuk darlığı, hiçbir şeyi manasıyla ve ruhuyla kavrayamayan, sadece kelimelerde kalan bir zihin körleşmesinin yayılmasına hizmet edecektir. Tabii bu görüntü insanı gerçeği bizi daha çok yeni kuşak aydın görünümlü örnekleriyle ilgilendiriyor ve rahatsız ediyor. Bunlar hem her yerde görünmeye çalışıp hem de suya sabuna dokunmadan ve söylediklerinde/yazdıklarında hiçbir ciddi ve öncelikli konuya temas etmeden yaşamaya devam ediyorlar ki işte asıl korkulması gereken budur. Herhalde bunun için kıymetli yazar Ayla Ağabegüm, “Haber Ajanda” dergisinin Nisan sayısında yayınlanan röportajında şu ifadeleri kullanıyor: “Şu anda yazarlarımız yoksa gündemde kalmak için mi susuyorlar? Çünkü aksini iddia ettikleri zaman “millî” olmakla suçlanıyorlar.”
AYDIN DÜNYEVİLEŞMESİ
İşin asıl kötü tarafı, hem yazdıklarıyla hem davranış kalıplarıyla dünyevileşmiş olan popüler görüntü aydınının yeni yetişen kuşağa örnek olarak gösterilmesidir. Her yerde gözüken, her sorulana cevap vermeye kalkan ve medyatikliği bağımlılık haline getirenler örnek/model insan olarak anlaşılırsa buradan ancak basitleşme ve gerileme ortaya çıkar. Onlar hep daha fazla görünmek için bir koşturmaca içinde. Bu çerçevede görüntü insanlarının içerik insanlarını hafızalardan kazımaya çalıştıklarını görüyoruz. Hatta dünya hesabı olmayan içerik insanları mütevazı halleri yüzünden böyle tiplerce küçümseniyor. Kendi yüzeyselliklerini bu şekilde kamuoyuna hâkim kılmayı başarıyorlar. Görüntü insanları iç boşluklarını pahalı kıyafetler giyerek insan ilişkilerindeki saygınlık için gerekli olan mesafeyi zedeleyerek ve her zaman çok konuşarak unutmaya çalışıyor. Hiçbir hazırlık olmadan gelinen makamlar bu kişilere geçmişlerini unutturuyor. Vakit, “Ben yaptım oldu” mantığıyla dolduruluyor. Hasbelkader ortaya çıkarılan işler adam akıllı tasarlanmış ve sistemli çalışmalar yapılmış gibi sunuluyor. Birazcık tanınmak bu tarz insanları her konuda bilirim tavrını takınmaya sürüklüyor. Birisi bir TV programı sunuyor, sonra da her konuda konuşabilen, yazabilen bir adam olarak hayatına devam ediyor. Asıl dertleri yaşam standartlarını yükseltmekten ibaret olan insanlar biz şucuyuz, biz bucuyuz diye ortalıkta gezerek Türkiye’de zaten güçlükle yeşeren yerli kültür verimlerine burun kıvrılmasına sebep oluyorlar. Büyüyen egolar, “ben bunu bilmiyorum” dürüstlüğünü göstermeyi engelliyor. Gelişimini durdurmuş, hayatı dondurmuş, bugüne kadar yaşadığı hayatı kendisi etrafında yeniden yazan/anlatan, etkin olmadığı zamanlarda ve mekânlarda kendisini etkinmiş gibi gösteren, birçok şartın bir araya gelmesiyle gerçekleşen başarıları sadece kendisine mal eden, kendisine dışarıdan bakmayı beceremeyen, hadiseleri kendi şartları içinde kabul etmek yerine şartları kendi hayal gücüne göre yorumlayan kişiler kendi kendilerini tatmin etmekten öte bir şey yapmamakta ısrar ediyorlar.
“KAYIP ABİLER KUŞAĞI”
Mustafa Özcan, bu savrulmayı ve modellerin yetersizliğini iki yıl evvel “Kayıp abiler kuşağı” isimli yazısında şu ifadelerle anlatıyordu: “Son dönemlerde güzel bir hasletimizi kaybettik. Bu ‘hasbi abiler’ kuşağıdır. Her şeyden önce fedakâr kuşaktı onlar. Gençlerin önünde yürüyecek donanımları vardı. Sadece donanım değil, sıcak bir yürekleri ve fedakar sineleri vardı. Bu yüzden de önden yürüyor ve arkada kalmıyorlardı. Ama zamanla bu abiler kuşağı kelaynak gibi kaldılar. Bunun sosyal değişimle yakından alakası var. Dünyevileşme genç kuşağı etkilediği gibi abiler kuşağını da etkilemeye başladı. Dolayısıyla ahiretten önce dünya onları aramızdan çekip aldı. Gençler abilerine özenecekleri yerde abiler gençlere özenmeye başladılar. Bu bütün kesimler için böyle. Neden böyle olduk? Kabahat görevlerini yapmayan abiler kuşağında mı yoksa kıymet bilmeyen gençler kuşağında mı? Yoksa dönen devranda mı?” Evet, üst kuşak böyle olunca neyi bilmediğini bilmeyen ve bu yüzden haddini de bilmeyen yeni kuşak görüntü insanı yetişti. Bu yeni kuşak, yetişmesini “sen yaparsın”, “sen başarırsın” gibi ezberlere ve sloganlara borçlu olduğu için bilgiye ve öğrenmeye kapalı bir zihin yapısıyla yaşamaya devam ediyor. Ne kadar çok şeyi bilmediğimizi bize hatırlatacak/idrak ettirecek okumalar ve dinlemeler yerine günü yaşamaktan gelen derin boşluğu NLP, kişisel gelişim, imaj, vizyon, karizma gibi kelimeler etrafında dolaşarak doldurmaya yönlendiriliyor. Muhafazakârlık kültürü diyebileceğimiz Türkiye’nin son 50–60 yıllık yerli kültür hayatı çevreleri ve verimlerini bir harita halinde zihninde bulundurmayan, kimin ne yazdığı, hangi faaliyette bulunduğu hakkında bilgi ve merak sahibi olmayan, bunun ihtiyacını da hissetmeyen ama öte yandan da kültürel konularda ahkâm kesmeye kalkanlar nasıl bir kirlilik ürettiklerinin farkında bile değiller.
Bunlardan sonra artık, insan kalitesindeki düşüşü, ortak davranış kalıplarındaki savrulmayı ciddi biçimde tahlil etmek gerekiyor. Çünkü Türkiye tek derdi “yaşam kalitesini yükseltmek” olanlara değil aidiyeti belli, ayakları yere basan insanların fikirlerine ve öncülüğüne ihtiyaç duyuyor.